DELİ İHSAN VE DOKTOR SELİN
top of page

DELİ İHSAN VE DOKTOR SELİN

Niyazi UYAR

596 Selin, sınıfın, en disiplinli öğrencilerindendi. Ödevlerini günü gününe yapar, hiçbir şeyi eksik etmez, istenilenden fazlasını yapıp gelirdi. Ne formasız, ne dağınık saçla okula geldiği vaki olmadığı gibi, kızıl kestane renkli saçlarını at kuyruğu yaptırırdı annesi Nalan Hanım’a. Nadiren de olsa örgülü saçla geldiği olurdu. Kış günlerinde okul formasının üstüne her daim kahverengi gabardin bir mont giyerdi. Ne marka tutkusu ne her gün yeni bir şey giymenin paniği içindeydi. Okul hayatı boyunca bir güne bir gün, bir arkadaşı ile ne tartıştığına ne de kavga ettiğine kimse şahit olmamıştır. Hani öğretmenlerin, "İnşallah benim çocuklarım da Selin gibi olur," dediği öğrenci profilidir o!

Liseyi derece ile bitiren Selin, İzmir aşığı biri olduğundan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni ilk tercih olarak yazar. Bir gün ona, Edebiyat Öğretmeni Deli İhsan “Hayatta çok başarılı, hakikatli biri olacağına inanıyorum,” demiş tespiti doğru çıkmıştır.


Deli İhsan, doğa ile barışıktır. Hemen her öğle aralığında o meşhur korulukta iki üç tur atar, Dutlu Yolun çeşit çeşit dutları ile selamlaşır, çevre yolu adından esinlenerek koyulan çevre yolda yürürken sigaracıların huzurunu kaçırırdı.


Hikâye kahramanı Deli İhsan, emekli olmayı hiçbir zaman aklından geçirmeyen “idealist,” derler ya, -hadi biz de idealist diyelim- öyle biridir. Selin’in çok sevdiği ve biz ilahi anlatıcının etkilendiği bu öğretmenin yaşamından bir kesitin öyküsüdür anlatacağımız. İlahi anlatıcı, kahramanın adını, kendi öğretmenlerinden Deli İhsan lakaplı beden eğitimi öğretmeninin adını, kahraman olarak seçerken, öğrencilik yıllarının sözelcisi, sayısalcısı, meslekcisi, sanatçı ruhlusu… bir bir geçer gözünün önünden…


Gölgesinden korkan, asosyal, suya sabuna dokunmayan, bana necici, pısırık mısırık hepsi hepsi… Aman böyle de eğitimci mi olur diyerek “geç geç” der… Sonra, sonra, hani öğrenciler her öğretmene yakışır, yakışmaz birer lakap takarlardı ya. İşte onlardan biri de “Deli İhsan’dır! Deli İhsan, deli midir, değil midir, ilahi anlatıcı olarak ben şahit olmamışken, ki ilahi anlatıcılar her şeyi, bilen eden ukalalardır. Fakat biz de bu kahramanımıza Edebiyat Öğretmeni Deli İhsan,” diyelim. Adını demeyelim, adını deyip de huzurunu kaçırmayalım...


Deli İhsan, sarı kıvrım kıvrım saçları, esarete, çelik kelepçelere isyan eden, yuvasında fır dönen gözleri, yerinde yurdunda durmayan bir ruh hali ile, ders alanı okul bahçesinin her bir metrekaresinde basılmadık yer bırakmayan hiper aktif bir çocuk gibidir. Yürürken, kısa adımlarını hızlı hızlı atarak kısa yol koşucusu çıta gibi, az zamanda çok mesafe alan; fakat çabuk yorulan çıtalar gibi değildir ama...


Selin, İzmir’in en seçkin okullarından birini derece ile bitirir, ODTÜ ve Boğaziçi’ne elini kolunu sallaya sallaya girebilecek bir puan almasına karşın, “ana kucağım İzmir benim,” diyerek, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne birincilikle yerleşir. Lise hayatı gibi üniversite hayatı da başarılarla geçen Selin, Tusta hatırı sayılır bir puan alarak, öteden beri insan davranışları, ilgisini çektiğinden psikiyatriyi tercih eder.


Selin, mesleğine aşık bir doktor olur, kısa zamanda göze gelir ve parmakla gösterilen biri olur. Ekonomik koşullar, siyasal atmosfer, değişimin gerisinde kalan sosyal yaşam, insanların ruh sağlıklarını bozalı yıllar olmuştur. Buna sebep “deli doktorlarının” başlarını kaşıyacak, bir arkadaşı ile bir araya gelip sohbet, dedikodu yapacak zamanları olmaz. Bu kadar ağır çalışma koşullarına rağmen bir güne bir gün onun “of” dediğine kimse şahit olmamıştır. Paranın pulun esiri olmuş olsaydı ötekiler gibi, o da paraya para demeyecek, ev üstüne ev, dam üstüne dam yapacaktır.


Selin, Edebiyat Öğretmeni Deli İhsan’ı çok sevmiştir. Deli İhsan çalıştığı yıllarda, çalışma koşulları nedeniyle yazmaya zaman bulamamıştır. Emekli olunca “deli gibi” durmadan yazmakta, kafasındaki yazacağı konuların ebediyete çekip gitmeden bitirmek istercesine, “deli gibi,” yazdıkça yazar. Yazdıkça, yeni konular zincirlemesine birbirini takip ederken, o da boyuna yazar. Soğuk kış günlerinde odasına geçer, uykum gelmesin diye bir petek ile yetinirken, yaz günlerinin, kavurucu sıcaklarında domur domur terler; yine de yazmaktan geri durmazdı.


Doktor Selin’in mezun olduğu lise, benzerlerinden fersah fersah ileridedir. Okulun kültürel faaliyetlerine omuz veren bir de vakfı vardır. Vakıf aynı zamanda ihtiyaç sahibi öğrencilere burs fırsatları da verir. Bu vakıfta yönetici olmak, prestijlidir. Vakfın yönetim kurulu başkanlığına Doktor Selin oybirliği ile seçilmiştir ve Doktor Selin’in ilk icraatı, Deli İhsan ile kardeşlerini tanıştırmak olmuştur.

Aylardan mayıstır. Eskiden, çok eskiden bu efsane okulun, efsane günlerinden biri de Kültür Sanat Şenlikleridir. Siyasal manzara, siyasal atmosfer, güzel olan her şeyi yok ettiği gibi, efsane okulun efsane şenliğinin de köküne kibrit suyu dökeli üç beş yıl olmuştur. Okulun entelektüel vakıf başkanlarının bu konjonktürde yapacağı bir şey yoktur. İçinden geçilen günler insanların gölgesinden koktuğu, ispiyonculuğun onurlu(!) yurttaş olarak kabul gördüğü günlerdir.


Aylardan mayıstır, güneş, en sevimli, haliyle gökteki yerini alırken, ağaçlar yeşilin bin bir tonuyla örtünmüş, efsane okulun, efsane koruluğu, doğa aşığı Deli İhsan’ın imge dünyasına sere serpe uzanıverirken, Ihlamurlu yolun ıhlamurları, Dutlu yolun dutları, çevre yolunun bademleri, kızılçamları, fıstık çamları… şiir dünyasına derya deniz oluvermiştir.


Bu yıl çiçeğin bol olacağını müjdelerken doğa, Deli İhsan’ın ağustos, eylül aylarında balından çatlamış incirler gelir gözünün önüne bir anda. Sonra o ham incirlere, bakıp “Deli İhsanlar,” bayram edecek, bayram deyip sevinç kasırgasına tutulur. O, çok severdi tadından çatlamış ballı incirleri. Bademlerin küçük torları, on gün sonra yemeyi, sevmeyi bilenleri şölene davet edecektir. Fıstık çamlarının iğne yaprakları yeşilin en çividiyle merhaba diyecektir aydınlık yüzlü çocuklara. Fıstık çamlarının hasadını okulun iş bilir müdürü, ihale mihale açmadan, verivermiştir birilerine. Soranlara da “işine bak sen, eski çamlar bardak oldu,” ben müdürüm havasıyla nobranlıkta sınır tanımadığı gibi kanunsuzlukta da sınır tanımaz olmuştur.


Bu Levanten köşkü, kızıl çamların, fıstık çamlarının, bademlerin, incir ağaçlarının arasında pek ihtişamlıdır ve her gün, gülen yüzlü çocuklara, dünün iyi insanlarının yaşanmışlıklarını anlatır. Vakıf, eğitim, kültür faaliyetlerini bu köşkte yürütürken, Vakıf sekreteri Emine Hanım, yıllardan beri, yedisinden yetmişine, tekmil mezunların ablası, kılavuzu olmuş, vakfın kelli felli, güzel insanlarının veren elini, ihtiyaç sahibi ellerle karşılaştırmadan, güzelliklerin vücut bulmasına vesile olmuştur!


Vakıf Yönetim Kurulu Başkanı Doktor Selin, korku imparatorluğuna savaş açarcasına, Deli İhsan’ı “Türk Edebiyatı ve Aydınlarımız,” konulu konferansa konuşmacı olarak çağırır. Deli İhsan konuşmasına,


“Arkadaşlar, kardeşler, diye başlar konuşmasına. Aydın demek kişilikli insan demektir, aydın siyasi iktidarların baskılarına teslim olmaz, onlar, “hepimiz Dreyfus’uz,” diyen Emile Zolalardır, Yaşar Kemallerdir, Aziz Nesinler, Uğur Mumculardır… Belki bu konuşmadan sonra, beni birinci şubeye götürecekler; fakat ben Tevfik Fikret’in deyimiyle, hak bildiğim yolda yalnız bile olsa yürümeye devam edeceğim! Ben doğru bildiğimi her koşulda söyledim ve söylemeye devam edeceğim! Ben dün ne dediysem yine aynı şeyleri söylüyorum, ben hep aynı yerdeyim, 2010 referandumunda *yetmez ama, evet* diyen çok sevdiğim Sabit Hoca’mın faşizme korkusuzca karşı koyduğu günler adına dimdik duracağım, şimdi onun savrulup gittiği noktada ben sallanmadan durmaya devam edeceğim, çünkü onun yetmez ama evet’i nelere mal oldu, bir baksın, bir hesaplasın! O, bir sözelci olarak, dört işlemi unutmuş olabilir, o bu “yetmez ama evet”inin nelere mal olduğunu hesaplayamaz. Şimdi o, eline bir hesap makinası alsın, yapsın bakalım hesabı, o evet’i nelere mal olmuş? Ama dikkat etsin, 2010 da tercih mührünü yanlışa yere, yanlış sütuna bastığı gibi yanlış tuşlara basmasın. Ve o tercihin nelere sebebiyet verdiğini başını ellerinin arasına alarak düşüm düşüm düşünsün! Ben bunları Deli İhsan olarak söylerken, ben Leipzig duruşmalarının George Dimitrov gibi karşımda nasıl bir yargıç olursa olsun doğruları, söylemekten asla geri durmayacağım!”


Deli İhsan, gemi azıya almış, soluk almadan konuşuyor, konuşurken, sözcükler ağzından inci taneleri gibi çıkarken, ince ve naif konuşması, bir o kadar da nitelikli ve bir o kadar da güçlüdür.


Deli İhsan, iki saattir konuşmakta, öğrenciler de can kulağı ile dinlemektedir. Birden salonun ışıkları yanar. İki yandan yirmi, yirmi beş güvenlik görevlisi, aynı anda salona girerek sahneye doğru yürümeye başlar. Aynı anda öğrencilerin, vakıf yöneticilerinin “ne oluyoruz,” sorusu sorulur kafalara. Üç yıldızlı emniyet görevlisi Deli İhsan’ın elindeki mikrofonu alarak,


“Arkadaşlar, İzmir Valiliğinin emrini uygulamak üzere burdayız. Sakince, bir nümayişe meydan vermeden, yavaşça salonu terk edin, yanlışlık yapanlara göz altı muamelesi yapılacaktır!”


Salon adeta buz kesilir, kimse ne yapacağını bilemeden öylece kalır bir zaman. Vakıf yöneticileri, herkes şaşkına dönmüştür. Doktor Selin, ataleti, korkuyu, paniği ilk atlatan olarak,


“Yaptığınız kanunsuzluktur, kanunsuz bir uygulamayı, kanun adamı olarak yapamazsınız, bunun sonucu ağır olur, yarın kimse arkanızda durmaz; cezasını siz çekersiniz Müdür Bey! Burada yasal bir konferans icra edilmektedir, izni, mizni her bi şeyi alınmıştır! Lütfen, çok rica ediyorum, yoksa dediğim gibi, her şeyin sorumlusu siz olacaksınız!”


“Sayın Başkan emre karşı mı geliyorsunuz, lütfen görevimizi yapmamıza mâni olmayın, yoksa sizi göz altına almak mecburiyetinde kalacağım, lütfen, sizi uyarıyorum!”


“Bakın Müdür Bey, ben bu okulun mezunuyum, bu okul benim evim, bu salonda gördüklerin, bu öğrenciler var ya hepsi benim kardeşim! Bu okuldan mezun olan herkes yasalara uyar ve devletine karşı gelmez, mülkü amirler de yasalar aykırı karar alamazlar!”


“Sayın başkan diyorsunuz ki, ben yasalara uymuyorum, yasa masa da tanımıyorum, öyle mi diyorsunuz?”


“Ben öyle bir şey demiyorum, lütfen kanun adamı olarak kânunları ihlal etmeyin, emirler, yasalara uygun olmak zorundadır. Ben bu yaşa geldim, kanunsuz hiçbir şey yapmadım, yapılmasına da izin vermedim. Konferansı veren benim Edebiyat Öğretmenimdir. O hakiki bir yurtseverdir, bu ülke için üretmeye devam ediyor, onu göz altına alacağınıza, gelin beni göz altına alın! Onu göz altına alırsanız, dediğim gibi olacaklardan siz sorumlu olursunuz, bilmiş olun!”


“Siz bizi tehdit etmeye devam ediyorsunuz sayın başkan?”


“Hayır, kesinlikle hayır, burada akıl dışı bir uygulama var, ondan vaz geçin diyorum!”

Beş yüz kişilik salonda bir homurtu başlamış, öğrenciler konuşmaya, yerlerinden kalkıp sahneye doğru ağır adımlarla yürümeye başlamıştır, Selin Hanım’la Emniyet Müdürünün tartışmaları devam ederken. Deli İhsan, emniyet müdürün kürsüye bıraktığı mikrofonu eline almış, hiç konuşmadan, sahnenin bir köşesinden, öbür köşesine doğru kararlı adımlarla yürür. “Gururum Selin’im,” dediği öğrencisinin emniyet müdürü karşısında çakmak taşı gibi dimdik duruşunu, müdürü kanunlara uyması gerektiğini söylerken kullandığı dili, hayran hayran izlerken, sıcaktan uçları kararan kıvır kıvır sarı saçları diken diken olmuş, mavi Atatürk gözleri çelikleşmiş, Doktor Selin’in bireylik, yurttaşlık sınavını tatbiki olarak yerine getirişini gururla izlemektedir. Öte yandan emniyet güçlerinin Selin’e fiziki teması olacak olursa anında bütün uzuvları ile karşı koymaya hazırdır. O kadar hazırdır ki, aksayan ayağına destek olsun diye Doktor Selin’in hediye ettiği Devrek bastonu, sanki Ali’nin Zülfikar’ı olmuşçasına hırslanmıştır!


Öğrenciler ilk anın verdiği şaşkınlığı atmış, sahnede sergilenen yeni oyunun sonucunun iyiye işaret olmadığını görmüşler, liderleri Atakan’ın kaş göz işareti ile iki yandan sahneye çıkan merdivenlerden ağır adımlarla polis memurlarına hiçbir şey demeden, sahneye doğru yürürlerken, sahne dekorunun görkemini büyüten Atatürk posteri Türk bayrağının altındaki Deli İhsan’ı aralarına almışlar, etten bir duvar oluşturmuşlar; sahnede adım atacak yer kalmamıştır.


“Bakın der Doktor Selin, burası geleneği, kültürü olan bir okul, biz birbirimize kardeşlik bağı ile bağlıyız. Buradan birimizi almak için, hepimizi almak zorundasınız, lütfen kanunsuz bir emri, kanunu hiçe sayarak uygulayamazsınız. Az önce dediğim gibi, biz kanunlara, devletimize bağlıyız. Benim yönetici olduğum yerde kanunlara aykırı hiçbir şey olmaz. Biz Kurtuluş Savaşı’nda yeni doğum yapan eşini evde bırakıp cepheye koşanların evlatlarıyız, biz Mustafa Kemal’e yürekten bağlı birer sıra neferiyiz. Sayın Müdür, sorumluluk almak yöneticiliğin vasıflarındandır. Yönetici demek, amirlerinin verdiği emri, sorgusuz sualsiz uygulayan değildir. Adınızı tarihe yazdırmak istiyorsanız, padişah fermanını yırtıp atan Mustafa Kemal olun, yok emir demiri keser diyorsanız, ben Ali Galip’im diyorsanız, işte arşın işte Halep karar sizin. Biz memleket sevgisini yüreğinin her bir hücresinde taşıyan öğretmenimizi, bırakmayız; size vermeyiz!”


Salonun atmosferi gerildikçe gerilmiş, adeta pimi çekilen bir bomba olmuştur ve o bomba az sonra patlayacaktır. Üç yıldızlı emniyet müdürü, öğrencilerdeki öfke patlamalarını görmüş, kendi gençliğinde Bursa’da grev çadırını beklerken, ateş açan provokatöre göğsünü siper ettiği günler gelmiştir birden aklına. İşte o anda birden sağduyu aklına egemen olur, kitle psikolojisinin neler yapacağını çok iyi bildiğinden memurlarını sükûnete davet ederek, “benden emir almadıkça kimse bir şey yapmasın,” diyerek, tansiyonu düşürür.


Emniyet Müdürü, Bursa Eğitim Enstitüsünden mezun olmuş, istihbarat raporları olumsuz geldiği için 49 maddeye göre ataması yapılmamıştır. Bu kararla yıkılmış, hayata küsmüştür. On gün yirmi gün hiç kimseye hiçbir şey demeden bir hayalet gibi dolaşmıştır. Bir gece rüyasında Osman’ın at oynattığı diyarların Mavilisi, “sen böyle mi gördün, hani teslim olmak yok, son kurşunum kalıncaya kadar savaşırım ben, derdin, ne oldu sana,” der. İşte o anda yatağından kalktığı gibi köyün çam tepe mevkine gidip öğleye kadar düşünür, kendi kendine konuşur. Sonunda bir karara varır. Mahkemeye baş vuracaktır. Mahkemeye baş vurur ve haklılığını elde edene kadar mücadele eder, sonunda mahkemeyi kazanır. Kazanır kazanmasına da öğretmenlikten soğumuştur, bundan sonra masumların, kimsesizlerin yanında olmak adına polis olmaya karar vermiştir ve polis olmuştur…


Emniyet müdürü demokratik ülkeler için ideal bir emniyetçi örneğini vererek memurlarını alıp salondan ayrılır, bu kanunsuz emri hakkında soruşturmalar açılır, il içinde yeri değiştirilir, o yılmaz mücadeleye devam eder. Yaşadığı her beladan sonra Osman’ın at oynattığı diyarların Mavilisi rüyasına girerek, “teslim olmak yok, dayan,” der.

Doktor Selin, Öğretmeni Deli İhsan’ın tatbiki sınavı ile efsane öğretmeninin efsane öğrencisi olduğunu kanıtlar ve ikisini efsane okulun tarihine altın harflerle köşkün ablası Emine Hanım yazar:

23 EYLÜL 2023 DELİ İHSAN VE DOKTOR SELİN,

OKULUN DEMOKRASİ TARİHİNE BİR İŞARET KOYDULAR...

61 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page