top of page

KIRMIZI VE SİYAH

ree

 Niyazi UYAR

*

İki renk başat rengim oldu bu akşam. Yalnızca bu akşam mı, bilmiyorum; buna dair bir şey söylemek için henüz çok erken.Ütopyalarımın prensesine hep mavi giydirirdim ya bugüne kadar… Bundan sonra maviyi çıkarıp siyah ile kırmızıyı mı giydirsem on yılların sevdalısına? Kırmızı ile siyah, her daim giyilen mavi kot ve beyaz bluzun yerine nasıl olur? Hele o beyaz bluzun üstüne işlenen sarı papatya ne olacak? Bilemedim… Sabah olunca, gün akşama kavuşuncaya dek ne değişir, onu da bilmiyorum. Ama şunu biliyorum: Bu akşam kırmızı ile siyah, başat rengim oldu.


Mavili’nin üstündeki mavi ve beyazı, siyah ve kırmızıya boyadım. Dost yüzlüye siyah bir pantolon, kırmızı bir bluz giydirip zeybek oynamak üzere sahneye aldım. Karakısrak Sekişli’ye baktım; küsmüş, kendi içine gömülmüş.Gülnarlı’nın yüzü yanık meşeye dönmüş; çekip gitmek üzereyken saat taktığı kolundan tutup alana çektim. Sonra Karakısrak Sekişli’nin yanına varıp onu da alana aldım. Şimdi üçü de alanda.


Düğün havalarını has çalgıcıları Davulcu Ramazan ile Zurnacı İbrahim'dir, oyuncuların, izleyenlerin aşklarına aşk katmak için aşkla çalmaktalar.


Kırmızı ve siyah… Benim başat rengim mi oldular? Bir tehlike mi var ki, “aman dikkat et” diyen kırmızı, kan kırmızısı…İsrail’in al kana buladığı Filistinli çocukların kanı mı ki o kırmızı? Yoksa işgal kuvvetlerinin Anadolu’yu yakıp yıktığı günlerde çoluk çocuk, kadın erkek demeden katlettiği canlarımızın kanı mı? Belki de oğlumun ad kahramanı, 24 Ocak 1993’te karlı bir Ankara sabahında katledilen Uğur Mumcu’nun kanının kırmızısıdır. Ne bileyim… Belki de laik cumhuriyetin sıra neferleri Bahriye Üçokların, Turan Dursunların, Kemal Türklerin, Şanver Curaların, Mahirlerin, devrim şehitlerinin al kanlarının kırmızısıdır…


Siyah… Simsiyah…Yas tutmak, acı çekmek, gülmeyi unutmak, karanlıklarda kalmak, karanlık günlerin rengi… 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız o büyük depremle karanlığı çok derinde yaşadık. Sonra 1 Mayıs 1977’de nice yurtseverin katledildiği o kapkara gün, Ankara Gar katliamı... İşte o gün… Hepsi, hepsi kara günlerimiz, matem günlerimiz... kara, kapkara zifiri boyanmış kara günlerimiz...


Sözcüklerin, renklerin var mı kabahati? Birileri sözcüklere kötü anlamlar yüklerken, birileri de renklere yüklemiş. Oysa kırmızı, tehlike değil — al bayrağımızın kırmızısı. Siyah, karanlık değil — gecedir. Gece olmasa kim huzur bulabilir, geceler huzurdur? Yorgun bir beden, yeni bir güne nasıl hazırlanır? Gece olmasa, sabahın kıymeti olur mu?


Başat rengim kırmızı ile siyah… Ne de güzel yakıştınız Otman Bey’in at oynattığı diyarın sevdalısına ne de güzel yakıştınız Gülnarlı’ya…Derim ki, kırmızı ile siyah ne de güzel yakışır “gel teneffüslerde birlikte gezip tozalım” diyen dost yüzlüye… Ne dersin, can yoldaşım Halit’im? Ne dersin, gurban?


Siyah da benim, kırmızı. Onların hiçbir kabahati yok. Kabahati, onlara türlü anlamlar yükleyen insanoğlunda. O insanoğlu değil mi önce yapan, sonra yakıp yıkan? Ateşi bulup insanları gaz odalarında diri diri yakan… Madımak’ta canlarımızı cayır cayır yakıp karşısında alkış tutan… Kendi nesline, kendi yarınına ihanet eden…

Ben derim ki, renklerin kabahati yok. Onlara bu sevimsiz anlamları yükleyenlerde kabahat...


Ekim 2025 / Salihli

 

Yorumlar


bottom of page