Midas Kulaklılar
top of page

Midas Kulaklılar

Güncelleme tarihi: 25 Nis 2021


Ülkenin en güzel okullarından biriydi. Bu okulda okumak, Ankara’da ODTÜ, İstanbul’da Boğaziçi okumak kadar kıymetliydi. Her öğrenciye nasip olmasını tevekkül ile açıklamak zekâyı, çalışmayı değersizleştirir. Okulun kıyısından köşesinden geçmek bile insana tarifsiz bir keyif verirdi. Öyle bir keyif ki yüreğine, beynine bir mıh gibi çakılırdı.


Böyle okulları tanımayan birini yönetici yaparsanız, sudan çıkmış ördeğe döner. Bakanlığın böyle kurumlarda görev alacak yöneticileri hizmet içi eğitimlerden, birtakım testlerden geçirmesi lazımdır. Müdür olacak biri önce staj yapmalı, oranın havasını koklamalı!. Çünkü o çocuklar senden fersah fersah ileride.

Okulun girişindeki demir kapı her daim açık olsa bile Mevlana’nın “kim olursan ol, yine gel sözüyle açıklanamaz. Kapının açık olması Emre’m Yunus, Bektaş Veli bizde, biz ondayız demektir. Tam demokratik tam bağımsız Türkiye’yi biz kuracağız, işte bu güzel insanlar buradan çıkacak...


Kapıdan ana binaya doğru yürüdünüz mü ıhlamurlu yoldan geçersiniz. Bahar aylarında ıhlamur çiçeklerinin kokusu alıp götürür sizi, tek gamzelinin gamzesinin içine bırakıverir. Ihlamurlu yoldan sağa saptığınızda kırk elli adım sonra ulu bir fıstık çamı gelir önünüze . Fıstık çamı yeşilin en güzel rengiyle büyüler insanı. Başındaki iğne yapraklar öyle sıktır ki arasından bir kuşun geçmesini şöyle bir bırakın, sinek bile geçemez. Sık dallar top gibidir, “gelin canlar bir olalım dercesine,” kucaklaşmıştır.


Dutlu yol, çevre yolu ile sınırdır. Üstünde dikenli teller olan taş bir duvar, okulun çevre ile bağlantısını keser. Yolun iki yanında, cins cins dut ağaçları vardır. Her birinden birer ikişer yemeye kalksanız, şeker komasına girersiniz. Dutların arasına serpiştirilen bademlerin nefaseti Datça dağlarının bademleri ile tozlaşarak, Ege’nin Poseidon’un aşkıyla apayrı lezzet almıştır. Badem zamanı geldi mi, öğretmeni, öğrencisi badem ağaçlarını ziyaretgâha çevirir.


Zeytin ağaçlarının altına, çocuklar, konuşup söyleşsinler diye yapılan oturamaklar, dostluğun, kardeşliğin çoğalmasına vesile olur. Dutlu yol, okulun dillere destan buluşma, kavuşma, dertleşme, aşkı ilan etme, sevdayı göğün en yükseğine asma, öğretmeninden, müdüründen gizli gizli sigara içmeye ev sahipliği yapan efsane mekana, koruya götürür. Ağaç denizidir burası. İrili ufaklı çamlar, serviler, tadına doyulmaz çatlamış, altından balı sızmış incirler, bademler… Bir çamın altına otur, al başını git, düne, sevdiklerine, tek gamzelinin gamzesinin içine, ya da ülken adına daha güzel yarınlar kurmaya…


Bir yönetici atadılar, hani müdür derler ya öyle bir şey işte. Züccaciye dükkânına giren fil gibi her bir şeyi, her bir teamülü yerle yeksan etti.


“Ben dedi, ben dedi… Yine ben dedi. Ben dedi bu okulun müdürüyüm dedi. Ben ne diyorsam o dedi. Ben bu okulun müdürüyüm dedi.”


Gelişimini tamamlamayanlardan uzun kulaklar buldu kendine. Uzun kulakları, uzun kulaklara eklemleyerek, Midas’ın kulakları gibi şapkalara sığmayan ayak altlarında sürünen her bir şeyden haberi olan hem göz, hem de kulak upuzun kulaklar yarattı. Midas kulaklılar, yıllardan beri canciğer, “yârin yanağından gayrı" her bir şeyi paylaşan canları bile oklu bıçaklı düşman ettiler birbirine.


“Ben müdürüm, ben her şeyi yaparım, yaptıktan sonra da kanun nizam arkamdan gelir,” deyip yakıp geçti, yıkıp geçti. Yürüdü, yürüdü, baktı yürümekle olmuyor; koştu, koştukça koştu. Koşarken her şeyi devirip geçti. Geçtiği yerlerde ot namına bir şey kalmadı, cayır cayır yandı. Ihlamurlu yolun ıhlamurları, çiçekleri buna sebep kuruyup gazel oldu. Ön bahçenin çekirdekli, tatlı portakalları, ıhlamurların derdinden dertlenip döküverdiler çiçeklerini.


“Bir gün okula müfettişler gelmiş, sorguya çekiyormuş herkesi,” dediler.

Yunus yurdu, güzel insanlar yetiştiren mekân bir yıldır Tantalos işkencesini yaşıyordu adeta. Kimse canı kadar sevdiği okuluna gitmek istemiyordu bir türlü. Herkesi yıldırmış, canından bezdirmişti Selami Müdür!


Tutunacak bir dalları, sığınacak bir limanları olmayan eğitimin emekçileri birlik olmayı bir türlü beceremezler öteden beri, hep bir kurtarıcı bekler dururlar. O kurtarıcı da gelen uzay mekiğini kaçırdığı için, gelecek mekiğe kalmıştır…


Midas kulaklılar, Selami Müdür’ün odasına girip çıkıyor, kakara kikiri vur patlasın, çal oynasın günü gün ederken, eğitimin hakiki emekçileri psikolojik baskıyı, yeni tabirle mobbingi iliklerine kadar yaşıyordu. Emekliliği gelenler emekli olmayı, ötekiler ise, başka okullara tayin istemeyi düşünüyorlardı. İnsanlığın istikballerinin üstüne çöken karabasan çalışma isteklerini alıp gitmişti.


“Ben derdimi sınıfın kapısında koyuyorum,” diyen eğitimin emekçileri, dertlerini sınıfın kapısında koyamıyorlardı.


“Ben Erdem Polat, matematik öğretmeniyim. Kaç yıl oldu bu okulda göreve başlayalı, bir çırpıda hatırlayamam. Derim ki “duvağım burada açıldı,” Personel Müdürü Turgut Bey’in dahliyle yapıldı tayinim: Artık dayanamıyorum, canıma tak dedi, tamam nokta, yeter ben mi kurtaracağım memleketi, bir sahil kasabasında alacağım bir evcik, hayatımı yaşayacağım diyordum. Kararım karar diyordum, yeter diyordum.”


Bu gece bir grup öğrenci girdi rüyama. Ama ne rüya, onların söylediklerini ite atsan yemez:


“Biz sizi örnek almıştık, gözlük takmayan kimi arkadaşlarımız gözlükçüye gidip numarasız kara gözlükler almıştı, size özendikleri için, ders işlerken yumruklarınızı sıka sıka anlatmanız vardı ya hani, bizi bizden alan. Siz en çok erdemden doğruluktan söz ederdiniz. Öğütleriniz hayat felsefemiz olmuştu...”


Selin, Eylem, Ilgın, Emir, Doğancan, Davut, Berkay, Burak, Mertcan, Oğuzcan, Sinan, Ersin, Emine… Her biri demişti ki:


“Nereye kaçıyorsunuz böyle, korkup kaçmak yakışıyor mu size, demez miydiniz batan gemiyi fareler terk eder önce. Olmaz, olmaz size yakışmaz. Bugünden sonra bizim gözümüzde bir hiçsiniz siz. Hele demiştiniz ki bir seferinde, ben başöğretmenin öğretmeniyim, ben cumhuriyet öğretmeniyim, sahi siz, hakikaten başöğretmenin öğretmeni misiniz?”


Her gece böyle böyle rüyalar görüyordum. “Sahi siz, başöğretmenin öğretmeni misiniz?” Tıraş olurken aynaya bakamıyordum. Gözümü kapatıp el yordamı ile oluyordum tıraşımı. Hele Eylül’ün gözlerini dikip karıncaya bakar gibi bakması… Delirip dağlara düşecektim…


Okula gitmek için lacivert renkli Nissan marka arabama binip otoyola çıktım. Otoyoldan gittiğim günlerde on dakikada okulda oluyordum. Yolun geliş istikametinde aşırı bir yoğunluk vardı. Adım adım ilerliyordu arabalar. Şehrin tam ortasından geçen otoyolun gürültüsü kafa beyin bırakmıyordu yola yakın yerde oturan insanlarda. Tonlarca yüklü, koca koca kamyonların, tırların fren sesi, “imdat” dercesine öten klaksonları... İnsan evinden huzur etmek ister, buna sebep evlerini boşaltıp gidenler, üniversite öğrencilerine, bekârlara kiraya vermişler evlerini.


Okula geldiğimde ne göreyim, bazı öğretmenler giriş kapısının hemen yanı başındaki bekçi kulübesinin önüne toplanmış, bir taraftan hararetli hararetli konuşurken bir yandan da keyifli keyifli kahkahalar atıyorlar. Bir yıldır tanık olmadığım şen kahkahalar… “Allah Allah bunda bir şey var ama ne diyerek yanlarına doğru yürüdüm. Selami Müdürün adamı(!) Metin önüme çıkıp:


“Haberin var mı,” dedi?

“Neden haberim var mı?”

“Duyunca keyfinden dört köşe olacaksın, Selami’yi almışlar!”

“Nasıl?”

“Basbaya işte, almışlar!”


Konuşmaya hasret kalmışçasına durmadan konuşuyorlardı, sevinçli sevinçli; biri bırakıyor, öteki devam ediyordu.


“Hadi canım dalga geçmeyin, onun arkası kuvvetliymiş, geri gelir o!”

“Ne arkası, arkası markası yokmuş işte, bir kere rüzgâra karşı işemeyecekti!”

“İyi olmuş sevindim, cehennem olup gitsin!”

“Adamı dolmuşa bindirmişler, dolmuşa!”

“İşte böyle, büyük başın büyük derdi olur!”

“Senin işin mi müdürlük, sen git beş taş oyna oğlum!”

“Senin etin ne budun ne?”

“Sen burada müdürlük yapacak adam mısın?”

“Sen git kumda oyna!”

“Yürüüüü anca gidersin!”

“Yedirirler mi yavrum, sen kim oluyorsun burada yöneticilik yapacaksın?”

“Filler tepişti filler!”

“Olan buna oldu garibim, Ankara’da adamı varmış, oradan işi bağlarmış!”

“Haha haha haha, Ankara’da adamı varmış!”

“Oğlum bu okulun müdürlüğü Galatasaray’ın müdürlüğü gibidir. Burada müdürlük yapmak ODTÜ de, Boğaziçi’nde rektörlük yapmak gibidir.”

“Öğrencileri de aynen o okulların öğrencileri gibi özgür ruhludur!”

“Senin bir kaşık aşın, kaygısız başın!”

“Aynen, sen git kumda oyna kardeşim, bir senedir anamızdan emdiğimizi burnumuzdan getirdin!”

“Almazlar mı oğlum, alırlar tabi; adamın hakkındaki şikâyetler buradan Fizan’a varmış!”

“Müfettişlerin biri gidip biri geliyormuş, okulda bir oda, soruşturma odası olarak tahsis edilmiş, hiç boş kalmıyormuş!”

“Şimdi, Selami’nin odasında ayak ayak üstüne atıp çay kahve, dedikodu gırla Midas kulaklıları merak ediyorum!”

“Bundan sonra okulumuz inşallah aslına ricat eder!”


Hiçbir şey söylemeden servili yola doğru yürüdüm, sağa saptım portakal ağaçlarının yanına vardım. Bu yıl portakal olmamıştı, portakallı günlerde yere düşenlerden birini alır, anahtarımla soyup yerdim. Tadına doyulmazdı, bir de çekirdeksiz olsa ne muhteşem olur, bunlar diye kendi kendime muhakeme yapardım. Belki de tadı çekirdeğinden geliyordur diye de sonuç yazardım. Egelilerin şevketi bostanı gibi. Şevketi bostanı dikenli dikenli dağda görenler yemek bir yana fersah fersah kaçarlar.


Koruluğun otlarını bu yılda Yunt Dağı’ndan İsa biçti hayvanları için. Ot, ama ne ot, sıvamaca bir metre yüksekliğinde; traktör traktör taşıdı. Yonca, mürdük, ekincik otu, turp otu, hardal, adını bilmediğim çeşit çeşit!.


Koruluktaki ağaçları tek tek okşayıp bir vedaya hazırlanıyordum. Bu cennet parçasına bundan böyle izinle, kimlik göstererek girebilecektim. Kim bilir belki koruluğa gelmeme izin bile vermeyeceklerdi! Emekli olmaya karar vermiştim ya!


Bir karardan hiç geri dönmek olur mu, insanı pes perişan eder. Hoşça kal okulum, hoşça kal Selin, hoşça kal Kara kız, hoşça kal Deniz, Aysun, hoşça kal Eylül, Aslı, hepinizi çok seviyorum, hoşça kalın…


Salihli 14.02.2021

81 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page