Yeniden Okumalar Olmasa
top of page

Yeniden Okumalar Olmasa

Güncelleme tarihi: 22 Oca 2021


-NEZİHE MERİÇ’İ ANIMSAR MISINIZ?-


Altmışlı yılların ortasında “Güvercin Yayınları"ndan “Yunus Emre’nin Hayatı” nı okurken gören yazın öğretmenim Nazike Erik öfkeyle ateş püskürmüştü:

“Nereden bulursunuz bu Güvercin Yayınları kitaplarını? Bunlar beşinci kol kitaplarını yayınlarlar. Materyalisttir bunlar, çok tehlikelidir. Kızılbaş kitaplarıdır. Sakın okuyacaksanız Nezihe Araz’dan okuyun.” Kızarmış yüzümden fışkıran alevle utancın kırmızısını usumun bir yerine yazarak, Nezihe Araz’dan okudum “Dertli Dolap”ı. Öğretmene hoş görünmek amacında değildim. Öğretmenin tutumundan,’… Okumak güzeldi ama bizi yönetenlerin istedikleri olursa..’ çıkarsamasını usuma yazdım.(Aynı düşüncede olan öğretmenlerin daha sonraki yıllarda okuldan atılmamıza karar vereceğini bilemezdim o günlerde.). Nezihe Araz’a yeniden dönmedim ama Nezihe Meriç’den de uzak durdum uzun yıllar. On altı yaşındaki gencin okumalarından bile fırtınalar kopuyormuş ülkemin kültür ortamında. Nereden bilirdik ki? 1961 yılında kasabanın ilk kitaplığını kuran öğretmenimin önemini kitaplıksız ilçeleri gördükçe anlayacaktım.


Yüzüme çarpan ilk duvarı çok da önemsemedim, seçeme olanağımın olmadığı sürem bulduğum yazılı her nesneyi okuma hastalığım(!) sürdü. Eski Kitapçılardan beş- on kuruşa aldığım “Dost Dergisi” tanıştırdı Nezihe Meriç’le beni. Kısa öykülerdeki sıcak anlatımlar tutsak etmişti gönlümü. Okul kitaplığından bulduklarımla sürdürdüm okur bağımı. Bir köşede unutulmuş, kimsin diye sorulmayan, adı salt yoklama dizininde yazılı kasabalı çocuğu kendine çeken anaç bir sıcaklık mı vardı kadın Nezihe Meriç’te?


Yaşadığım ortamın, öğrenciye öğretmen bakışlarından Galata Saray/Fener Bahçe taraftarlığının ayrıksılığına, uzlaşmazlığına benzer bir aklık/ karalık mı vardı? Yaşadığım günler acımasızca öğretecekti gerçeği bana. Çok sonraları öğrendim ki, ben bebekken ayrışmıştı okumanın yazmanın takımları. Ama buldukça okumaktan uzak duramadığım Nezihe Meriç tutkusunu bırakamadım. Kendimce önlemlerimi alma yollarını da öğrendim. Okuduğum kitapları gazete kâğıdıyla kaplıyordum. Görünmez kuytuluklarda, kırda bayırda okuyordum.


1950 sonrasına, ülkemin fotoğrafının Kurtuluş Savaşında İzmir’den kovduğumuz güçlerce çekildiğini, izin verdiklerini görmeye zorlandığımızı sezmem için geç mi kalmıştım? Türkiye Cumhuriyeti’nin kültür devrimlerinin- önü kesilmeye başlansa da- etkilerinin yoğunlukla görülmeye başladığı, ‘Türk Rönesans’ının ortasında düşgelen bir kuşak olduğumu da bilmiyordum. Daha ülkemin yazınını, yazarlarını tanıyıp özümsemeden dünya kökleşik yazınıyla; iki kutuplu dünya yazınıyla da yüz yüze gelmenin karmaşasında bir kuşak olmanın güçlüklerini izleyen yıllarda öğrenecektim. Us yordamıyla, bilinçsizce de olsa her alana burnumu sokma ataklığımın sakıncasını / edinimlerini çok sonraları sezecektim. Doğru olanı da yaptığımın bilicine ilerleyen yaşlarda varabildim. Kuşağım yaşadığımız karmaşadan doğruyu bulmayı öğrenirken bir bölük değerleri de göremeden geçme yanlışına düşmüştür. Gençlik heveslerimiz arasına ‘…kalın kalın, dünyanın en ünlü yazarlarını, Nobel kazanmış kitapları okuyor…’ dedirtme duygusu muydu açmazımız? Heveslerimiz bir yana, okuma tutkumuzdu gerçek yanımız. Yolumuzu düşe kalka bulurmuşuz bir sürem sonra. Bütün okumalarımın içinde, ince bir kılcal damar olarak uzadı gitti Nezihe Meriç, Selçuk Baran, Müşerref Hekimoğlu, Ayla Kutlu adları. Sahaflardan on kuruşluk kitap bulma dönemimiz bitti ama gönlümüzden adları silinmedi. TDK, Sait Faik, Sedat Simavi ödülleriyle onurlandırıldıkça kendimiz almışçasına sevinerek yeni okumaların peşine düşmeyi başaran yazarlar kuşağımızdı onlar. “Menekşeli Bilinç-1965” le düş geliverdim aksakal günlerimde. Sevdiğim şarkılardan, özünlerden anımsadıklarımla esrik okudum. Gençlik günlerimi anmanın doyumsuz tadında “ Toplu Öyküleri” ne yoğunlaşıverdim. Yoğunlaşma nedenlerimi de düşünmeye başladığımda, has okumalarımdan aldığım notlarımın ışığında çıkarsama yapmayı uygun buldum.


II. Paylaşım Savaşı sonlarına doğru öykülerini yayımlamaya başladığında ülkemde de demokrasi, eğitim, ekonomi, siyasal savaşımın yoğunlaşmaya başladığını görürüz. İki kutuplu dünya egemenliği savaşımının ünleri de duyumsanmaktadır. Nezihe Meriç, yazdıklarıyla bu öbekleşme savaşımından etkilenen sıradan insanların çıkmayan ününün ünü olmaya adamıştır kalemini. Toplumun içinde yaşasalar da karmaşan ünü çıkmayan kadınları, kızları özünsel bir duygusallıkla anlatarak; ülkemizde, Avrupa’da, doğu komşularımızda öyküleri, romanları, oyunlarıyla okunmaya başlamıştır. Adıyla birlikte özdeşleşmiş kitaplarından seçme ve saptamalarım.


BOZBULANIK (1953):


Kurtuluş Savaşı- II. Paylaşım Savaşı arasının karmaşasında, 1950 yıllarının siyasal, kültürel, ekonomik, eğitim arayışları döneminde ülkemiz büyük kentlerinin yoksulluğu konularını yoğunlaştırdığı kesimdir. Orta, orta altı geçimli insanların umutları, buldukları, bulamadıkları, umutsuzlukları. Kaderden, tanrıdan, talihten bekledikleriyle beklentilerini bulamamanın düş yıkımları duyumsatılır.


Orta ve orta üstü kent insanlarının küçük kentsoylu(burjuva) özlemleri, öykünmeleri, ulaşamadıklarında alaysamalarını, kedi-ciğer/ tilki-üzüm savunma örüntüleri vurgulanır. Ulaşılamayan yaşamın düş kırıklıklarının içe atılanlarından süzülen hüzün, yer yer öfke olarak yansır öykülerde. Öfkeye dönüşemeyen de yergi, alay, küçümseme olarak anlatımını bulur. Ulaşılmazın nedenlerini bulmayı okuruna bırakır yazar.

Küçük çıkar ilişkilerine bağlanan umutların, savaşımların, yüzleşmelerin yarattığı bozbulanık insan ilişkilerindeki içtensizliklerle yoğunlaşmış davranış örüntüleri vurgulanır.


Savaş sonrasında sert bir dönemecin başında, tarım devrimini tamamlayamamış Türk toplumuna ürem (ürem) devriminiz ürünleri dayatılınca yüz yüze kaldığımız kırılma kırsalda daha derin duyumsanır. Kır yoksulları kentlere akmaya başlayınca bıraktığına yazıklanırken, bulamadığına öfke büyütürken, umarsızlıktan her tür yozlaşmaya kapı açmak zorunda kalır.


Nezihe Meriç, öykülerinde apolitik tutum sergiler. Çoğul değişimleri duyumsatmayan öykülerinde, siyasal söylemlere duruşlara açıkça yer vermez. Özenle, didikleyerek okuyabilen okur, tümcelerin arasından sezinler. Buradan duyumsadığımız koku, 1950 sonrasında topluma dayatılan antikominizm kokusudur. Okurun akıl yürütmesine bırakır. Dönemin siyasası yazdıklarında açık görünmese de sezinlenir. Toplumun siyasal sorunlarının bireyin yaşamına yansımasını yansıtmaktan soyutlanmışlık, aynı dönem şiirindeki ‘ ikinci yenicilik’le örtüşür. Şiirdeki İkinci yeni akımının öyküdeki görüntüsü yaratılır. Söylemek ister ama söyleyemez.

Somut bir söylemle; Ahmet Hamdi Tanpınar, Yusuf Atılgan’dan daha toplumcu, Müşerref Hekimoğlu ve benzerlerinden daha bireycidir.

Kırsaldan kente ulaşan kadının özlemlerini, özentisini, ele geçirebildikleriyle değişme çabalarında kültürel değişme olmadan başarılamayacağını vurgular.(Dışarlıklı. S.108)


TOPAL KOŞMA (1957):


Kent İnsanlarının katı içe kapanık, somurtkan, sinirlilikleri yaşadıkları ortamdan mı kaynaklanıyor? İç içe yaşam gönül kapısını kapatarak, birbirini görmezden gelerek mi oluşturuluyor? Kalabalıklar içinde devinen her birey kendi kabuğunu örüp mutsuzluğunu mu kuruyor?

Özenli, sürekli bir gözlem, yaşanmışlıklara duyarlı bir yaklaşım, yalın, incelik dolu bir anlatımla kurar yazdıklarını. Güzel Türkçemizin tadıyla bizi ülkemizin gerçekleriyle buluşturur. Topal Koşma, Boz Bulanık’taki arayışın, yazınsal ve öz sorunlarının akağını bulduğunu, geleceğin ışıltısını vurgular. Nezihe Meriç öykülerinin, romanlarının ulaştığı gelişme aşamasını da muştular.


DUMANALTI (1979)


“Dumanaltı”; İçerik bağlamında “Bozbulanık”, “Topal Koşma” öykülerinden değişik öyküler demeti olarak okuru şaşırtan özgünlüğü taşımaktadır. Önceki öykülerindeki bireyci, siyasal söylemlerin açıkça belirtilmeyişi, iç ezintilere boyun eğiş duyguları “Dumanaltı “ öykülerinde duruş değiştirir. Nezihe Meriç yazar duruşunda, yazdıklarının içeriğinde yazıldığı yıllar Türkiye’sini daha da öne çıkarır. Gençlik, üniversite, gecekondu, öğrenci yaşamı öykülerde yerini alır. Öykü kişileri toplumsal çalkantı içinde dumanaltı olarak betimlenir. Geleceğin belirsizliği, kör döğüşünün sonun belirsizliğine yönelen gözlemler, sorumluluk bilinciyle aktarılır. Öykülerin bütününde 12 Mart döneminin bitmeyen hesaplaşmasını duyumsarken, 12 Eylül kıyımlarının da ününü duyurduğunu sezinler dönemi yaşayanlar. Bu bağlamlardan baktığımızda ; “Dumanaltı” öykülerinin yazarın duruşunu, dönemin insanlarını, olayları, olguları en özgün dil ustalığıyla anlattığını görürüz. Öykülerdeki tümcelerin düz yazıdaki anlamı, özünsel bir duygu yoğunluğu da duyumsatır. Halkı dilinin bilinmeyenlerini de yazına kazandırma çabasını açıkça görürü okur. “ Acı su sabun köpürtmez.(y. 234)” benzeri ilginç saptamalarının da ilklerindendir.


NEZİHE MERİÇ’TEN YAZIMIZA KALANLAR:


Geleneksel öykücülüğümüzle çağdaş Türk öykücülüğünün arasındaki sağlam köprüyü kuran, cumhuriyet döneminin ilk kadın öykücüsü olmayı başarmıştır.

Çağcıl öykü tekniklerini uygularken dilde özenlidir. Türkçe olmayan Osmanlıca küfünden arınırken, batıya özenip konuk sözcüklerden süsleme yapma ucuzluğuna düşmemiştir. Türkçemize iç zenginlik, anlatıma katmanlı bakışı, iç konuşmalara çağrışımlar eklemeyi deneyerek öteki yazarlara da bir akak açmıştır.

Kadın-Erkek ilişkilerini yoğun olarak öne çıkardığı dönemler, gelgeç feminist akıntılara kapılmaktansa sorunun kökenine inmeyi yeğlemiş, ilklerden olmuştur. Duruşunu da yaymacı (reklam) amaçlarla ucuzlatmamıştır.

ANIMSANIP OKUNMALIDIR

21. yüzyıl başlarında yaşamın her alanında parlatılan “piyasacılık- tüketim çılgınlığı- satılabilirin üretilmesi” ilkeleri yazın ortamımıza, yayıncımıza, yazarımıza dayatılmaktadır. Dayatmalara direnemeyen yazar, yayıncı, kolay okunur, kısa, içeriksiz, bir nen anlatıyormuş görünüp anlatmayan yazın yapıtlarına yönelirken; okuma alt yapısı olan okur, okur adayları aradığını bulamayan mutsuz insanlar olarak kırıyor. Okumadan soğuyup yozlaşmaya yazgılanıyor. Yazın alanına ilgi duyanların da aynı gerekçelerle yazmaktan soğuduğunu deneyimlerime, gözlemlerime dayanarak söylüyorum.

21.yüzyılın başları, 20 yüzyılın sonundan koparılmış, yeri doldurulmaktansa yozlaştırılma kolaylığına gidilmekte yarar görülmüş dönemdir. Okur ne okuyacağını, yazar ne yazacağını bilmez durumdadır. Özellikle yazmaya gönül verenlerin, genç kuşak okurların arayışlara girmeden önce kopuş öncesi dönemi tanıması gerektiğine inanıyorum. Tanıma dönemi, arayı kapatacak girişimlere ön düşünceler oluşturur inancındayım.

Varacağımız erimi belirlemek için kaldığımız yeri tanımak açısından ilk duraklardan birisi de Nezihe Meriç durağı olmalıdır. Anısına, emeğine, öncülüğüne saygılarımla anıyorum.


6 Eylül 2018

  • Nezihe MERİÇ. Toplu Öyküler. Yapı Kredi Yayınları.

  • Nezihe MERİÇ. Menekşeli Bilinç (1965) Öykü. Yapı Kredi Yayınları.

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page