top of page
1/1074

ÇAĞIMIZIN PİR SULTANI ÂŞIK MAHZUNİ ŞERİF

Güncelleme tarihi: 13 saat önce


Neşet Ertaş ile başladığım halk ozanları ile ilgili çalışmalara Aşık Mahzuni Şerif ile devam edelim. Ona dair izlediğim belgeseller, okuduğum belgeler, eserlerini dinlemek ve bildiklerimle harmanlayıp bir inceleme yazmaya karar verdim. Bir başka neden de Neşet Ertaş yazıma istinaden aldığım olumlu eleştiriler ve onlara Mahzuni ile ilgili bir inceleme yazısı yazacağımın sözünü vermem: “Söz uçar yazı kalır,” misali!

1974 yılında Demirci Lisesi’nde lise birinci sınıfında okuyordum. 68 Kuşağının gençler üzerinde yarattığı devrimci bakış, beni etkileyerek, içine alıvermişti. Muhafazakâr bir şehir olan Demirci’de devrimci duruş sergilemek öyle kolay değildir. Biz devrimci gençler akşam saatlerinde sokaklara çıkar şarkılar, türküler söylerdik, on beş yirmi arkadaş. Diğerleri elli altmış kişilik grupla “Çırpınırdı Karadeniz”, şarkısı ile birlikte “Komünistler Moskova’ya” diye slogan atardı.

Gençlik aklı işte, otur evinde dersine çalış değil mi?

O gecelerde Mahzuni türküleri, Cem Karaca şarkıları söylerdik, bir ağızdan.

Teypler, yani kasetçalarlar yeni çıkmıştı veya biz yeni tanışmıştık. Plaklardan kaset doldurmak da yeni bir iş kolu olmuştu. Muzaffer abim, Aciko marka bir kasetçalar almış üç beş kuruş verip benden bir kaset doldurtuvermemi istemişti. Ben de bir elektrikçi dükkanında kaseti doldurtmuştum, Mahzuni türkülerinden... Abim memnun oldu mu bilmiyorum. Kusura bakma abi, sevdiğim sanatçının sevdiğim, eserlerini sana aktarmıştım, devrimci ateşimle.


1939 yılında Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesi Berçenek köyünde doğmuştur. Buna dair yazdığı dörtlük şöyledir:

"Tevellüdüm merak ise miladî otuz dokuz Kasımın on yedisinde Zeynel babadan geldim. Döndü anaya rahmolmuş, ehlibeyt meftunuyuz Ben faninin acısına, seyrü sefadan geldim."

Berçenek’te okul olmadığı için yakın köydeki Lütfü Efendi Medresesinde Kuran eğitimi almıştır. Akıllı, zeki biri olduğundan kısa zamanda Arapçayı öğrenmiş, hatta ileri yıllarda Kuran-ı Kerim’i Türkçe olarak saz eşliğinde söyleyebilecek düzeyde. Buna dair bir kanıt:

"Müzik Uzmanı Dr. Erdoğan Sürat, Mahzuni Şerif’in bu kaseti ölümünden sonra yayınlanması koşuluyla kendisine teslim ettiğini söylemiş. Mahzuni’nin eserine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın sahip çıkmasını isteyen Sürat, Kuran- ı Kerim’in Türkçe okunması yolundaki ilk adımın 1998’de atıldığını, Mahzuni’nin kasetinin ise 1,5 yıllık titiz çalışma sonucu ortaya çıktığını söyleyen Doktor Erdoğan Sürat, onun için “Kuran’ı en iyi okuyanlar arasındadır,” demiştir. Ancak Mahzuni’nin radikallerden çekindiği için kasetinin ölümünden önce çıkmasını istemediğini belirten Sürat, ünlü ozanın şiir diline çevirip bestelediği sureler arasında "Tövbe", "Yasin", "Meryem", "Zümer"in yer aldığını ifade etmiştir." (28 Mayıs 2002 Milliyet Gazetesi)

Mahzuni’nin köyü Berçenek’te çağdaş anlamda eğitim veren bir okul açılınca o okula giderek, o okuldan mezun olmuştur.

Ailenin ileri gelenleri, rızası dışında kendinden büyük dayısının kızıyla evlendirmelerini kabullenememiştir. Bu evlilikten Züleyha adında bir kız çocuğu olmuştur. Fakat hiçbir zaman içine sindirememiştir bu evliliği. Mersin’de Astsubay okulunda okurken, bir mektupla bitirmiştir bu evliliği. Astsubay okulunda çok başarılı bir öğrenci olan Mahzuni, okulu derece ile bitirerek, Ankara’daki Ordonat Okuluna kaydını yaptırır. O okulda da çok başarılıdır, çok çalışkandır. O, çok iyi bir asker olacaktır. Fakat “silah, savaş ve ölmek, öldürmek,” kavramları onun kişiliği ile örtüşmemektedir. Mahzuni boş durmaz, düşünce dünyasını geliştirmek için durmadan okur, bir şeyleri merak eder. Merak ettikçe okur, okudukları canını sıkacaktır, o bunun bilincindedir. Mesela, Pir Sultan okur, Hacıbektaş okur, Nazım okur, Ruşen takma adıyla şiirler yazar. İşte bu toplumsal içerikli şiirler onu yavaş yavaş gündeme taşır. Bunun üzerine okul komutanlığı tarafından uyarılır, yapılan bir aramada da dolabında çıkan özellikle Nazım Hikmet kitapları yüzünden okuldan atılır. Attila İlhan’da İzmir Atatürk Lisesi’nde okurken kız arkadaşına yazdığı Nazım Hikmet dizeleri yüzünden on altı yaşında iken atılarak üç ay hapis yatmış, üç ay hapisle bırakmazlar; bir de Türkiye’nin hiçbir yerinde okuyamaz belgesi vermişlerdi...

Günahları çok bunların günahları, işte böyle gülüm, güzel ülkemde okumanın bedeli hep ağır ödenmiştir!

Sonraki yıllarda verdiği bir röportajda okuldan atıldığına hiçbir şekilde üzülmediğini söylemiştir. Demiştir ki, “hayatımın yeni bir sayfası başlamıştır, bu yeni bir askerlik çağıdır, diyerek hayat mücadelesini askerlikle açıklamıştır. Onun yeni dünyasında silahın yerini saz ve söz almıştır. Halk için, halk adına yeni bir kavgaya girmiştir. Ancak ne var ki bundan sonraki hayatı çok daha sıkıntılıdır ve onun bundan sonraki mekanı aşıklar mekanı, makamı halkın makamıdır.

Mahzuni’nin adı, Şerif’dir. Soyadı Cırık’tır. Ona Mahzuni mahlasını ustası Cirit Baba vermiş. Bu mahlas soyadını unutturduğu gibi Şerif adının bile önüne geçmiştir. Mahzuni’nin hayatında amcası Behlül Baba önemli bir yer tutar. Ondan saz eğitimi gördüğü gibi aynı zamanda usul adap, Alevi-Bektaşi kültürünün esaslarını öğrenmiştir. İlk gençlik yıllarında usta malı eserler çalıp söyleyen Aşık Mahzuni şerif, daha sonra kendi eserlerini seslendirmiştir.

Aşık Mahzuni’nin soyağacı Horasan’a dayanır. Ailenin büyükleri, Horasan’dan Tunceli Hozat’a gelmiş, oradan da Kahramanmaraş- Elbistan- Afşin- Berçenek Köyüne yerleşmiştir. Mahzuni felsefesinin kökeni görüldüğü gibi Orta Asya’da Hoca Ahmet Yesevi’nin öğretisidir. Bu anlayış, insanların diline, dinine bakmadan onları kucaklayan hümanist bir anlayıştır. Mahzuni besteleri ile bir ırmak gürül gürül çağlamaya başlamıştır.


Ben de bir insanoğluyum Ben de bir insanoğluyum Bırak beni konuşayım Bir başım, bir beynim vardır. Bırak beni konuşayım Düşüneyim, danışayım Bir başım, bir beynim vardır Bırak beni konuşayım

Önceki paragraflarda Mahzuni’nin askeri okuldan atıldığını ifade etmiştim ya, işte buna sebep Mahzuni’nin aile büyükleri ona tavır almışlar, onu yalnızlığa mahkum etmişler. Çünkü onlara göre askerlik yüce bir meslektir bırakılır mı, yarınlarda iş aş derdi olmayan, milletin gönlünde taht kurmuş yüce bir meslektir, bırakılır mı hiç? Bunun üzerine Mahzuni sılayı terk etmiş, yolunu gurbete düşürmüştür. Buna istinaden bugün en çok çalınıp söylenen:


İşte gidiyorum çeşmi siyahım Önümüze dağlar sıralansa da Sermayem derdimdir servetim ahım Karardıkça bahtım karalansa da

Haydi dolaşalım yüce dağlarda Dost beni bıraktı ah ile zarda Ötmek istiyorum viran bağlarda Ayağıma cennet kiralansa da…”


Aşık Mahzuni ile Aziz Nesin’in ortak noktası ikisi de askeri okuldan atılmış, ikisinin boyu kısa fakat ikisinin de yüreği dağlar kadardır. İkisi de halktan yana, ezilenden yanadır. Onlar, gelecekte belki muhteşem olacak hayatlarını ellerinin tersi ile itmişlerdir. Her ikisi de bu ülkenin aydınlığa, çağdaş uygarlığa ulaşması için çok bedel ödeyen değerlerimizdir. İkisine de minnettarız, ışıklarda yatsınlar!


Köyünden ayrılan Mahzuni, İzmir sokaklarında destan okuyuculuğu yaparak hayatını idame ettirmeye çalışmıştır. Hayatın bu yönü onu oldukça yormaktadır, ekonomik sıkıntı içindedir.

Bir gün aşıklar Ankara’da Aşık Veysel’in huzurunda çalıp söylemektedir. Her aşık ikişer eser okuyup sahneden inmektedir. Mahzuni sahneye çıkar iki eser seslendirip sahneden inecekken, Veysel devam etmesini istemiştir. Beş eser seslendirdikten sonra onu yanına çağırmış, orada bulunanlara gelen Pir Sultan’dır, diyerek tarihe not düşmüştür.

Aşık Veysel ellerini (Aşık Veysel’in gözlerinin görmediğini bu arada söylemek lazım) Mahzuni’nin eline yüzüne sürer, onu candan kucaklamış, yüz lira harçlık verirmiş ve yolun açık olsun, bu toprakların Pir Sultanı diyerek, onurlandırmıştır. Bu yüz lira Mahzuni için bulunmaz bir nimet olmuştur, çünkü, ekonomik sıkıntı içindedir.

Artık Aşık Mahzuni, daha çok insan tarafından tanınan bilinen biri olmuştur. Konserleri dolmaya, plakları satılmaya başlamıştır. O, eserlerinde halkın acılarını, sorunları yiğitçe dile getirmekten hiçbir şekilde geri durmamıştır. O çağımızın Pir Sultanı’dır, o zalime, zulme başkaldırtan çağının büyük devrimcisidir. Çağımızın Pir Sultanı dedik ya Mahzuni için, O, Pir Sultan gibi darağacına çekilmemiş, fakat onun gibi zulüm görmüş, onun gibi baskıya uğramış, cezaevlerinde yatmış, işkence görmüş, sermaye savunucularının saldırısına uğramıştır. Bir etkinlikte kendisine “yuh” çeken bir izleyiciye, doğaçlama olarak:


“Uzaktan yakından yuh çekme bana Sana senin gibi baktım ise yuh Efendi görünüp bütün insana Hakkın kullarını yıktım ise yuh

Bu kadar milletin hakkın alanlar Onları kandırıp zevke dalanlar Diplomayla olmaz hakim olanlar Suçsuzun başına çöktüm ise yuh!”


1960 yılları, halk şiirinin kentlerde kabul gördüğü yıllardır. Halk ozanları, kentte yaşayan dar gelirlilerin, emekçilerin, işçilerin… sıkıntılarına tercüman olmuş, onların sesi olmuştur. Artık, halk şiiri, halk şairleri, seslendirdikleri eserler, kentte yaşayan insanların da müziği olmuştur.

1963 yılı hayatında yeni bir penceredir, bu pencere, röportaj ustası, ressam Fikret Otyam’la tanışmasıdır. Otyam sayesinde TRT Ankara radyosunda çalıp söylemeye başlamıştır. TRT’de çalıp söylemek, onun için muhteşem bir şeydir, çünkü TRT bir okuldur, TRT bir üniversitedir, TRT Türkiye’dir, ya şimdi…

Mahzuni, Ankara’da İtalyan asıllı Sovina (Suna) ile evlenir, ondan Ferhat, Emrah, Şirin adında üç çocuğu olur. Daha sonra üç çocuklu Suna’yı yakın arkadaşı kandırıp kaçırır. Mahzuni bu arkadaşını hiçbir zaman affetmemiştir. Arkadaş ihaneti, ihanetlerin en acılarındandır!

Mahzuni üçüncü evliğini Gaziantep’te ilkokul öğretmeni Fatma Hanım’la 1971 yılında yapmıştır. Bu evlilikten de Derya, Ali, Ceyda, Yetiş adlarında dört çocuğu olmuştur. Fatma Hanım’ın öğretmen olması, onun şiirlerine yerinde müdahalesi ile şiirlerin kusursuz olmasına katkı sağlamıştır.

1985 yılında Altın Kelebek ödülünü almıştır. Fakat en büyük ödülü ona halk vermiştir, o hepimizin gönlüne taht kuran, çağımızın Pir Sultanı’dır! Halkı onu çok sevmiş, bağrına basmıştır. Bu ülkenin yurtseverleri onun türkülerini kıvançla söyleyip sahiplenmiştir.

Mahzuni adı, Yaşar Kemal adı, Nazım Hikmet adı gibi, yüreklerimize gömülüdür... Birilerinin 6. Filo kıblesi olmuş ve karşına geçip namaz kıldığında o, Amerika’nın saldırganlığına, sömürücülüğüne:


Bütün insanlık adına Amerika katil katil Hukuk yapar kendi teper Amerika katil katil

Vietnam'ın suçu nedir Hür yaşamak ayıp mıdır Atom patlat ister kudur Amerika katil katil katil!”


Gençlik yıllarımda bu türküyü Amerika karşımda imiş gibi o kadar içten söylerdim ki, şimdi yine aynı içtenlikle, düşüncelerimden hiçbir sapma olmadan haykırıyorum! “Amerika Katil!” Bu ülkenin gerçek sahibi, onu canı pahasına seven, uğrunda bedel ödeyen, yurtseverlerdir, Nazımlardır, Aziz Nesinlerdir, Fikretlerdir, Namık Kemallerdir, Fakir Baykurtlardır, Türkan Saylanlardır, Aşık Mahzuni Şeriflerdir…

Neşet Ertaş’la birlikte bir konser verirler. Organizatör konser sonunda Mahzuni’nin parasını ödemeden kaçar. Onun buna canı çok sıkılmıştır. Neşet Ertaş, “üzülme gardaş benim parayı ortadan böleriz,” der ve yarısını Mahzuni’ye verir.

Aşık Mahzuni, Alevi-Bektaşi geleneğinden gelen güçlü bir ses, bir yandan da aşık şiiri geleneğinin Aşık Veysel’den sonraki en güçlü bir temsilcisidir. Ben iddia ediyorum, bugün güzel dilimiz, Osmanlı’nın Türkçeyi unutturma çabasına rağmen, yaşamıştır ve Osmanlı’nın özenle yaratmaya çalıştığı suni dil Osmanlıca, Alevi-Bektaşi ozanlarının bundaki rolünü - akli melekelerini kaybetmeyen - kimse yadsıyamaz. Osmanlı, Arap, Acem kültürünü baş tacı etmiş, bu doğrultuda eser veren şair ve yazarları saraydan maaşa bağlamış, onları padişah, sadrazam sofralarında ağırlamıştır.

Güzel dilimizin bayraktarları, Pir Sultanlar, Karacaoğlanlar, Sümmaniler, Emrahlar, Kul Himmetler, Veyseller, Aşık Mahzuni Şeriflerdir… Ruhları şad olsun, minnettarız.

Mahzuni’nin ürettiği eserlerin bazıları aşık edebiyatının taşlama türüne ait iken, bazıları da tasavvuf edebiyatı türüne girer..


Bana yücelerden seyreden dilber Siyah kirpiklerin ok mu cananım İnsaf et yüzünü yüzüme dönder Istırabın sonu yok mu cananım

Gönül sevdi benim günahım nedir Yandım ateşine bunca senedir Mecnun'un derdinden derdim fenadır Bu derdin dermanı yok mu cananım


Tasavvuf şiirleri yine aynı oranda güçlüdür. Mesela:


Ey erenler bir kamile danıştım Er olana edep erkan hoşumuş Kalırsa dünyada insanlık kalır Kuru hayal fani dünya boşumuş.

Vefasız tabipten derman olur mu Ufacık pınardan Ceyhan olur mu Ta ezelden karga şahan olur mu Adem aslı asıllara başımış.


Mahzuni bağnazlığa, gericiliğe, sömürüye, karşı olmuş, Anadolu’daki feodalizme, emek sömürüsüne her zaman karşı olmuştur:


“İnce ince bir kar yağar fakirlerin üstüne, Neden felek inanmıyor fukaranın sözüne Öldük öldük biz açlıktan, etme ağam n'olur Kimi mebus, kimi vali, bize tahsil haramdır. Dayanamam artık senin bu yalancı pozuna Yandık yandık bize okul, bize yol, bize hayat Etme ağam, n'olur, n'olur, n'olur, n'olur!”


Mahzuni hemen her konserden gözaltına alınacağını bildiği için her daim hazırlıklıdır. O konser verirken, kapıda güvenlik görevlileri hazır beklemektedir. Bu gözaltlılardan sonra tutuklandığı da çok olmuştur. Bir seferinde Yılmaz Güney’le aynı koğuştadır, bulaşık sıra ile yıkanır. Bulaşık yıkaması Mahzuni’dedir. Yılmaz Güney: “ Gardaş sen otur, çalıp söyle bulaşıkları ben yıkarım,” demiştir Türk sinemasının kralı.

Mahzuni’nin eserleri, gerçek anlamda sanatın halk için olması gerektiğinin en vurucu örneklerindendir. Nitekim 12 Mart döneminde Denizler Nihat Erim’in başbakanlığı döneminde darağacına gönderilmiştir. Mahzuni, her ne kadar aşağıdaki bestenin ona dair olmadığını söylese de halk bu besteyi Nihat Erim için söylemiştir.


Köşkün sarayın yıkılsın Erim erim eriyesin Umudun suya dökülsün Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin Musa ile Tur-i Sinan Haktan gelmiş idi İnan Yesin seni yılan Çayan Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin Aslan pençesi vurulsun Çayın Deniz'e kurulsun Gözlerin yansın kör olsun Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin Mahzuni'yi sever idin Ona sevgilim der idin Candan başka ne yer idin Erim erim eriyesin Sürüm sürüm sürünesin

“Erim erim eriyesin,” derken Denizlerimizin asılmasından dolayı öfkemizi seslendiriyorduk. “Erim erim erisin/ Çürüm çürüm çürüsün!”

1960’lardan itibaren hep muhalif şiirler yazan, hep muhalif türküler söyleyen Aşık Mahzuni Şerif, çok yorulmuştur. 12 Mart döneminde bir ara sanatına vermiş, bu esnada plakçı dükkânı açarak hayatını böyle devam ettirmeye çalışmıştır. 12’ler hayatına kast etmiş ustanın. 12 Eylül döneminde muhalif türkülerine yine bir zaman ara vermiş, bugün düğünlerde en çok oynanan müzikler yapmıştır. Mesela:


Kaşların arasına dom dom kurşunu değdi Bir avcı vurdu beni bir avcı yedi beni Ah dedim ağladım yaremi bağladım Eğdi yar boynun eğdi Allah kerimsin dedi Hançer yarası değil dom dom kurşunu değdi!”


Mahzuni bestelerini çok harika yorumlayan sanatçılarımız vardır. Mesela Edip Akbayram, uzun yıllar onun bestelerini seslendirmiştir. Sonra Mahzuni ile birlikte Davut Sulari bestelerine yeniden hayat veren duayen sanatçımız Sabahat Akkiraz ! Mesela:


Bana yücelerden seyreden dilber Siyah kirpiklerin ok mu cananım İnsaf et yüzünü yüzüme dönder Izdırabın sonu oy yok mu cananım Gönül sevdi benim günahım nedir Yandım hasretine bunca senedir Mecnunun derdinden derdim fenadır Izdırabın sonu oy yok mu cananım


Daha başka adını buraya alamadığım onlarca sanatçı. Onun eserlerinde dizeler sağlamdır, kafiyeler ahenk açısından kıymetlidir, kuvvetlidir; mesela:

“Yüzemez Yunuslar çaylar içinde İnsanlık ardından melemiş gider!”

Aşık Mahzuni Alevi- Bektaşi edebiyatının en güçlü ozanlarındandır. O, günümüzün Pir Sultan’ıdır, usta malı Kul Himmet “duaz imamı” onun yorumu ile insanın yüreğini kucaklamaktadır.


Medet Allah, ya Muhammet, ya Ali Yusuf kuyusunda zindana düştüm Gül bengi çekilen Bektaşı Veli Gayretiniz yok mu ummana düştüm Hü hü hü ummana düştüm Fatime Ana' nın eteğin tuttum Server Muhammed'e göz gönül kattım İmam Hasan ile çok mehtap sattım Şah Hüseyin ile dükkâna düştüm Haydar Haydar Haydar dükkâna düştüm”


Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre, Hatayi, Nesimi, Fuzuli… Alevilerin kutsal ozanlarındandır. Onların deyişleri söylenirken saygı ifade eden davranışlar sergilenir. 13. Yüzyılda Orta Asya’da Hoca Ahmet Yesevi felsefesinin taşıyıcıları Hacıbektaş Veliler, Taptuk Emreler, Yunuslar… Anadolu halkının gönül sultanları olmuştur. Hepsinin kullandıkları temalar aynıdır. Çile, hüzün, ayrılık, aşk, tanrı aşkı, özlem… Mahzuni’de bu temaları kullanarak eserler vermiştir. Onun şiirlerinde muhalif bir yan varsa da öte yandan sıla özlemine, insani aşka da tanıklık etmekteyiz. Memleketi, Berçenek’ten ayrılarak çıktığı, sanat yolculuğunda, sıkıntıları çok derin yaşamıştır.


Berçenek'ten yaya geldim Amman doktor bak bebeğe Beşiğini elden aldım Yandım doktor bak bebeğe Yıkık yuvam kara yasta Yalvarırım eşe dosta Annesi bebekten hasta Amman doktor bak bebeğe…”


Pir Sultan özlemi, sevgisi, onun mücadelesi, kişiliğini oluşumunda çok önemli bir yere sahiptir. “Pir Sultanlar gibi darağacını bilmem boylasam mı, bilmem boylamasam mı?” Mahzuni en çok koşma nazım biçimin kullanmış, bunun yanında şathiye de söylemiştir. Mesela: “Ey Arapça okuyanlar Allah Türkçe bilmiyor mu? Türkçe, Fransızca Bize hitap etmiyor mu?”


O aşık edebiyatının “pir elinden dolu içmek” ritüeline inanmaz, çünkü ona göre bade hayatın içindedir. O bade toplum sorunlarına duyarlı olmaktır, insanların dertleri ile dertlenmektir, toplumsal çelişkileri, bezirgânlığı, şiddetle eleştirmektir.


“Bu yol böyle gide gide Yerimiz yoktur dünyada Kimi hoca kimi dede Say babo say say Yıkılacak yanlış giden Yıkılacak yanlış giden Bu işin nedeni neden Hey hey!”


1939 - 2002 yani 63 yıllık ömrüne 453 plak, 50 kaset, 9 kitap sığdırmış, üretken bir şairdir. Onun yaşamına dair TRT Kurumu iki belgesel, özel kurumlar da üç belgesel hazırlamıştır. 1990’lı yıllar sağlığının yavaş yavaş bozulmaya başladığı yıllar olmuştur. Kalp ve beyin damarlarında daralma, böbreğinde sıkıntılar. 2001 yılında kalp ve solunum yetmezliğinden yoğun bakıma alınmış, diğer yandan da böbrek sıkıntısı devam etmekte olup diyalize bağlanmaktadır.

Bu ülkede aydın olmak çok zordur, bedel ödemeyen aydınımız olmamıştır. Gerçek aydın, soran, sorgulayan biri olduğu için, ceberut devletin şimşeklerini hep üstüne çekmiştir. Ceberut devlet, Nazım’dan, Uğur Mumcu’ya, Sabahattin Ali’ye, Fakir Baykurt’a… İşte Aşık Mahzuni’de bu baskılardan nasibini almış, bedeni genç yaşta iflas etmiştir. 17 Mayıs 2002 yılında Almanya’nın Köln şehrinde vefat etmiştir. Ölmeden önce vasiyet şiirine istinaden Hacıbektaş Dergâhı Çilehane’ye defnedilmiştir.

Ruhun şat olsun büyük usta, ışıklar yoldaşın olsun!

“Ben ölünce sevenlerim toplansın Ağlamayıp benim sesim çalsınlar Dualar etsinler kendi dilinden Gökyüzüne kızıl ışık salsınlar Ankara‟da yüklesinler dengimi Berçenek‟te başlatmıştım cengimi Nevşehir‟e taşısınlar rengimi Hacıbektaş eşiğine dalsınlar İnanarak gittim Hazret-i şaha Hüseyin‟le düştüm ah ile vaha Yanlış imam elin vurmasın bana Bir seyyidle namazımı kılsınlar Mahzuni asalet sözüne doydum Pirin eşiğine serimi koydum Ben Ali‟yi sevdim Ali oğluydum Bütün sevenlerim hoşça kalsınlar.



131 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/2

mavi

ADA

2002

Hayat ve Sanat

Emek veren herkesin ADAsı

  • LinkedIn - Beyaz Çember
bottom of page