top of page
Yazarın fotoğrafıYusuf AKSOY

YENİ YIL






Yusuf AKSOY

*

Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktır. Gerçekte eskiyen ise yıl değil, takvim yaprakları oldu. Çünkü dileklerimizin hepsi havada kaldı. Covid-19 salgının acıları taze ve yaraları hala açıktayken 2022 yılı da baş döndürücü olayların hızıyla akıp geçmişti. 2023 yılı ise ülkemizde çok büyük bir deprem felaketi ile bize eşlik etti. Hatay merkezli ve on bir il ve çevresini kapsayan deprem bölgeyi âdete yıktı geçti. Yüzbinleri bulan can kaybı ülkeyi telafisi kolay olamayacak acılar ve sorunlar içerine soktu. Esasta öldürenin, yıkanın deprem değil, rant olduğunu hepimiz biliyoruz. Bildiğimizi halk olarak haykırmadıkça toplumca kaybetmeye devam edeceğiz. Ülkemizde deprem yıkıp öldürürken, Ortadoğu’da halklara huzur vermeyen kirli çatışmalar ve savaşlar durmak bilmiyor. Ekim ayının başlarında Hamasın İsrail’e yönelik saldırıları ve ardından bunu fırsat bilen Faşist İsrail Devleti’nin Gazze başta olmak üzere Filistin’e saldırısı dünyanın gözü önünde bir soykırıma dönüşmüştür. İsrail askeri güçleri çocuk, kadın, hasta demeden Filistinlileri havadan ve karadan hedef gözetmeksizin öldürmeye devam etmektedir. Barış ile buluşturulmak istenmeyen Ortadoğu halkları yaralarını kendi sarmaya çalışıyor. Kapitalizmin insan ve sömürü odaklı yaşam tarzı politikaları ve dayatmaları insanla birlikte, doğayı ve içindeki tüm canlıları da hedef almaktadır. Canlılığa, başka türlerin yaşama hakkına egemen olan vampir irade karar veriyor. Türcülük zihniyeti ve uzantısı politika ve inançlar hayvanlara savaş açmış durumdadır. Sokak hayvanlarına yaşadıkları alanlarda sahip çıkılması, beslenme, sağlık kontrolleri ve rehabilitasyon olanakları sağlanması gerekirken, onların toplanması ve kaybedilmesi emrini verenler vicdanları kanatıyor. Doğada kendi özgür alanında yaşayanlar da av izniyle katliama uğramaktadır. Öldürdükçe doğada her şeye sahip olacağını düşünen insan, daha da kaybettiğini ve azaldığını fark ettiğinde çok geç olacak. 

2023’ün ikinci yarısında emek alanındaki hareketlilik dikkat çekmektedir. Lastik-İş üyesi Corning Optik işçilerinin grevi 150 günü ve TGS üyesi Sputnik Türkiye işçilerinin grevi 100 günü aşkın süredir kararlılıkla devam ediyor. Urfa Özak Tekstil’de Öz İplik-İş Sendikasından istifa ederek BİRTEK-SEN’de örgütlenen işçiler; işveren baskısına ve işten atma saldırısına karşı 27 Kasımda üretimi durdurarak başlattıkları direniş sürüyor. Özak İşçilerinin direnişi ülkedeki işçi ve emekçileri heyecanlandırıp, cesaretlendirmektedir. Aynı cesareti cevre ve işçi sağlığı hiçe sayılarak İzmir Aliağa açıklarında söküm için bekletilen Fransız bandıralı tehlikeli atık ve asbest yüklü gemiye karşı da göstermemiz gerekir.

Yeni yılda dileğimiz salgınların, afetlerin, kadın cinayetlerinin, doğanın talanının, çocuk işçiliğinin, çocuk gelinlerin, istismarın, hayvanlara eziyetleri ve savaşların bir daha olmamasıydı.

Soyut dileklerimizin de anlamlı olmasının koşulları var oysaki. Beklendik ya da beklenmedik tüm hasarların, kötülüklerin, acı ve hüznün üretildiği koşullar var. Bu üretilen koşullar örgütlü ve politiktir. İnsana ve tüm bileşenleriyle doğaya yönelmiş kötülüğün sahipleri var. Bu azınlık sahipler, kendi mutluluğu için hepimizin mutluluğunu çalabiliyor. Bu yavuz hırsızlara karşı örgütlenip savaşmadan mutluluğa erişmemiz de pek mümkün olmayacaktır. Her tarihsel dönemin buhranları olmuştur, olacaktır da. Buhranlar bireysel düzlemde genellikle psiko-sosyal ardıllıdır. Bunlar hırs, duygusal erişememezlik, başarısızlık vs. biçiminde olmaktadır. Bu türden dönemlere tepkiyi estetik bir eleştiri olarak Louis Argon’unun “ Mutlu aşk yoktur” diyen dizelerinde duyumsarız belki de. Her dönem olabilen iç sıkıntılarımız zamanla azalıp sönümlenebilir özellikte olabiliyor. Toplumsal ve evrensel buhranlar ise çok büyük kitleleri uzun dönemler içinde etki altına alıyor. Hele ki bu buhran beslenen politik bir buhransa, bir bütün çağa mal oluyor. İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın, savaşların ve afetlerin bile yarası bir şekilde sarılabiliyor. Yarası sarılamayan, açlığı, yoksulluğu da bastıran en büyük yıkım ise ‘adaletsizlik’ ile gelen kirli buhrandır.


Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, örgütlü kötülükten yana olmamakla suçlu ilan ediliyorsunuz. Ve sizi savunabilecek mekanizmanın olmadığını görüyorsunuz. Adaletsizlik, neredeyse adalete karşı en büyük güç olmuş durumda. İşte tam da bu zamanda yurttaşlık duruşu çok önem arz ediyor. İşte tam da böyle bir zamana tekrar sesleniyor Brecht “Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi? Elbette, şarkı da söylenecek, karanlık zamanları anlatan." Şarkılarını söyleyebilenlerden hatta mırıldanabilenlerden dolayı yarına güven duyabildiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Her şeye rağmen bizim mahallelerde çok şeyler konuşuluyor. Ama buzu kırıp yolu açmak için “Aslolan değiştirmektir” diyen Marks’ın öngörüsünden hala çok uzakta konuşanlar.

Bilim ve teknolojin baş döndüren gelişiminden dolayı yaşamın tüm argümanları meta odaklı bir hız içerisinde tüketilmektedir. Bu sürece de egemenler ‘Hız Çağı’ adını vermektedir. Hız: Sömürebildiğin her alanı her şeyi aşırı hızda sömürmek; ahlak-etik ve adalet kavram ve duygusunun yok edilişini fark edilmeyecek bir hızda tüketmekten öte bir şey değildir gerçekte. Fark edilmeyecek bir hız da kadın cinayetleri, çocuk işçiliği, çocuk gelinler ve her yönden yer yöne göçler, yoksulluk ve açlık tehdidini yok hızında unutma dönemi …

Çok geriye gitmeyeceğim. Mütevazi bir şekilde yeni yıldan isteklerimi geçen yıl bu zamanlar aynı konu ile ilgili yazdıklarımdan paylaşacağım:


“İnsanlık tarihi şüphesiz ki sayısını bilemeyeceğimiz çoklukta takvimlere başlangıç yapılacak olaylar yaşamıştır. İnsanlık tarihi her şeyden önce sınıfların tarihidir. Tarih boyunca süren kaos ve kavganın hep iki tarafı olmuştur: Ezenle ezilenlerin uzlaşmaz kavgası! Orta da olanlar yok mudur? Soruna yanıt: Hayır olmamıştır! Ortada olmak, seyirci olmaktır. Seyirci olmak ezenden, kötülükten yana olmaktır. Sekiz milyar insan nüfusunun küçük azınlıklar tarafından tepelenmesinin ardında biraz da bu gerçeklik yatar.

Daha bir yıl önce bugün durağan toplumun ‘bireyleri’ olarak kırıntıları bırakılmış tüm beklentilerimizi, düşlerimizi, tozpembe hayallerimizi oturduğumuz yerden klavye ile sanal dünyaya havale etmiştik. Havalelerin çok büyük kısmı da boşlukta, konformizme uygun genişlikte yer bulamadığından çarpışarak, dağılıp birer birer yok oldular. Hayat bulan ve bulaşan kıymetli mesajların sahipleri de penceresiz bir metre kare yerlerde duymazlığa tıkıldılar ya da bilmem kaç km uzaktaki diyarlara yollandılar. Akıbetleri bilinmeyenler hala bilinmiyor. Bilinmeyenleri bilip bulunmayanların peşine takılarak yeniden heyecanlanabiliriz.

Heyecanlanmada ciddiysek yol, iz sürerek kendimizi buluruz ve kendi olanlarla yeniden hayaller üretip yaşama sarılırız. İnsan olduğumuzu, onurlu bir canlı olduğumuzu hatırlarız bilgiye, bilime ulaşma becerisi gösterebildiğimizde. Bu diyalektik düşünce sistemi bizi bilinçli ve üreten cesaretle buluşturur. Ve sorgulama süreci başlar: Afetler doğal değildir! Savaş cinayettir! İşsizlik, yoksulluk kader değildir! Salgınlar, doğanın talanı ve canlı türlerine uygulanan işkence ve soykırım suçudur! Çocuk işçiliği sermayenin tercihidir! Zorunlu göçler ve sürgünler kapitalist emperyalizmin vahşeti ile ilgilidir! Kadın cinayetleri politiktir! Çocuk gelinler konusu politiktir! Tarımda zehirli kimyasallar hepimizi öldürür! HES’ler su kaynaklarını bitiriyor! Nükleer Santraller Savaş teknolojisi için kurulur! Siyanür altın dağıtmaz; toprağımızı, suyumuzu zehirler, öldürür!

 

Yeniden bir yeni yıla girerken yeni yıldan ne istiyorsak onun da bizden istedikleri olacağını unutmayalım. İsteklerimizin peşinden koşacağız! Nazım ustanın dediği gibi “ Yaşamı ciddiye alacağız!” Alın terine uzanan kirli ellerle dost olmayacağız. Sadece kendi kanayan yaralarımızı değil, başkalarının da kanayan yaralarını göreceğiz ve kanayan neredeyse gidip el basacağız yarasına. Şarkıları susturulanlarla karanlığın orta yerinde sokaklara çıkıp şarkılar söyleyeceğiz: Aşka, barışa, emeğe, adalete, hürriyete ve umuda.” Yazımın son sözleri Nazım dizleriyle yeni yıl yıldızları gibi parlasın:

 

“Ve elbette ki, sevgilim, elbet,

dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,

dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla

bu güzelim memlekette hürriyet…”


Mutlu yıllar...

 

33 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Hozzászólások