top of page

"KAR" ROMANI VE ORHAN PAMUK


ree

SUAT DELİBAŞ

*

Romanı okuduktan sonra Nobel ödüllü, kitapları en çok satan bir yazar hakkında bir iki şey yazmak veya yazmamak konusunda tereddütler yaşasam da buna bir okuyucu olarak hakkım olduğu kanaatine vardım.


Gelelim romana, öncelikle romanı sıkılmadan ve bir solukta okudum belirteyim. Peki, neden bunu en baştan söylüyorum çünkü aşağıda yazacağım eleştirilerden önce “sıkılmadığımı” özellikle belirtmek istedim ki bir çelişki olmadığı anlaşılsın.


Romanda öne çıkan üç ana başlık var diyebiliriz. Birinci planda öne çıkarılmak istenen tema; tepeden inme bir devrim olan cumhuriyet rejimi ile hesaplaşan ve mücadele eden Türkiye’deki bazı şeriatçı grupların yaşadıkları sorunlar ve mücadeleleri, türbancı(türbancı yazarın deyimi) kızlar ve Kars minimalinde anlatılmaya çalışılmış. Orhan PAMUK' un ön plana çıkarmaya çalıştığı diğer bir başlık olan aşk; çetrefilli, kirli bir düzleme taşınmış ve çok beceriksizce, bu işi bilmeyen, insanları ve duygularını tahlil edememiş, bunu hiç yaşamamış, özümsememiş bir yazarın kaleminden resmen boca edilmiş. Diğer önemli bir konu ise solcular. Yazarın solcularla kesinlikle bir problemi olduğu ve bu probleminden ötürü roman boyunca solcuları aşağılayıcı, küçültücü hiçbir ifadeden, yakıştırmadan kaçınmadığı aşikâr. Şunu da eklemeden edemeyeceğim; romanın bazı bölümleri bende, sanki 28 Şubat sürecinden ve yaşanılanlardan esinlenilerek yazılmış hissini de uyandırdı. Tankların yürümesi, tiyatro sahneleri, Sultanbeyli olayları, Erbakan’ın Libya ziyareti vb.


Ka ve Orhan arasında gidip gelen gözlemler ve anlatımlar değişik bir tat katmış romana…


Ayrıca her başlıkta bir olayın yeni bir olay ve entrikaya açılması, içerdiği gizemler, sürprizler romanı sürükleyici kılmış. Dili sade ve akışkan ama açıkçası Nobel ödüllü bir yazardan beklenilen bir dil ve anlatım yok maalesef. Roman, üçüncü tekil şahıs dili ile yazılmış gibi görünse de bir anlatıcı var ve bu anlatıcı Ka’ nın arkadaşı Orhan’dır. Bütün bu olup bitene tanrısal bir anlatım olan 3. şahıs dili olmadan (bu roman için) hâkim olması çok zor ( Ka’nın bazı notlarından ve bazı videolardan bunları çıkarıp yazması imkânsız). Arada Orhan'ın araya girip ben dili ile bir şeyler anlatması okuyucuya gerçeklik hissi yaşatması açısından romana farklı bir güzellik katmış.


Roman normal seyrinde devam ederken, şehrin tarihsel süreci, batı, Anadolu, geçmişte burada yaşamış milletler, siyasetler, Cumhuriyet rejimi, Jakobenizm, Marksizm, Kürtler, türban sorunu, aşk konuları bir biriyle bağlantılı olarak işlenmiş ancak tüm bunlar çok yüzeysel ve taraflı bir şekilde dile getirilmiş. Kurgusunda ise bazı sıkıntılar olduğunu düşünüyorum. Özellikle kardan dolayı yolları kapalı bir vilayette darbe girişimi bir romanda fazlaca gerçek dışı bir kurgu gibi duruyor. “Deli Deli Küpeli” filmini aratmıyor buradaki kurgu… İkincisi Herkesin, her bir kurumun dinlendiği, takip edildiği bir şehirde aranan İslamcı bir militan, nasıl oluyor da saklanabiliyor, sevgilisi ile buluşuyor ve çeşitli faaliyetlerde görüşmelerde bulunabiliyor. Üçüncü olarak da gizli görüşmeler, insan taşımalar için kullanılan at arabasının hiç dikkat çekmemesi ise zorlama, daha fazla masalımsı bir kurguya dönüştürmüş romanı... Son olarak da Atlas otelde şeriatçı, solcu, liberal Kemalist, Kürt milliyetçisi grup temsilcileri bir araya geliyor ve Avrupa’da bir gazetede yayınlanmak üzere ortak bir metin hazırlıyorlar. Yok daha neler! Bu durum kurgu olmaktan çıkmış bir vakaya dönüşmüş.


Ön plana çıkarılmak istenilen aşkın (kendisi de belirtiyor bunu), Orhan PAMUK’un anlatabileceği bir konu veya duygu olduğunu hiç düşünmüyorum çünkü Orhan PAMUK ya aşkı hiç bilmiyor ya da anlatamıyor. Mesela Ka, İpek’e aşkını o kadar sıradan bir şekilde ilan ediyor ki sanki pazarcıdan iki kilo iyi elma istiyor. "Hiç tanımadığın halde bana nasıl âşık oldun?" "Güzel olduğun için... Seninle mutlu olacağımızı hayal ettiğim için... Sana her şeyi utanmadan söyleyebildiğim için. Durmadan seviştiğimizi hayal ediyorum." Tam bu ilanı aşk sahnesinde İpek’in Almanya'da ne yapıyordun sorusuna direk; “….bir çekiyordum.” Cevabını yapıştırması Orhan PAMUK’un aşk anlayışı ve sıradanlığı olsa gerek. Bu kaba cevap ve sonrasındaki aşkla ilgili entrikalar aşkı aşk olmaktan çıkarıp sıradan bir boyuta taşımış. Yani “Orhan PAMUK, bilmiyor aşkı!”


Roman, ülkede kurulan cumhuriyet ile Cumhuriyeti özümsememiş grupların çatışması üzerine kurulmuş, tepeden inme bir devrimin halk nezdinde pek de sindirilmediğini anlatmaya çalışmış. Kars’ın Cadde ve sokak isimleri, salon isimleri ile devrim halkın zihnine yerleştirilmeye çalışılmış. Örneğin; Atatürk Caddesi, Halit Paşa Caddesi, Kazım Karabekir caddesi gibi bu da tepeden inme devrimi kabullendirmek için bir zorlama olduğunun bir kanıtı olarak sürekli tekrarlanmış. Ayrıca geçmişin izleri; (Ruslar’ dan, Ermeniler’ den, Osmanlı'dan) bu isimlerle veya baskı içeren uygulamalarla silinmeye, toplumun hafızası yok edilmeye çalışılmış gibi anlatılıyor.


Gelelim Orhan PAMUK’un sol düşmanlığına; roman boyunca bir sol düşmanlığı yapmaktadır Orhan PAMUK. Bir intikam peşinde koşmuş, özellikle 12 Eylül sonrası yenilmiş solu, bireyler üzerinden veryansın ederek, aşağılayarak tüm sosyalist grup ve düşünceyi bireylere indirgeyerek saldırmış. Marksizm’i ideolojik anlamda çürütmek yerine gruplar ve yarattığı kişiler üzerinden saldırarak; yarattığı karakterlerdeki zafiyetler üzerinden (kendince) alaşağı etmiş. Düzen adamı olmuş solcular, İslamiyet’e sığınmış solcular, Kemalist olmuş solcular, mafya, çete, insan kaçakçısı olmuş solcular, yurt dışına kaçıp siyasi sığınmacı olan ve maaş alan solcular say say bitmez Orhan Pamuk’a göre! Yine roman boyunca işlediği Kürt ve şeriatçı gruplardan söz ederken, Kürt militanlar, İslamcı Militanlar diye bahsederken; sol grup üyelerinden solcu teröristler, eli sopalı şiddete meyilli solcular, solcu hayaller için gençliğini feda edenler diye bahsediyor. Kitapta iki eski solcu arkadaşın karşılaşmaları ve aralarında geçen diyalog; "Muhtar'ın bir sorusu üzerine, bir zamanlar 'dergide üçüncü dünya üzerine yazılar yazan' kıvırcık saçlı, Malatyalı Tufan'ın delirdiğini işittiğini gülümseyerek söyledi. Onu en son Stuttgart merkez istasyonunda elinde upuzun bir sopa, sopanın ucunda ıslak bir bez ıslık çalıp koşarak yerleri silerken gördüğünü anlattı. Sözünü sakınmadığı için sürekli azarlanan Mahmut'u sordu daha sonra Muhtar. Ka onun şeriatçı Hayrullah Efendi nin cemaatine katıldığını, bir zamanlar sol için girdiği kavgalardaki hırsla, şimdi Almanya'da hangi camiye hangi cemaat hakim olacak kavgalarına karıştığını söyledi. Bir başkası, Ka’nın gene gülümseyerek hatırladığı sevimli Süleyman ise Bavyera'da üçüncü dünyalı siyasal sürgünlere kucak açan bir kilise vakfının parasıyla yaşadığı küçük Traunstein kentinde o kadar sıkılmıştı ki hapse tıkılacağım bile bile Türkiye'ye dönmüştü. Berlin'de şoförlük yaparken esrarengiz bir şekilde öldürülen Hikmet'i, bir Nazi subayından dul kalmış yaşlı bir Alman kadınıyla evlenip onunla beraber pansiyon işleten Fadıl'ı ve Hamburg'daki Türk mafyasıyla çalışıp zengin olan Teorik Tarık'ı hatırladılar. Bir zamanlar Muhtar, Ka, Taner ve İpek ile birlikte matbaadan yeni çıkmış dergileri katlayan Sadık, şimdi Alpler'den Almanya'ya kaçak işçi sokan bir çeteye elebaşılık ediyordu."


Orhan PAMUK, roman boyunca, İslamcı gruplara çeşit çeşit ve abartılı güzellemeler yapıyor. Ka’nın Şeyh Efendi Hazretleri’ni rüyasında görmesi, Şeyhin de onu rüyasında görmesi mektup yazıp çağırması. Ka’nın bir kadeh rakı içip hoşgörülü şeyhin yanına gitmesi, elini öpmesi, Şeyh hazretlerinin de onun elini öpmesi, Ka’nın bu olaylardan çok etkilenip Allah’a inanması… Muhtar’ın sarhoşken ve donmak üzereyken, sokakta yığılıp kalmışken ve hatta ölmek üzereyken bir anda doğrulup Şeyh Hazretleri’ nin yanına gitmesi ve onun da şeyhten çok etkilenmesi ardından Refah Partisi belediye başkan adayı olacak kadar dine ve siyasete girmesi…

Lacivert adlı aranan şeriatçı bir militanın da ne hikmetse gençliğinde babasına kızıp solcu olması ve romanın makûs kaderi sonucu, gerçeği görüp bir şeriatçı militan olması da yine solla bir hesaplaşma olsa gerek. Lacivert’in, roman boyunca bir kahraman, korkusuz bir militan ve gezgin, güçlü ve etkileyici bir lider, çok iyi bir dindar ve çevresindeki birçok kadınla hatta iki kız kardeşle birlikte olabilen, kadınların dilinden çok iyi anlayan bir erkek olarak anlatılması bu güzellemelerin doruk noktası olmuş…


(Burada noktayı koymalıyım galiba yoksa çok uzun olacak.)


Netice itibarı ile bir güzelleme, bir karalama, kötü bir aşk anlatımı olan, karakter tahlilleri ve tasvirleri hiç olmayan, düz ve sığ bir anlatımı olan roman okunabilir … Yaşar KEMAL, Yusuf ATILGAN ve Ahmet Hamdi TANPINAR’ dan sonra çok yavan…

Yorumlar


bottom of page