
Arama Sonucu
maviADA'ya DÖN
Boş arama ile 4537 sonuç bulundu
ETKİNLİK (1)
- 21 Ocak 2020 | 11:00Yalova Belediyesi Güzel Sanatlar Merkez Rüstem Paşa Gazi Paşa Cd. No:23 77200 Yalova Merkez/Yalova Türkiye
BLOG POSTA (4383)
- Şimdi Kasım
* Atatürk Zamanı... * ŞENOL YAZICI * Bazı değerler var ki ulusların vazgeçilmezi, yapı taşı... O taşlardan birini çeksen toptan yıkılır, sen de yıkıntının altında kalırsın. Bizim için Atatürk onlardan biri. Belki güncel siyasete katmıyorlar, seslerini yükseltmiyorlar ama en az yüzde seksenlerin olmazsa olmaz paydası. Tıpkı din gibi ya da yurtseverlik gibi... Her partide var onlar; her partide dini bütünler, milliyetçiler olduğu gibi Atatürk’e ve eylemlerine sevgiyle saygıyla bakan ezici bir çoğunluk var. Öte yandan kim ne derse desin, başkanlık seçimi demoklesin kılıcı. Hele iktidar % 1 farka bağlıysa… Bunu göremeyen ya da yaşadığı özgüvenle körleşen iktidar, bazen seçeneksizlikten, bazen başka nedenlerle ayakta dursa da gerçeğinde ayağına kurşun sıkıyor demektir. Çok zamandır yapılan da buydu. Hangi birini örneklemeli: Düne kadar, Sanki Türkiye Cumhuriyeti padişahın ve Batılı işgalcilerin armağanıydı. Yakın tarihin en önemli ve tek savaşı Atatürksüz(!) Çanakkale Savaşı’ydı. Kurtuluş Savaşı da Anadolu’nun her coğrafyasında sergilenen teatral bir gösteri… Yüzbinlerce insan eğlenirken izdihamdan ölmüş olmalı… Lozan başta olmak üzere bütün egemenlik adımları, devrimler hiçlendi, “KURTULUŞ”ta yapıtaşı olan o insanlar, düşmanına demekten utanacağın türlü sıfatlarla itibarsızlaştırılmaya çalışıldı. Yetmedi, onun kurduğu Cumhuriyeti koruma kollama görevi de üstlenen Ortadoğu’nun en güçlü ordusu türlü provokasyonlarla yıpratıldı. Neye hizmet edildiğini de 15 Temmuzda hepimiz gördük. Edebiyatta buna okuru ahmak yerine koymak denir; çok anlatılırsa öyle olurmuş gibi... Sanki mümkünmüş gibi uğraşmışlar yıllarca, bir ahmak ordusu yaratmak için. Atatürk çok zamandır sahipsiz gibi, yoğun saldırıya uğruyor. Herkes aklına geleni söylüyor, yakıştırıyor, karalıyor; hoşgörüyle adına düşünce özgürlüğü deniliyordu. Aynı hoşgörüyü bekleyip iktidara yönelik eleştiri, yorum yaparsanız vay halinize ama... Hadi dün neyse… Bitti mi sanki? Ders kitaplarındaki Atatürk konularını “sadeleştirmişler”, kısaltmışlar, bazı sınıflarda hepten kaldırmışlar. Bir Atatürk düşmanı kuşak yetişti mi? Belki istenilen oldu, OY’unun üstüne oynanan kitleden bazıları, çoktandır bekledikleri anı bulduğunu sanan üç beş yetişkin tip, gösterisini yaptı, içindekini sergiledi, tepki artınca meczuptur, delidir denildi, korundu, kollandı. Ama genç kuşak hayır… dedi ve gördük ki bu HAYIR nerdeyse koltukları devirecekti. Belli ki beklenen o ahmak okur onlar değildi. Atatürk’le birlikte savaşanlar ya da o günlerin tanıkları, ninelerimiz dedelerimiz birer canlı belge aramızda hala yaşarken olası mıydı bu? Varılan nokta şaşılan noktadır: Allahın sevmediğini peygamber sopayla kovalar; ortağı olduğumuz Nato, projesinde bir zamanlar önünde saygıyla eğildiği Atatürk’ü temsili düşman olarak gösterdi. Sonra da bugün, 10 Kasımda epey zaman sonra, apansız keskin bir U dönüşüyle Atatürk aşkı yeşerdi. Ki hiç de birden değildir; seçim orada, bu kadar yakın, istikbal sadece yüzde bire bağlıyken, partisi başka başka olsa da ezici çoğunlukta var olan Atatürk sevgisi hiç de görmezlikten gelinecek gibi değil. Zor demiri kesermiş. Malum anlayışın kıtaları Anıtkabir’e akıyor. Anıtkabir oldu olalı böyle bir kitle görmüş değil. Biz Atatürk’ü severiz ve kimseye de bırakmayız… hali sahici olsun olmasın iyi bir başlangıç, etkileyici, ayrıca doğru da… Ne milliyetçilik sadece MHP’nin tekelinde, ne Atatürkçülük CHP’nin… Elbette din de AKP’nin tekelinde olamaz. Bunlar hepimizin paydaları. Bizi ulus yapan unsurlardan bazıları… Ama samimi olmalı, diyeceksiniz. Niyet okumaya hiç gerek yok… Öyle diyorlarsa öyledir ve de sevindiricidir. Anıtkabir’e bu ülkede yaşayan her insan, her anlayış, her düşünce yakışır. Çünkü o kurtarırken şu özellikte, şu giyimde, şu anlayışta olanların dışındakiler… dışarı demedi, ötekileştirmedi, aksine tek vücut yapmaya uğraştı. Anahtarı ve rotayı elimize tutuşturup gösterdiği nihai hedef, ben ne diyorsam o…diye de demedi, çağdaş bilim ve akla ulaşın, dedi. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek olan sizsiniz, dedi. Ona borçlu olduğumuz DEMOKRASİ güzel şey; sizi iktidar, bizi de yönetime eleştirel bakma hakkına sahip vatandaş yapan demokrasi… Ne var ki ben o ütopik hali yeğlerdim. Hiçbir iktidarın halkın Atatürk sevgisine karışmadığı hali. Kuşkusuz inancına, yaşama tarzına, kılık kıyafetine, düşünce ve anlayışına da karışmadığı hali daha çok yeğlerim de karıştırmayalım, şimdi konumuz Atatürk sevgisi… Ülke bu güzel hale bürünmüşken artık itiraf edebiliriz; 1938 sonrası her gelen hükümetin kendi anlayış ve beklentilerine göre içini doldurduğu, daha doğrusu boşalttığı, bazen iyi bazen kötü, kendine göre anlamlandırıp muz gibi her şey yapıp her durumda dayatarak sunduğu Mustafa Kemal ATATÜRK'ten yorulmuş, sıkılmıştık. Bilmeliydik; ergin bir insana nefreti aşılamak kolay, ama sevgiyi aşılamak zordur, hele ben seviyorum, o zaman iyidir, sen de sev, ama gösterdiğim biçimde sev… hali akla ziyan bir uğraştır. İnsan bağrına basacağını ya da uğruna ölüme koşacağı felsefeyi tıpkı aşk gibi kendi yaratır. Dış etkenler olsa bile onu başka bir renge sokup kahramanı yapan gene bireydir. Ne vatanından çok uzakta, Kocaeli Değirmendere'de, KARTACA'yı bile görmeyen denize bakan mezarda artık kemikleri bile kalmayan ANİBAL'in, ne çağlar ötesinden bize, insan asla köle olamaz, diye haykırmayı başarmış SPARTAKÜS'ün, ne daha ASRISAADET döneminde, çağının en büyük dininin peygamberi dedesinin adı unutulmadan FIRAT kıyısında, sorarsan yine kendi dininden olanlarca boğazlanan HÜSEYİN'in, ne Pir Sultan'ın... partisi, hükumeti yoktur, onları yüzyıllarca EZBERLEYİN, diye dayatan, suni bir teneffüsle yaşatan, kalbimize zorla kazıyan...kimse yoktur. HALK ihtiyacını duyduğu kendi kahramanını, idolünü gününden ya da tarihin arşivinden bulur, çıkarır, tozlarını silker, giydirir, süsler zamana ve egemene inat yeniden, olduğundan daha görkemli yaratır ve yaşatır. İhtiyaç duyuyorsa, sen de karanlığa saklı değilsen, dağı taşı Karaoğlan yaptığı gibi... yapar. Ki ATATÜRK bulunması zor tarih de değildir, birilerinin soluğunu ensesinde hissedip dehşete düşeceği kadar yakın ve canlıdır, hala... ATATÜRK’ün egemen sınıflara ya da kör bir disiplin yaratmak için adını kullanacak hükumetlere ihtiyacı yok, O, artık hatasıyla sevabıyla HALKINDIR. Gariptir HALK... Her anlamda ve her yönüyle garip... Dün ölen dedesini anımsamakta güçlük çeken insan, hayatında tek kitaba sahip olmamış insan, bakarsınız tek bir yazılı yapıt bırakmayan, SOKRATES'i felsefesiyle, yaşam öyküsüyle ANIMSAR, ama gel gör ki onu kendini öldürmeye mahkûm edebilecek dende güçlü, çağının en görkemli egemenleri Antik YUNAN'ın 500'LER MECLİSİ'ni bilmez bile... Sen ne kadar karalarsan karala, unutturmaya çalışırsan çalış, o asla KAHRAMANINI unutmaz. Çünkü o senin baskına karşı da sığınağıdır. ATATÜRK ne zaman, tabandan kopuk egemen sınıfların, BEYAZ TÜRKLER'İN kahramanı olmaktan kurtuldu, gerçek yerini buldu, halkın oldu. Mağdur gibi görünüyorsa da aldırmayın, insanın doğasında vardır; ATATÜRK 19 Mayıs 1919’da bile belki yalnız, ama mağdur değil, ne yaptığını, yapacağını bilen, geldikleri gibi giderler diyen bir savaşçıydı. Öyle olsa bile HALK, özünde bir şeyler barındıran, bir şey vadeden omurgalı, ilkeli ve onurluyu sever... Kim ne yaparsa yapsın değişmez bu kural. AKP’nin bir süredir askıya aldığı “Yeni Türkiye” söylemlerine Atatürk’ü de eklemesi hangi niyetle olursa olsun bu ülkeyi kuran adama saygı göstermesi bizi kaygılandırmaz, aksine sevindirir. Akıl geç de olsa üstün geldi, olması gereken buydu deriz. Belki bu endişelendirebilir; iktidarın kendi tarzında olduracağı bir Atatürkçülük dayatması kaygılandırır. Önceden çok gördüğümüz, her gelen iktidarın önce içini boşaltıp, sonra da kendine göre oldurup, gündelik yaşamın her anına yanıt olacakmış gibi amentüye çevirip dayattığı Atatürk’ten yorulmuştuk. Şimdi AKP de aynı yolu izlerse, nasıl bir şey çıkar ortaya merak etsem de korkutur. Yoksa herkesin tam bağımsız Türkiye idealini savunan Atatürk’te birleşmesi doğru olandır. Ne var ki O, gündelik politikanın her zaman üstünde kalmalı. Siyasi çıkarlar için kullanılmayan hiçbir değer kalmadı, Atatürk’ü bari rahat bırakalım. Siz samimiyseniz, bir güzellik yapın, yakasını bırakın, öyle değil böyledir deyip kendi anlayış ve çıkarlarınızı monte ettiğiniz Atatürk hiç de sevimli gözükmeyecektir. Unutmamalı, sizi iktidara taşıyan geçmişin o dayatmalarıdır biraz da. Egemenler Atatürk’ü bıraktıkça halk onu daha da sevecektir. Çünkü olmazsa olmazımızdır O. * 21 Kasım 2017, mavi ADA -zaman değişmeyince....- FOTOĞRAF 29 EKİM 2013'te Bursa Nilüfer'de 5990 gönüllü katılımcının katılımıyla oluşturulmuş dünyanın en büyük ATATÜRK PORTRESİ resmidir. * 21 Kasım 2017
- Yokluğunu Hissetmediğimiz Dostumuz Değildir
Şenol YAZICI * Çocukluğuma dair çok fazla şey anımsamam, ne var ki, birkaç olay belleğimden hiç çıkmaz. Bazen zamanın her şeyi bulandıran sisleri arasından olanca netliğiyle fırlar, gelir. Bunlardan biri Ay'a gidilmesiyle ilgilidir. Önünü ardını bilmiyorum ama ilk Ay'a insanoğlunun ayak bastığını duyduğumda herhalde babamın elimden tutup götürdüğü camideki bir mevlitteydim. Büyükler radyodan duydukları bu haberi tartışıyor, büyük bir uğultuyla aya gidilip gidilemeyeceğini konuşuyorlardı. Çevrenin ileri gelenlerinden Ömer Ağa dedikleri hep at üstünde gezen şişman bir adam, hararetli tartışmaya, babamın evdeki sesi gibi kesin bir sesle son noktayı koymuştu. "Aya gidilemez, " demişti. "Çünkü Allah izin vermez. " Bütün tartışma bir anda son bulmuş, kısa bir sessizlikten sonra bu kez her ağızdan ağayı onaylar biçimde ama farklı farklı konuşmalar başlamıştı. Nasıl olduysa birisi itiraz etti. "Allah yarattığı gökten ve gezegenlerden insanın yararlanmasını niye yasaklasın? " Gene büyük bir sessizlik olmuştu. Mırıldanmalar başlamıştı ki, Ömer ağa kararına muhalefet eden adama döndü: "Sen Allah’ın işine karışma," dedi alayla, "Senin ne olduğunu hepimiz biliyoruz. " Ne demek istemişti anlamamıştım ama herhalde bildikleri şeyler ağır şeyler olmalıydı. Tereddütler anında yok oldu. Artık karar kesindi: Bizim orda kırk türlü olanak olsa dahi artık aya gidilemezdi. Hiç aklımdan çıkmayan bu olayın etkisiyle o muhalefet eden eğitmeni hep merak etmiştim. Neydi, nasıl bir suçu ya da sapkınlığı vardı? Hiç unutmadım. Sonradan kazandığım öğretmen okulunda kapıcı olduğunu görmüştüm. Devlet eğitmenini unutmamış gene bir görev vermişti. O zaman öğrendim ki köy enstitüsünü bitirmiş, yani köyün en tahsillisi, yani okur yazar olan ender insanlardan biri adamın herkesin bildiği tek kusuru; o devir muhalif olan bir partiye oy veren birkaç kişiden biri olmasıydı. Öyle önyargılı ve kendinden başka olana öyle tahammülsüz bir yaratık insanoğlu. * ON KASIM'DA maviADA'nın internet sayfasında Atatürk'ü anan benim imzamla bir yazı yayınladık. Derginin ve benim toplam on bini bulan üyelerinden bir bölümü, bazıları sitem ederek bazıları da sessizce ayrıldı. Sövmedikleri için teşekkür etmeliyim herhalde, ama tahammülsüzlüğe içerlemekten de kendimi alamıyorum. İlk fark ettiğimde aldırmadım, sonra sonra içerledim, ne var ki açık tepkim, taraftar yaratmak, karşıtlarını üretmek tarzı bir ilgi girişimi olarak tanımlanır, diye düşünüp sustum. Biri de çekilmedi ama özelden mesajla aydınlattı beni: Atatürk rantına sarıldın bakıyorum, diye. Onu da kendim sildim arkadaşlıktan. İyi de bugünlerde Atatürk'ü sevmek nasıl bir rant sağlar insana ki?.. Olsa olsa akılsızca yanlış zamanlama dedirtir... Övünmek gibi olmasın, ama sen de iyi bilirsin ki, benim aklımın zekatı sülalene de yeter. O halde?! Atatürkçülük'ten rant elde etmeyi düşünsem elbette devlet memuru olduğum günlerde yapar, istikbal sağlardım, oysa layığınca olmamakla suçlandım hep. Kendi ülkemde gurbetçi kaldım. Benimki romantik bir aşkmış, Spartaküs'ü de seviyormuşum, Atatürk'ü de... inanç değilmiş diye gazetede bile yazdılardı, dinimi, niyetimi ve aklımı okuyan bilirkişiler. Gariptir aynı günlerde sık sık orayı CHP'nın arka bahçesi yapmaya uğraşan yöneticilerle çelişkiler yaşasam da, dönemden memnuniyetsizliğimi dile getirebileceğim tek muhalif ortam gördüğüm ADD'nin komisyon başkanlarından biriydim de... Desenize bu da benim aleyhime bir durumdur. O zaman bilin de rahatlayın, bir dönem, küçük burjuva devrimlerine destek veren Lenin'i de, Küba'nın efsanevi devrimcisi Che'yi de çok sevmiştim. Bir dönem çalıştığım Ege kentinde bırakın sağcıyı, İGDli bile bırakmamaya kararlı temizlik yapan sol faşistlerle de kavgalıydım... Cezam nedir ki? Tümden gider beni SİZSİZ ve kimsesiz mi bırakırsınız? Sahi siz birine KİMSE olmuş muydunuz? Kendiniz de dahil... 2002'de maviADA'nın çekirdeği kimseSİZ dergisini yaptığımız günlerde sosyalist, özgürlükçü ve demokrat olduğunu hep söyleyen, kitaplarında Gorki'nin Türkiye versiyonu gibi yazan, onu da hala aşamadığından başka dil geliştiremeyen eski kuşak bir yazarımız, bir yemekte gözyaşlarıyla artık kimsenin kitabını basmadığını, yayınevi bulamadığını söylediğinde üzülerek, gel dergide biraz reklamını yapalım, demiş, bir süre ona yönelik olumlu bir farkındalık oluşturmaya çalışmıştım. Kuruluşuna hiçbir katkısı olmadığı halde derginin pöpüler yazarı olarak göklere çıkardığım, tanıtımını yaptığım o günlerde aramızdan su sızmıyordu. Ta ki derginin o dönem Trabzon temsilcisi olan bir yazarın yazdığı, samimi olmayan Atatürkçülerle ilgili eleştirel bir yazıya dergide yer verinceye kadar... Bana hiçbir şey söylemedi ama bizim yerli Gorki bundan rahatsız olmuştu ya da kendine yeni makam yaratacak bir kaynak bulmuştu. Bir otelin konuklarına verdiği yılbaşı yemeğine davetli giden benim arka çıktığım bu sosyalist, kadınların olduğu ortamlarda içki içmeden sarhoş ve kahraman olma gibi bir meziyeti olan hayli yaşlı yazarımız, övüngenliği tutup, ben sosyalistim, Atatürk'ün olduğu bir dergide yazmam... gibilerinden ver yansın etmişti bize. Hem de derginin temsilcisi olan kimi hanımların yanında yapmıştı bunu. Kulağıma gelince, bu akılcı eleştirini sokağa değil, bana yapsan yol alırdık, farklılığa tahammülü olmayandan sosyalist mi olur, faşistim de bari, diyerek dergiden çıkarmıştım . Hala da konuşmayız. Bu ülke ilginç... Kırk yıl önce böyle olması doğal gelirdi bize, uğruna cihat etmeye değer gözükürdü. Devletin bizzat mimarlığını yaptığı bir toplumsal algı düzenleme etkinliği vardı ve o algının dışında düşüneni linç ederdik. Çünkü belki iyiniyetli ama zır cahildik. Ömer Ağa gibiler ne dese onu doğrulardık. Öylece gençliği sokağa sürdüler, yetmedi beş bin kişiyi sokaklarda kuduz köpekler gibi avladılar, kurşunladılar, bombaladılar, astılar. Sadece neden bıyığın öyle, neden saçın uzun, neden o gazeteyi ya da bunu okuyorsun diyerek başlayan algı değiştirme operasyonlarında. İnkar edecek değilim; Nazım deyişi o "sarışın kurt"u aşkla seviyorum, çünkü o çağdaşlığın aklın bilimin aydınlık yüzü, ışığı... Sadece benim değil, senin de, Kürt'ün de Laz'ın da, Çerkez'in, Müslümanın, ateistin de karanlığa karşı kalkanı oluşundan seviyorum. Başkalarını da seviyorum, Fatih'in İtalyan ressama portresini yaptıran geleneği kıran, çağaşan anlayışını, Kanuni'nin adalet aşkını, Enver'in korkusuz savaşçılığını, Marks'ın ezilen sınıfları kurtarma mücadelesini... Ne var ki onları bir yönleriyle seviyorum, öteki yönleri aklıma geldikçe duralıyorum. Aslında buna takdir etmek, insanlığa katkılarına müteşekkir olmak denir, aşk değil... Oysa ATATÜRK'ü tıpkı CHE gibi, tıpkı Deniz GEZMİŞ gibi, tıpkı ECEVİT gibi aşkla seviyorum, kusursuz ve ideal olarak. Bilmek istersen anlatayım, beni olduran da seni olduran koşullar. Uzatmaya çalıştığım saçım, azıcık genişleyen paçam safımı ilk belirleyen oldu. Koca delikanlıyken bile saçlarımı sıfıra vurup, başıma şapka geçiren beni ancak öyle öğrenci görebilen anlayışı nasıl severdim ki?.. Devlet diye algıladığımız gerçekte geçici bir hükümetin kendi anlayışına göre dayattığı algı zapturaptına hep karşı oldum. Bir parmak çocukken denk geldiğim, biraz sürü psikolojisi, en çok da üst sınıfların zoruyla bilmeden, anlamadan korku ve kaygıyla ama arkadaşlarımı terk edemeyişimin sonucu kerhen katıldığım öğretmen okulu boykotu da anlamadan beni bir siyasete dahil ediverdi. Ülkeme olan sevgim ne olursa olsun, farklı olanı hesaba katmayan, bir saç, bir bıyık, bir gazete... nedeniyle karşı olduğunun ölümüne fetva veren bu anlayışın saflarında olmayı bile sırtını sağlama dayamak alçaklığı görüp tam karşı safı seçme talihsizliği ya da ahmaklığı ya da şansını yaşayanlardan biri olacakyım. O saf dünden bir karış da olsa ilerde ve öğrendiğimdi. Öğrendikçe olgunlaştırdığım, olgunlaştırdıkça estetikleşen ve ötekini de hesaba da katan yaşına, eğitimine, konumuna uygun adam olmaya çalıştı. Ya sen? Sorarsan ihanetim yok dersin, aslım neyse neslim de o olacak da dersin. İyi de asıl ihanet o değil mi, yaratılışın sana insan olarak bağışladığı güç, akıl ve yetenekleri ne kendin, ne ailen ne dünya için kullanmayıp, hiç gelişmeyip aynı ve kendin kalmak, Allah'a da da sana da, ailene de, ülkene de ihanetin en büyüğü değil mi? Mağaradan çıksaydın, bir eve geçmeyi kendine ve kabilene ihanet mi sayacaktın? Kimseyi kandırma. Öğrenme yeteneğin yok, yapmak için eringensin, becerin varsa da körleşmiş, bütün derdin statükoyu korumak, ölene kadar aynı kalmak; penisilin mi icat olmuş, sen ısırgan otu kullanırsın, gavur icadı deyip. FARKINDA MISIN, EN BÜYÜK HAİN SENSİN? Tek fark ben sana tahammül edip seni uyandırmaya çalışıyorum gene de, sense elinden gelse beni haritadan sileceksin. Ben olmazsam, neyim diye soracağın aynan da kalmayacak düşünmüyorsun. Her yasak ve çağ dışı anlayışlarına kaynak gösterip fetva buldukları Atatürk’ü de elbette o dönemki sol gençlik gibi hiç sevmedim. Nasıl sevecektik ki, hiç tanımadığımız ATATÜRK'ü, bizi görünce zebani görmüş gibi davranan ilkokul mezunu bile olmayan cebebrrut mahalle imamı ya da bize zamane veledi gözüyle bakan dedemiz gibi görüyor, onun da yaşasa bıyığımızla, paçamızla, eteğimizle, saçımızla uğraşacak bir köhne anlayışı temsil ettiğini düşünüyorduk. Çarşaf, sarık ve zıpkınlı şalvar döneminde bir onun çağdaş giysilerle dolaşan, her yeniliği ülkesine sanki kişisel eviymiş gibi hevesle aktarmaya çalışan olduğunun resmini bile görmemiştik ki... Ülkemizi kurtaran, Cumhuriyeti kuran kişi olduğu bilinci henüz oluşmamıştı, ezberletilmeye çalışılıyor ama izlenen yöntemler doğru da söylense isyanımızı körüklüyordu sadece... Eskiden sanıyordum ki, sadece biz "cahil" gençler böyleydik, devlet erkini temsil eden umur görmüş yaşlılar tarafsız bir gözle Olimpos'tan bize bakıp halimize üzülüyorlardı. Bilincim artıp anlayışım arttıkça, hele devletin politikasının karanlık yüzü kazaen ortaya çıkıp kirli çamaşırlar saçıldıkça, görüldü ki o umur görmüş yaşlılardı asıl bizi arenada dövüşen gladyatöre çevirenler... Onlardı kişisel iktidarlarına Atatürk'ü kaynak yapan, adına fetva yazanlar. Aslında asıl onlardı Atatürk'ü hiç anlamayanlar, çağdaşlaşma adımlarından zarar gören dedesinin kinini güdenler, onu sevmeyenler, bir miras gibi Atatürk düşmanlığını bilinç altına işleyip gelecek kuşaklara aktaranlar. Onlardı Ömer Ağa gibi Allah adına fetva yazıp kul aldatanlar. Onlar aslında bilgisi, görgüsü sıfır, kerameti kendinden menkul ama düşman yaratmayı, ötekileştirmeyi iş edinmiş, makamını, iktidarını buna borçlu insanların dümen suyunda gitmeyi seviyordu, kendi yargıları, sorgulamaları yoktu. Onlar Deli İbrahim'i seviyordu, onlardı tarihin en eli kanlı adamı Moğol Cengiz Han'ı Türk sayıp baş tacı yapıyordu, onlar Oğuz'un Kayı boyundan gelenleri bu ülkenin gerçek efendisi sayıyor, benim gibi antik karanlıkta Latin eli değmiş bir eyaletten gelenleri parya görüyordu... Ben de onlara düşman oldum. Ne kadar zaman... Bilmem... Ama inkâr edecek değilim, yaşadığım koşullanmışlık ya da akıl körlüğü bir zaman sürmüştür eminim. Yine de olmayan aklına sonsuz köle olanları düşündükçe halime şükretmeli... Şimdi başka türlü düşünüyorum. Kimilerinin Deli İbrahim' i sevmesi ne kadar doğalsa benim de Atatürk'ü sevmem doğaldı. ben ona tahammül edecektim o da bana... Kimileri nasıl simsiyah teniyle zenci doğuyorsa, kimileri de benim gibi çekik gözlü Çinli doğuyordu. Bunda hiç suçumuz yoktu ve öteki kadar bizim de bu dünyanın nimetlerinden yararlanmaya hakkımız vardı. Aynı vatanda, hatta aynı dünyada huzurla yaşamak istiyorsak farklılıklarımızı bir enerjiye çevirip tahammülü öğrenmemiz gerekiyordu. Bazılarının Atatürk'ü anan sitemizde yayınlanan imzamı taşıyan 10 Kasım yazımızı gerekçe gösterip % 3 lük oranda, yani 5000 kişi de 150 kişinin aramızdan yani maviADA üyeliğinden ayrılmasını elbette yadırgadım. Yazıyı yeniden okuyup bir anlayışa bir inanca sataşan bir yanı mı var diye de baktım, ama ben göremedim. Varsa inciten düşmanca bir yanı, ayrılanlardan geri dönmemeleri şartıyla peşinen özür dilerim. Neden geriye dönmemeleri şartıyla… diyorum, biliyor musunuz? Bu anlayış sürdükçe yani kendilerinden olmayanların penceresindeki her camı alaşağı etmeyi görev edindikçe, bütün pencerelerin camsız kalmasının kaçınılmaz olduğunu bilmeyene ne diyeceksin? Sizin Deli İbrahim'i sevmeniz nasıl doğalsa ve ben buna alışmalıysam, sizin de benim Atatürk'e geçe kalmış sevgime de alışmanız gerek diye mi? Ya da Atatürk olmasaydı... diye başlayan aklı olan herkesin anında kestirebileceği olasılık hesaplarını mı sayıp dökecektim. Hadi canım sen de… Olympos’taki iktidar sahiplerinin buyruklarıyla algı belirleyen ya da değiştiren kişi de beni dinleyecek öyle mi? Bana sempatisi zaten benzediğimizi sanmasındandı, birkaç yönlü benzemezliğimizi görünce… İyi ki bu kadar kaldı kendimi açığa vurmam, ben soğanın cücüğünü severim desem acep ne olurdu? Yok istemem, böylesi belki düşmanım değildir, o sevgime itiraz ediyordur sadece, ama dostum da değil, diye düşündüğümden, dönmelerinden bir şey hissetmeyeceğimdir. Eğitimsiz, kaba ve çirkef, ama suret i haktan gözüken, çapına fazla gelen koltuklarda oturmaya heveslenen ve bununla böbürlenen dangalak arife böceklerine, nankör ve ikiyüzlülere, ucuz politika simsarlarına, ciğersiz ama sanala sığınıp mangalda kül bırakmayana, edebiyat çetelerine, anamalcı düzenin temsilcilerine, sanatı ya da politikayı zevzeklik, inanç, ırk, tanıdık, cinsel istismar yoluyla yapmaya çalışan adına da vatan millet adına diyenlere… unutmadan bir de hiçbir şey vermediği dergileri kendilerine hizmet etmeye mecbur reklam aracı, kendilerini Nobel almış sanatçı görene de karşıyım, hatta gündüz sarımsak yiyene, hatta Amerika’nın dünya jandarmalığına da… daha birçok kişiye ya da anlayışa karşı, acizane aklımla onayladığım sevdiğime taraf yazılar yazıyorum, yani aynen sizin gibi. Muhalif ya da taraf olma hakkımı mümkün olduğunca nezaketle kullanmaya çalışıyorum, diyelim ki yine sizin gibi. Ne var ki, ayrıldığımız yer de var; siz ne kadar rahat olsanız da ben de aksi durum var, terbiyem ortalık yerde sövmeme izin vermiyor... İma ediyorum. Ne var ki görüyorum ki hiçbiri üstüne alıp da gitmiyor, ben kovmadıkça. Ne duruyorlar ki?… Yalnızlık üşütür insanı doğru, ama sanalda değil... Hele böylelerinin yokluğu hiç değil... DERLER YA; İNSAN DEDİĞİN İZ BIRAKIR; VARLIĞINI YA DA YOKLUĞUNU HİSSETMEDİĞİN ne DOSTUN ne de DÜŞMANIN DEĞİLDİR... Git be arkadaş, hiç derdim değilsin... *Yazdığım bence il kitap komisyonundan bile onay alabilecek masumiyettteki yazıyı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. ya da https://www.adadergi.com/single-post/2014/11/10/Senin-Kadar-Y%C3%BCrekli-Olmak-%C4%B0sterdim adresinde bulabilirsiniz. 22 Kasım 2014, 04:17, maviADA
- İnönü ve Anıtkabir'in Sessiz Buluşması
Mehmet ŞAMİLOF * Her yıl 10 Kasım sabahı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kalbinde, Anıtkabir'de, kimsenin şahit olmadığı ancak tüm bir milletin hissettiği derin bir ritüel yaşanırdı. İsmet İnönü. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en yakın silah arkadaşı, kadim dostu ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci Cumhurbaşkanı. 10 Kasım'lar geldiğinde, resmi törenlerden çok önce, henüz şafak sökmeden Anıtkabir'in o görkemli, ancak o günlerde bir o kadar da hüzünlü atmosferine adım atardı. Bu, bir devlet adamının ziyareti değil, bir dostun vedasıydı. Kimseye yer vermez, protokolü bir kenara bırakırdı. Atatürk'ün mozolesinin tam karşısına, sanki yıllar önceki Çankaya köşkünde bir çalışma masasına oturur gibi, sessizce yerleşirdi. "Dava ve Silah Arkadaşı, En Büyük Dostu..." İnönü, karşısında uyuyan o büyük lidere, Atatürk'e, saatlerce bakardı. Bu, sessiz bir dertleşmeydi. Yılların yükü, memleketin geleceği, omuzlarına binen sorumluluk... Tüm bu konuları, belki de en iyi anlayacak olan tek insana, sessizce anlatırdı. Bu anlamlı ve dokunaklı gelenek, İsmet İnönü'nün son nefesine kadar, bir gün bile aksamadan devam etti. Her 10 Kasım, bir saygı duruşundan çok, iki dev ismin ruhani bir buluşmasıydı. Onların dostluğu, sadece uyumdan ibaret değildi. En sert tartışmaları bile memleket meseleleri üzerineydi. Yakın çevrelerince biliniyordu ki, birçok konuda keskin görüş ayrılıkları yaşanabilirdi. Biri, heyecanlı ve vizyoner adımların öncüsü; diğeri, temkinli ve gerçekçi adımların savunucusuydu. Ancak bu tartışmaların bir kavgaya dönüşmesine asla izin verilmezdi. İşte tam bu anlarda, o tatlı arabulucu devreye girerdi: Salih Bozok. Atatürk'ün yaveri olan Bozok, tartışmanın tansiyonu yükseldiğinde, tecrübesi ve sevecenliği ile konuyu bir şekilde "tatlıya bağlamayı" başarırdı. Çünkü iki lider de bilirdi ki, bu tartışmalar, kişisel hırslardan değil, sadece ve sadece Türkiye'nin geleceği içindi. Anıtkabir'deki o yalnız sandalye, sadece bir anıt değil, aralarındaki o büyük ve eşsiz dostluğun, saygının ve memleket aşkının ebedi bir sembolü olarak kalmıştır.
SAYFA (60)
- NİF DAĞI'NIN YALNIZLARI I Zeliha AYDOĞMUŞ I maviADA
NİF DAĞI İzmir'in Kemalpaşa sırtlarında... Eşsiz bir bitki dokusu var. Zeliha Aydoğmuş'un çektiği bu bitkilerden bir kaç örnek... Galeri PAYLAŞ Zeliha Aydoğmuş SERGİ: NİF DAĞInın YALNIZLARI GİRİŞ YAP
- SahneSanatları
SahneSanatları: SİNEMA, TİYATRO Sinemadan Bir ORHAN GÜNŞİRAY Geçti Orhan Mahir Günşiray * (16 Eylül 1928, İstanbul - 27 Ağustos 2008, İstanbul ), Türk sinema, dizi oyuncusu ve film yapımcısı .... maviADA 28 Ağu 4 dakikada okunur Filiz Akın'ın Sessiz Vedası Filiz Akın, Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit’le birlikte Türk Sineması’nın “dört yapraklı yoncası”ndan biriydi... Türk... maviADA 25 Mar 4 dakikada okunur TERZİ ZELİHA AYDOĞMUŞ * * OGM Pictures imzalı TERZİ dizisinin başrollerini, Çağatay Ulusoy, Salih Bademci ve Şifanur Gül paylaşmıştır. 2 Mayıs... ZELİHA AYDOĞMUŞ 7 Ara 2024 1 dakikada okunur ALFAPETEK Bir tür bulmaca yarışması.... Ali İhsan VAROL desem, belki zorlanabilirsiniz anımsamakta ama Kelime Oyunu dediğimde, televizyon... Zeliha AYDOĞMUŞ 10 Ağu 2024 2 dakikada okunur Tiyatro Varsa Ben Varım AFİFE JALE * Nurten B. AKSOY * "Beni de alın koynunuza ne olur hatıralar Dolanıp kalayım bir an boynunuza hatıralar" Selahattin Pınar... Nurten B. AKSOY 24 Tem 2023 4 dakikada okunur Dünya Tiyatrolar Günü Nurten B. AKSOY * Her gün bir trajedi izlediğimiz dünyamızda, oyunların yasaklandığı, sanatçıların ötekileştirildiği, sanata duyulan... Nurten B. AKSOY 27 Mar 2023 3 dakikada okunur Uludağ ve Sinema -3- Yeşilçam'ın Beyaz Filmleri “Sinema geldi ve zindandan oluşma bu dünyayı saniyenin onda biri uzunluğundaki zaman parçalarının... Tamer UYSAL 14 Ara 2020 14 dakikada okunur Uludağ ve Sinema - 2 - GÜNÜMÜZE GELİRKEN BURSA Uludağ’ı en güzel, İnegöl’den görürsün Hele bulutlar sarsın, tepesini örülsün Lodoslu havalarda, sanki... maviADA 13 Ara 2020 11 dakikada okunur Baba IMDB: 9.2 Tür: Suç, Tavsiye Filmler, Oscar Ödüllü Filmler, Dram, Yapım: 1972 Yönetmen: Francis Ford Coppola , Oyuncular: Marlon Brando ,... maviADA 12 Nis 2020 1 dakikada okunur ARABESK Beş milyon dört yüz yetmiş beş bin dokuz yüz seksen! Rakamla 5.475.987… Türk Filmi tarihinde yer etmiş, hatırı sayılır bir filmin iz... maviADA 4 Nis 2020 3 dakikada okunur Gülriz Sururi Yıl 1929... Dönemin ünlü dans salonlarından birinde tanışıp aşık olan Abdülhamit'in kilercibaşısı İbrahim Bey'in torunu Suzan Hanım ve... maviADA 2 Oca 2019 3 dakikada okunur Uluslararası Dostluk Film Festivali Sevgili Dostlarım 14, 15, 16 Aralık tarihlerinde 6 farklı mekanda gerçekleşecek Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivali’nde buluşalım... maviADA 15 Ara 2018 2 dakikada okunur 1 2 3
- Yazarlar | ADALILAR | maviADA Dergisi
maviADA'ya Can Suyu Olanlar, emek verenler, yetkili yazarlar, "yazı nöbeti" tutanlar, editörler, yönetimde yer alanlar, koordinatörler, yazarlar, şairler, katkıda bulunanlar... maviADA YAZARLAR maviADA KÜNYE maviADA 18 Şub 2 dakikada okunur Şenol Yazıcı maviADA KÜNYE Şenol YAZICI 11 Oca 2 dakikada okunur Aycan Aytore maviADA KÜNYE maviADA 1 Eyl 2024 1 dakikada okunur Niyazi Uyar maviADA KÜNYE Niyazi UYAR 21 Ağu 2024 1 dakikada okunur Yusuf ERBAY maviADA KÜNYE Yusuf ERBAY 20 Ağu 2024 2 dakikada okunur Zeki SARIHAN maviADA KÜNYE Zeki SARIHAN 19 Ağu 2024 1 dakikada okunur CAN DÜNDAR maviADA KÜNYE maviADA 15 Ağu 2024 1 dakikada okunur Zülfü LİVANELİ maviADA KÜNYE maviADA 15 Ağu 2024 1 dakikada okunur İbrahim TIĞ maviADA KÜNYE maviADA 3 Mar 2024 1 dakikada okunur Mehmet Çoban maviADA KÜNYE Mehmet ÇOBAN 16 Ağu 2022 1 dakikada okunur Erhan TIĞLI maviADA KÜNYE Erhan TIĞLI 1 Şub 2022 1 dakikada okunur Uğur Özışık maviADA KÜNYE Uğur ÖZIŞIK 31 Ara 2021 1 dakikada okunur Nebahat Poşluk maviADA KÜNYE Nebahat POŞLUK 12 Nis 2020 1 dakikada okunur Zeliha AYDOĞMUŞ maviADA KÜNYE Zeliha AYDOĞMUŞ 31 Mar 2020 1 dakikada okunur Murat Seven maviADA KÜNYE maviADA 13 Mar 2020 1 dakikada okunur 1 2 3 4 ARAMIZDAN AYRILANLAR maviADA 2 Bahar Ödülleri maviADA * maviADA Eylül 2025'te duyurmuştu, her altı ayda bir dergimize yeni katılan arkadaşlar arasından, dergide en az beş yazısı... maviADA KÜNYE maviADA 13 Mar 1 dakikada okunur Okur Yaratmak Eğer bir yazarsanız, yüzleştiğiniz ve kabul gördüğünüz her okur, bu uzun yolda çok önemli birer kilometre taşı olacaktır. Çünkü onların... maviADA KÜNYE maviADA 5 Şub 1 dakikada okunur Bir Derginin İstinat Noktası maviADA Akış Kaynakları * Genelde tüm dergiler, özelde maviADA yazı akışı yönünden dört ana kaynaktan beslenir. 1.Başta o derginin öz... maviADA KÜNYE maviADA 4 Şub 1 dakikada okunur maviADA'da Yazar Olmak Bize Katılmak İster misiniz? * Önce sitemizi inceleyin. Eğer kanınız ısınır, siz de bizimle birlikte bu yolculukta yer almak isterseniz,... maviADA KÜNYE maviADA 4 Şub 3 dakikada okunur Bir Mavi Serencam * Ankara'da üniversite yıllarımda ilk TDK'nın bürosunda tanıdığım, sonradan öğretmenim de olacak yazar Adnan BİNYAZAR, HAYAT Şenol YAZICI 2 Şub 18 dakikada okunur maviMÜZİK Dünyanın en güzel müzikleri maviADA / maviMÜZİK'te ... *Dinleyin *İndirin *Paylaşın BEDAVA maviMÜZİK'te TIKLAYIN * 02.11.2016 MAVİLİK maviADA 19 May 2024 1 dakikada okunur maviADAlılar Genelde Türk ve Dünya kültür tarihinin önemli isimlerini, özelde 2002'den bu yana yolu bir nedenle maviADA'ya düşenleri, YAZARLARI ,... maviADA KÜNYE maviADA 30 Mar 2024 1 dakikada okunur Arşiv Uğrayacağınız ARŞİV bölümü, gerçekte maviADA'nın 2002'den bu yana geçmişi, saklı hazinesi, gömüleri demek. O nedenle de resmi hazine... ARSİV maviADA 25 Oca 2022 1 dakikada okunur maviADA KÜNYE / NEDİR maviADA, Ne Değildir? / maviADA 2002'den beri kültür ve sanatın içinde aktif bir dergi. Yakın zamana değin basılı dergiler,... maviADA KÜNYE maviADA 1 Şub 2021 3 dakikada okunur Hayat HAYAT çok sert geçen satranç maçlarını anımsatmıyor mu size de? Şahıyla, filleriyle, kalesiyle, atıyla ve kalabalık piyonlarıyla...... HAYAT maviADA 1 Ara 2020 1 dakikada okunur
FORUM POSTA (93)
- maviOKUMALARSANAT ve HAYAT içinde·4 Ocak 2021OSCAR WİLDE Dorian Gray'ın Portresi Roman Basım yılı: 1891 * Yeni bir proje geliştiriyoruz. Kış başımızda, pandemi kapıda, hayatımızın alıştığımız akışı kesilmiş, geleceğe olumsuz bakıyoruz, felaket de canımız sıkılıyor. Ne yapılır şimdi, kış günü evde boyanmaz ki... Ama kitap okumak için şahane bir fırsat. Evet kitap okuyoruz? Sonra da bu okuduklarımızı, kazanımlarımızı, gördüğümüz ilginçlikleri, hatta beğenmediğimiz yanları buraya aktarıyor, gelecekte okuyacaklar için de eşsiz bir kaynak yaratıyoruz. Öyle ciddi bir kitap tanıtımı yazın filan demiyoruz. Bütünlüklü bir yazı yazarsanız elbette daha da anlamlı, ona dergide bağımsız olarak yer veririz, ama o zaman işi. Siz gördüğünüz her özgün fikri ya da acemiliği ya da neyse esininiz onu not edin, buraya ekleyin... Ne zaman isterseniz uğrayın, ne kadar eklerseniz ekleyin, gördüğünüz neyse adınıza not düşün. Bakın sonunda ne kadar muhteşem bir yazı iskeleti oldurdunuz. Yazmak isterseniz sadece ona göre biçeceğiniz bir elbise bulup giydirmeniz gerek hepsi o? En önemlisi yazdıklarınız kalıcı olacak ve birilerinin işine yarayacak; hatalı yazdığınızı da silme, düzeltme, değiştirme şansı var. maviADA'ya da büyük bir katkınız da olacak. Çalışma herkese açık, isteyen katılır. İlk kitabımız bizim önerimizle; sonra da siz önerin. Oscar WİLDE'nin muhteşem romanı; Dorian Gray'ın Portresi... Şimdi buraya tıklayarak gidin önce kitap ve yazarla ilgili bilgi edinin, sonra da armağan kitabınızı alın. Sahi söylemedik değil mi; ilk kitabınız bizden... Lütfen TIKLA *818143
- "Ecevit Mavisi"SANAT ve HAYAT içinde·27 Mayıs 2020Yarın doğum günü... Hakkını teslim etmeli... Sadece renk skalasına 'ecevit mavi'sini eklemekle kalmadı, toplumcu ama militarist değil, aksine insanı tam kalbine yerleştirdiği " ... pek o kadar göremesek de uzağı kuşların uçuşundan belli bir şeyler olacak yarın öbürgünden önemsiz yarından önemli ..." şiirleriyle de gönlümüzde taht kurdu. "Karaoğlan" olup dağı taşı fethetti... Bir kuşağı bin yıllık uykularından sarsarak uyandırdı. Hepimizi cennete götürecekti. Sam Amca'nın tehditlerine papuç bırakmadı; "haşhaş yasağını" kaldırdı, "kıbrıs barış harekatını" başlattı. ...ve karanlık tahamül edemedi ona, beklenen oldu; cennetin kapıları cehenneme açıldı. BÜLENT ECEVİT yarın 95 yaşında...611118
- Cengiz AytmatovSANAT ve HAYAT içinde·7 Haziran 2020* Dünyanın en büyük yazarlarından biriydi. 12 Aralık 1928 tarihinde Kırgızıstan'da doğdu. Literatürün yaşadığı dönemde bu unvanı verdiği ender yazarlardan biri... Kırgızıstanlı bu dev yazar, okumayla ilgisi olan çok kişi üzerinde derin izler bırakan yapıtlar yazdı. Nesnelerle ilişki kuran büyülü dili çoğumuza okumayı sevdirdi. Toprak Ana, Cemile, Öğretmen Duyşen, Elveda Gülsarı, Beyaz Gemi... gibi 20 den fazla yapıt kaleme aldı. 10 Haziran 2008'de aramızdan ayrıldı. II. Dünya Savaşı sonrası yazarları arasında yer alan Aytmatov, Cemile'den önce birkaç kısa hikâye ve Yüzyüze'yi yazdı. Ancak yazarın kendini kanıtlamasını sağlayan kitap Cemile oldu; Louis Aragon Cemile'yi "dünyanın en güzel aşk hikâyesi" olarak tanımlamıştır. Aytmatov'un bir çok eseri filme de alındı. Biz de büyük ilgi gören "Selvi Boylum Al Yazmalım" onun yapıtından uyarlamadır. Selvi Boylum Al Yazmalım, Atıf Yılmaz tarafından yönetilen, başrollerinde Kadir İnanır ve Türkân Şoray'ın oynadığı, 1977 tarihli film, Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak sayılmaktadır. Cengiz Aytmatov'un 1970 yılında yayımlanan romanından uyarlanmıştır. Eserlerinde mitoloji ye oldukça yakın durdu; ancak onunki antik anlamından farklı olarak mitolojiyi çağdaş bir zeminde sentezlemek ve yeniden yaratmaktı. Eserlerinde mitlere, efsanelere ve halk hikâyelerine göndermeler yapmıştır. 1966'dan sonra eserlerini hep Rusça kaleme almıştır. Eserleri 176 dile çevrilmiştir. maviADA için onu daha da değerli yapan bir yönü de vardı: Bir dönem maviADA'nın yakın dostu oldu, bir etkinliğimize gelmeye söz verdi, dosya çalışmamızda yer aldı. Dosya çalışmamız sayesinde maviADA, DÜNYA LİTERATÜRÜNDE , FAN KULÜPLERDE ve KIRGIZISTAN'ın adına yaptığı resmi sitede yer aldı. www.aytmatov.org sitesine girip görülebilir. 10 Haziran 12. ölüm yıldönümünde kendisiyle ilgili bir maviADA'da DOSYA çalışması yapılacaktır. İsteyen herkes bu çalışmaya katılabileceği gibi isteyen de buraya Aytmatov ya da eserleriyle ilgili çalışmaları, notları, düşünce ve yorumlarıyla katkıda bulunabilir.51071

Hayat ve Sanat
DERGİSİ
Emek veren herkesin ADAsı














