top of page

Ayvalık Günlükleri

Güncelleme tarihi: 11 Ağu









Ayvalık'ta Tatilci Olmanın Ağırlığı

*

Zeki SARIHAN

*


Bu yazlığa gelmeye başlayalı 25 yıl oldu. Her yıl Ağustos ayını burada geçiriyoruz. Ben kitap okuyorum, Ankara’da olduğu gibi yazılar yazıyorum. Fazladan, deniz çok dalgalı olmazsa ortalama iki günde bir denize dalıp çıkıyor ve Rumlardan kalma ve çoktandır harabe halinde olan zeytinyağı fabrikasının iskelesinde 15-20 dakika güneşlenip işimin başına dönüyorum.

84 konutlu Bizim Köy Tatil Sitesi, Ayvalık kıyılarında ve koylarında bulunan yüzlerce tatil sitesinde biri. Ayvalık’ın kuzeyine doğru en eski tatil sitesi olan Şirinkent’ten girilip kıyı boyunca birbirine eklemlenmiş siteler geçildikten sonra kıyıda Ayvalık’a bağlı son yerleşim yeri. Öte tarafı Gömeç ilçesine bağlı. Gömeç, kıyıda olmayan küçük bir ilçe fakat onun kıyı kesimleri de bu mevsimde tatilcilerle dopdolu.

Perşembe günleri Ayvalık’ın pazarı. Caddelerinde ve Pazar yerinde iğne atsanız yere düşmüyor. On, on beş yıl önce “Ayvalık’ın kışın nüfusu 30.000 ama yazın 300.000 kişiyi buluyor” diyorlardı. Şimdi yazlık nüfusun bir milyon olduğunu söyleyen oldu.






-Bizim Köy Tatil Sitesi’nde gün batımI-








Bu yörede tatil yapanların içinde Ankara’dan gelenler başı çekiyor. Onu İstanbullular, İzmirliler ve Balıkesirliler izliyor. Türkiye’nin hemen her yanından insanlar var. Ayvalık ve çevresi Türkiye’nin Bodrum, Marmaris, Çeşme gibi ilçelerinden sonra ikinci sınıf tatil yerlerinden sayılıyor. İkinci sınıf sayılmasının nedeni, kumsalların azlığı ve hiç eksik olmayan rüzgârı. Bununla birlikte burada da tatilciler arasında sınıfsal konumları açısından farklılaşma var. Mühendisler, avukatlar, serbest meslek sahipleri yanında en çok rastlanılan meslek öğretmenlik. Bunların çoğu emekli. Nisan’da gelip Kasım ayına kadar oturanlar varsa da çoğu okulların açılmasıyla kentine göç ediyor.


İlk geldiğimizde yeni komşular olmanın merak ve heyecanıyla daha hareketli bir yaşam vardı. Burada diğer sitelerde görünmeyen bir sosyal faaliyet de başlatmıştık. Bir okuma odası açmış, duvar gazetesi çıkarmış, çevre gezileri düzenlemiş, yakın yerlerden konuşmacılar getirterek konferanslar bile düzenlemiştik. Bu ancak birkaç yıl sürebildi, çok geçmeden her yerde görüldüğü gibi gruplaşma başladı. Çekişmeli kongreler yapıldı. Yıllık ödentinin miktarı ve siteye yaptırılacak tesislerim maliyeti gibi konularda görüş ayrılıkları sebep sayılarak yılda bir yapılan genel kurul toplantılarını topluca terk etmeler bile yaşandı.


En sonunda herkes biraz yoruldu. Siteyi yönetmekte herkes hevesini aldı. Şimdilerde bir durgunluk yaşanıyor. Komşuluk ilişkilerinde eski hareketlik de yok. İlk yerleşimcilerden bir kısmı evini sattı. Her yıl birkaç evin sahibi değişiyor.


BENİM TERCİHİM DEĞİLDİ


Böyle bir yazlıkta yılın bir ayında zaman geçirmek benim tercihim değildi. Eşim, bazı avukat arkadaşlarının teşvikiyle burada bir ev alarak bize sürpriz yaptı. Benim tatil tercihim, deniz kıyısı değil, Karadeniz’deki köyümdür. Fakat ne çare ki, artık ailelerde yalnız erkeğin dediği olmuyor! Neyse başa gelen çekilir! Gerçi okuyucunun bildiği gibi, köyüme yılda bir iki kez gitmekten ve orada sekiz on gün vakit geçirmekten geri kalmıyorum.


Önceki gün Fatsa’dan bir arkadaş telefon etti. Ayvalık’ta tatil yaptığımı öğrenince “İyi eğlenceler hocam” dedi.

“Yok canım, ben burada eğleniyor değilim. Ankara’da ne yapıyorsam burada da onu yapıyorum, okuyup yazmakla vakit geçiriyorum” dedimse de, onu ikna ettiğimi sanmıyorum. Deniz kıyılarında tatil yapmayanlarda, ki halkın yüzde sekseninin bu durumda olduğunu sanırım, ister deniz kıyısında yazlığı olsun, ister otel veya motelde tatil yapsın, yüzde 15-20’lik bir diliminden ibaret tatilcileri yadırgadığını tahmin ederim. Bu hem gelir hem de kültür farklılığından kaynaklanıyor. Bir kuşak önce köyden gelip kentlere doluşmuş milyonlarca insan için tatil, çoluk çocuğunu alarak köyüne gitmek, akrabalarının yanında beş on gün kalarak yağını, peynirini, turşu ve salçasını alarak kaldığı kente dönmektir.


Ama artık Türkiye’de hayat tarzının çeşitlendiği de bir gerçektir. Bu sitede ve hemen diğer bütün tatil sitelerinde yazlayanların ailelerinde 30-40 yıl öncesine kadar böyle bir imkân da kültür de yoktu. Şimdilerde bazı köy gençleri bile ceplerine biraz para koyup mayolarını alarak beş on günlüğüne bir deniz kıyısında tatil yapmayı ihmal etmiyor.


BİR HAYALİM VAR


Bana gelince: Bir hayalim var. Bu yazlıklarda bütün halkın dönüşümlü olarak tatil yapması. On beşer gün yeter. Bunun için ya yazlıklarda özel mülkiyetin kaldırılması ya da devletin bu gibi tesislerini çoğaltıp bazı devlet kurumlarının çalışanları için yarattıkları bu fırsatı bütün halkın yararına sunması. Köylüler, işlerini güçlerini, tavuk ve ineklerini bırakıp gelirler mi bilmem. Yıllar önce rahmetli ağabeyime dedim ki: “Ağabeyi, siz de bizim yazlığa gelip beş on gün kalsanız ne güzel olur.” “Tabi ya ne demezsin, bütün işi gücü bırakıp gelebiliriz!” deyip benimle dalga geçmişti!

Bazılarının sandığı gibi buradaki yaşam pek “eğlenceli” değilse de, büyük bir çoğunluğun erişemeyeceği bir imkân. Bu nedenle savunduğum sınıfın gözlerini üzerimde hissediyor gibiyim. Ben de bu çevrede halkını umur etmiş aydınlarla tanışmaya, onlarla tartışmaya ve emekçi halkı savunan yazılar yazmaya çalışıyorum. Başka ne yapabilirim ki?(Ayvalık, 17 Ağustos 2018)



-Ayvalık Bizim Köy Tatil Sitesi’nin yanında Rumlardan kalma, terk edilmiş Gümüşlü zeytinyağı fabrikası harabesi.-


HER YER İNSANIYLA GÜZELDİR?


Bir beldenin değeri, toprağının verimliliği, denizi, güneşi kadar, hatta ondan da çok, orada yaşayan insanlarla ölçülür. Ayvalık ve çevresine yerleşmiş veya burada tatil yapan insanlar, benim açımdan yörenin değerine büyük değerler katarlar.

25 yıl önce Ayvalık’ta yazlığa gelmeye başladığımızın ilk yıllarında bu çevrede yaşayan önemli insanları arayıp bulma, tanışmıyorsak tanışma, tanışıyorsak dostluğu yenileme ve söyleşme çabasına girmişimdir.


Sanat ve edebiyata meraklı kişiler için Ayvalık, biraz da Ahmet Yorulmaz demekti. Birçok Ayvalıklı gibi Girit göçmenlerindendi. Bu göçün hikâyesin anlatan ve Ayvalık’ı tanıtan kitapları vardı. Şehir içinde bir kitapçı dükkânı işletiyordu. Birkaç kez evinde ziyaret ettik. Onu sitemize getirip bir akşam Ayvalık hakkında konferans verdirdik. Bir akşam bizi Cunda Adasında deniz kıyısındaki yeme içme yerlerinden birinde ağırladı. Masamızda değerli bir konuk daha vardı: Şair Arif Damar. Böylece onunla da tanışmış ve söyleşmiş olduk.


Sonra Ahmet yorulmaz hastalanmış. Kitapevini kayınbiraderine bırakmış evine çekilmişti. Birkaç yıl sonra öldüğünü duyduk.

Ayvalık’a gittiğimde, CHP, ÖDP, İP gibi partilerin, ADD, Eğitim-İş, Eğitim-Sen, Çağdaş Yaşam gibi meslek örgütlerinin şubelerini ziyaret etmekten, yöneticileriyle tanışıp görüşlerini almaktan geri kalmazdım. O yaz sıcağında herkes kendini denize atmış veya balkonunda dinlenirken Nadide Hanım, pek kimsenin uğramadığı ADD’de bütün gün oturur, şubenin işleriyle uğraşırdı.


Ayvalık’a öğretmen sendikası tarafından iki kez, eğitim konusunda konferans vermek için çağrıldım. Öğretmen Dünyası dergisine temsilci buldum. Bu görev sıra ile birkaç arkadaş yaptılar. Bir keresinde Ulusal Eğitim Derneğinin şube açması için 15-20 kişi ile bir toplantı yaptık. Çağdaş Yaşam şube başkanının güçlerimiz bölünür gerekçesiyle karşı çıkması üzerine bu şube veya temsilcilik kurulamadı. Şirinkent’te bir temsilciliğimiz kurulabildi ise çok yaşamadı. Burada öğretmenim Nursel Gürler, Çağdaş Yaşamın kurucusu Nimet Hanım ve Dilek Hanım’la sohbetleriniz oldu. Türkiye’nin geleceği konusunda umutsuz olanlara umut vermeye çalışırdım.


Gazi Eğitim’den öğretmenimiz Emin Özdemir, Angora sitesinde yazlıkçıydı. Bir seferinde onu arayıp buldum. Sohbet ettik. Önceki yıl onu sitesinde çok arayıp sorduysam da bulamadım. İşin kötü yanı, sitenin kahvehanesinde bir dolu insandan onu tanıyan da yoktu! Hasta imiş ve artık burada oturmuyormuş. Özdemir de bu yıl aramızdan ayrıldı.


Birkaç yıldır, Akpınar’dan Fen Bilgisi öğretmenim İbrahim Belek, Ayvalık’ın 25 km. güneyinde Altınova beldesinde oturuyor. Önceki yıl ziyaretine gittik. Geçen yıl eşi ile birlikte kendisi geldi. Bu yıl yeniden gittik. Açtığı kitaplığı gördük. Daha 1970’lerde Milli Eğiğim Bakanlığında Bakanlık Hukuk müşavirliğinde tanıdığım, daha sonra Turizm Bakanlığında müsteşarlık ve SODEP kurucusu olan Güler Tanyolaç ve değerli eşi Profesör Attila Tanyolaç da Cunda yolunda oturuyorlar. İnebolu’dan öğrencimiz Mehmet Doğan, yazları burada emlakçılıkla uğraşıyor. Geçen yıl arabamızla gelmediğimiz için bizi sitemizden aldı, gitmek istediğimiz yerlere götürdü. Edremit Kitap Fuarı’nda bıraktıydı. Ekim ayında burada avukatlık bürosu açan Eğitim-İş kurucularından Necati Yentürk de bu yıl siteye geldi. Bir süre sohbet ettikten sonra beni Edremit’e fuara bıraktı. Ne de olsa eski dostluk başka oluyor.


Komşu sitede Ali Yıldırım adında hoş bir arkadaş, eşi Atiye ile birlikte oturuyor. Her yıl geldiğimizi haber veririz. Bir akşam biz gideriz, bir akşam onlar gelirler, görüşlerimizi birbirimize aktarırız. Diğer yan sitede Kastamonulu, yıllarca İstanbul Barosu genel sekreterliğini yapmış, şimdi de Barolar Birliği yönetim kurulunda görevli Hüseyin Özbek kısa süreliğine de olsa geliyor. Ya birbirimize gider gelir, ya da bizim sitenin büfesi yanında akşamları oturur, dünyayı alt üst ederiz. Görüşlerimiz bazen çatallaşsa da ne gam? Emekli öğretmen Vahide Hanım, dostlarını türlü çeşit yiyeceklerle görkemli bir biçimde ağırlar.


Bu balkon ziyaretleri, sundukları yiyeceklerden anlaşılıyor ki, önemli bir zahmet sebebidir. Kadınlara nerde olurlarsa olsunlar zaten rahat huzur yoktur. Bu ziyaretlerin yılda ancak bir kez yapılabilmesinin nedeni de bu olmalıdır. Bir kısmı buralarda torun torbaya bakmakla da yükümlüdür.

Görüldüğü gibi Ayvalık’ta benim böyle değerli dostlarım var. Sitemizdeki Sölpüker, Buldanlı Ödel ve Ankaralı Akça ailelerini de bunlara eklemesem haksızlık olur. Ayten Hanım, kayınbiraderim emekli Albay Ünal Sölpüker’in eşidir. Bizimköy’e geldiğimiz gün ve ayrılacağımız gün bize sofra kurdurmaz. Ayrıca evde pişirdiklerinden bizi de mahrum etmez. Hüseyin, Kadriye ve Songül Akça’nın anneleri Emine Teyze’nin somaklı dolmasını ise başka hiç bir yerde yiyemezsiniz. Balkonlarda sundukları güzel yemeklerin yanında her yıl bundan bir tencere bizim eve mutlaka gelir.

Dedim ya, bir yeri değerli kılan oradaki insanların değeridir.

İnsanların gönlünden daha engin bir deniz, daha temiz bir kumsal mı vardır. (Ayvalık, 20 Ağustos 2018)



KÖRFEZ’DE TARİH VE EDEBİYAT


Ayvalık, Edremit Körfezi’nin güney ucunda bulunuyor. Bu körfez, Çanakkale’ye bağlı kıyıda Küçükkuyu’dan başlıyor, Güre, Altınoluk, Zeytinli, Akçay, Edremit’e kadar düz bir hat izlerken buradan güneye kıvrılıyor. Burhaniye, Gömeç’ten geçtikten sonra Ayvalık’a iniyor.

Geçimini esas olarak zeytincilik, bağ ve bahçe işlerinden kazanan Körfez, epey bir süredir, deniz turizminin en hareketli bölgesi haline gelmiş. Bütün ilçe ve beldeler, yapılarla adamakıllı şişmiş. Edremit ve Gömeç zaten kıyıda değil. Kıyıda kurulan ilçe ve beldelerdeki apartmanların deniz kıyısında olduğuna bin şahit ister.


Biz 30 yıl önce de bu kıyılarda beş on gün tatil yaptık. Önce Öğretmen Dünyası dergisinin kurucularından Ali Gür ve eşi İnci Aral Gür, Akçay’da denize 20-25 adım mesafedeki kulübelerinin anahtarını verdiler. Burada ışığa gelen kanatlı bir böcekle mücadele halinde tatil yaptık. Akçay’ın soğuk sularında denize girdik. Sonra bu kulübenin yerine bir apartman yapıldı ve şehir içinde yerini bulmak bile zorlaştı. Şimdi Akçay’da denize paralel onarca cadde ve sokak uzanıyor.


Daha sonra Burhaniye’nin deniz tarafındaki sitelerinden DENETKO sitesinde Yaşar Cankoçak ve Gülten Akın Cankoçak, kendileri orada olmadıkları iki yaz bize anahtar verdiler. Kendi evimiz gibi kullandık. O zamanlar, bazı insanlar dostlarını kendi yazlıklarından böyle yararlandırırlardı. Şimdi de böyle insanlar vardır herhalde…


Ben Ayvalık’a ilk kez 1967’de, tek başıma çıktığım bir Ege, Akdeniz gezisinde uğradım. Kasabanın girişinde bir direğe üzerinde Atatürk’e atfedilen “Türk âleminin en büyük düşmanı Komünizmdir, her görüldüğü yerde ezilmeli” yazılı bir levha asılmıştı. Ayvalık, Yunanlılar tarafından İzmir’den sonra işgal edilen ilk beldedir. Bu işgalin nedeni, memurlardan başka halkının bütününün Rum olmasıydı. Örgütlü ilk askeri direniş de sonradan adı Cunda adasına verilen Ali Bey’dir (Çetinkaya). (Sonradan İstiklal Mahkemesi üyesi ve Bayındırlık Bakanı). Fakat burada herkes Cunda diyor. Savaştan sonra buradaki Rum nüfus adalardan getirilen Türk nüfusla değiştirilmiş ve Rum ağalarının zeytinlikleri, Türk zenginlere dağıtılmış. Şimdi çoğu Ayvalık’ta oturmayan bu zenginlerin çocukları yüz binlerce zeytinden oluşan çitlikleri, kâhyaları yoluyla işletiyorlar.


KÖRFEZ’DEKİ DOSTLAR


Burhaniye, benim için bir bakıma Sunar Sitesi demektir. Çünkü burada tanıdığım bazı değerler oturuyordu. Her yaz Talip Apaydın’lara uğrar, bir yandan Halise Hanım’ın ikramlarıyla ağırlanırken diğer yandan Talip Hocayla edebiyattan, okunacak kitaplardan söz ederdik. O her gün klasik müzik de dinlerdi. Aynı sitede Avukat Halit Çelenk’i son yıllarında oksijen tüpüyle yatarken ziyaret edebildik. Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfa düzenleyicisi Sami Karaören de bu sitede oturuyor. Bu bayram gidemediysem de telefonla hatırını sordum.


Fakir Baykurt ve Ruhi Su da bir zamanlar aynı sitede oturmuşlar. Şimdi arkadaşım Öner Yağcı yıl boyu, Celal İlhan ise yazları Burhaniye’de oturuyor. Burhaniyeli aydınların, öğretmen sendikalarının böyle değerli aydınların yılın bir bölümünde kendi kentlerinde oturduklarından habersiz olduklarını hissetmiş ve üzülmüşümdür. Yalnız bir yaz Eğitim İş şubesinin daveti üzerine Talip Apaydın’la Ören’deki parkların birinde eğitim üzerine söyleşide bulunduk. Talip Apaydın’ı ve Gülten Akın’ı da bizim siteye getirerek konuk ettik.


Aziz Nesin’in Borçlu Olduklarımız ve Bu Yurdu Bize Verenler adlı iki çocuk kitabının konuları Burhaniye ve Gömeç’te geçer. Nesin, burada yazlığa geldiği zamanlar boş durmamış ve Kurtuluş Savaşı ile ilgili olayları derleyip çocukların da anlayacağı bir dille anlatmıştır. Bugünkü öğretmen kuşağının da bu kitapları öğrencilerine okuttuğunu sanırım…


Edremit’le birlikte adı en çok anılan yazarımız, çocukluğu burada geçmiş olan Sabahattin Ali’dir. Benim Edremit’te, Altınoluk’ta verdiğim konferansların birinin konusu da Sabahattin Ali üzerineydi. Sonra bu konuşmamı yayımladım. Tuncer Cücenoğlu, konuşmamı beğenmiş, bana aynı adı taşıyan oyununu gönderdi, sonra da bütün kitaplarını. Bu sayede Cücenoğlu’nun bütün kitaplarını okumuş oldum. Ben Sabahattin Ali gibi Türk toplumunun yapısını gerçekçi bir gözle ele alan başka bir yazar tanımadım. Kürk Mantolu Madonna kısmen, Kuyucaklı Yusuf ise tamamen Edremit’te geçer. İki gün önce okuduğum Yeni Dünya öykü kitabındaki Hasan Boğuldu öyküsünde Kaz Dağları’nı destansı bir dille anlatıyor. İki yıldır Kitap Fuarı nedeniyle gittiğim Edremit’e bağlı Zeytinli’de Gazi’den arkadaşım Bekir Yalçıntaş ve Öğretmen Dünyası eski temsilcisi emekli öğretmen Cemil Yavuz’dan başka tanıdıklarla da karşılaştım ve yeni dostlar edindim.


Yunan adalarına bakan bu kıyılar sosyal demokrat yatağı. İçerilere doğru gidildikçe bildiğimiz Anadolu halkı ve yoksullukla karşılaşıyoruz. Köylüler kendi bağ ve bahçelerinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri pazarda satarak geçimlerini sağlamaya çalışıyorlar. Doğu’dan gelenler gibi yazlıklarda yapı işleriyle ve bekçilik gibi işlerle geçiniyorlar. (Ayvalık, 22 Ağustos 2018)


Diğer yazılar için: www.zekisarihan.com








49 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör