Sanallık
top of page

Sanallık

ÖNER YAĞCI

/

Bilimkurgu Değil Gerçekten Kaçışın Çağa Uygun Bir Yolu

*


Her çağ, kendi kültürünün niteliğini belirler, her çağın içindeki arayış ve yönelimler her kültür için de geçerli olduğundan günümüz dünyasının ve ülkemizin yaşama biçimini de çağımızdaki egemenlik ilişkileri belirler. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Coğrafyamızda başımıza bela edilen kirliliklerin en yakın tarihinden başlayarak günümüzü kolayca algılayabiliriz.

Ülkemizdeki 24 Ocak 1980 ve ardından gelen 12 Eylül 1980’le, kurulmak istenen düzene doğru her geçen gün yeni adımlar atıldı. 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu’nun ve ardından gelen 2 Temmuz 1993 Sivas katliamından sonra 1990’larla birlikte adımlar hızlandı. Milenyum adı verilerek süslenen 2000’lere koşar adım sürüklenmeye başladık.

Küreselleşme ya da Yeni Dünya Düzeni denilen yaşam biçiminin bizim coğrafyamıza denk düşen BOP’uyla kucaklaşmaya kaz adımlarıyla gidiyoruz şimdilerde...

Adımlar, adımlar… Dünyanın egemeni olmak isteyenlerin köleleştirdiği toplumlara attırdığı adımlar ve bu adımlara karşı insanlığın direnişi… İnsanlık tarihinin yüzyılları böyle geçti, yakın tarihi de... Bizim ömrümüz de bu adımlarla ve bu adımlara karşı direnişlerle geçti…

Bizden önceki birkaç kuşağın da ömrü böyle geçmişti...

Dizeleriyle ne güzel özetlemişti bunu Nâzım Hikmet: “Biliyorsunuz,/ verdim ömrümü,/ en güzel/ en olacak/ en olması lazım şey için./ Fakat çoktur/ -sayılmayacak kadar-/ aynı işi benden evvel/ belki de benimkinden büyük bir inatla yapanlar...”

Wilhelm Reich’in Dinle Küçük Adam uyarısını kulak arkası edince yenilmişti insanlık faşizme. Ders alınmamıştı.

Nâzım Hikmet, “Kabahatin çoğu sende canım kardeşim.” demişti. Sulhi Dölek, Teslim Ol Küçük diyerek uyarmıştı.

Uyarıların boşa gittiğini gösteriyor geldiğimiz nokta…

Siyasette, siyasal kurumlaşmada yaşananlar bir yana kültürel ortamda yaşananlara bakınca göreceğimiz gerçeklik bugünlere geleceğimiz dünden belliydi. Özdemir Asaf’ın ünlü “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu/ Birinciliği beyaza verdiler…” dizeleri nasıl da bir öngörü imiş değil mi?..

Önce görsellikle başlamıştı saldırı. Biçimin özü intihar ettirmesiyle devam etti. Magazinleştirme, mistikleştirme, bağnazlaştırma, tüketim metaına dönüştürme, belleklerin silinmesi, değerlere saldırı, değerlerin önce sarsılması sonra yok edilmesi, emperyalizmin en önemli aracı haline gelen medyanın verdiği olanaklarla ve giderek hızlanan adımlarla başarılar kazanmaya başladı. İnsani olan her şeyin kirletilmesi yaşanmaya başlandı. Aşk kirletildi,

dostluklar kirletildi, değerbilirlik ve dayanışma sözlüklerden silindi neredeyse...

Bunların yerini neler mi aldı? “Küfür romanları”yla başlamıştı saldırı, küfürlerle devam ediyor. Tekellerin kültürel yaşama yönelik ürkek adımları kültür alanının neredeyse tümüyle tekellerin eline geçmesine yol açan kaz

adımlarına dönüşüyor. Emperyalizmin bugünkü yapılanmasının adı olan küreselleşmenin ideolojisi postmodernizm, büyük medya desteği ile yüzyıllardır dinle, yasalarla, kaba güçle sürdürdüğü akla, bilime, sanata, düşünceye, aydınlığa yönelik saldırısını devam ettiriyor.

İnsani temelde yükselen bir kültür yerine sanallık, görsellik, teknoloji, “gibi”leşme, medyatiklik, popülerlik, metalaştırma, mistiklik, magazinleştirme promosyon salgını getiriyor.

Küresel egemenliğe ve onun ideolojisine boyun eğmeyenler “sırat köprüsü”ne mahkûm ediliyor.

Kültür alanının insanları yaşananlar karşısında ayrışıyor. İnsanı ve insanlığı acıtan bir gerçek olan, emperyalizmin düzenine kattığı ülkeleri işbirlikçileri aracılığıyla köleleştirmesi şimdi, ne yazık ki gerçekleşiyor ve siyasette olduğu gibi kültürde de işbirlikçiler türüyor.

Siyasal egemenliğin ideolojisine denk düşen “mistikleşmeye” boyun eğiyor kimileri. Daha önce

savunduğu değerlerine saldırmaya başlıyor kimileri...

Yaşadığımız gerçekliğin son durağı olarak da, özne olması gereken sanatçılar nesne durumuna düşürülüyor. İnsan’ın yüzyıllardır sürdürdüğü eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik arayışının bugününde “ütopya”sı elinden alınıyor. İnsan kendisinden utanır hale getiriliyor. Tüm bunlar özgürlüğü yok eden bir dayatma olarak insanın karşısına dikiliyor.

Küreselleşme belasının getirdiği yaşama biçiminin insanlığa dayatmasıdır yaşadığımız. Dayatılan yaşam biçiminde insanlığın bunca yüzyıldır süren özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşlik arayışlarının birikimi, deneyimi, kazanımı çağdaş emperyalizmin eliyle azgınca yok ediliyor. Böyle bir kaos döneminde popüler, medyatik, megastar, süper, en büyük gibi sıfatlarla tanımlanan “yeni değerler”, yaşamın her alanında, her anında karşımıza çıkıyor. Tüketimin

pompalandığı bir düzen uygun görülüyor insanlığa.

Düzen bu saldırısıyla kendi her şeyin çılgınca tüketilmesini amaçlayan “yeni kültür”ünü iletişimin olağanüstü olanaklarıyla adım adım yaygınlaştırıyor.

Özgürlük ve mutluluk arayışları için gereken mücadele örgütlenmelerinin yerini iletişimin müthiş ataklarından biri olan internet aracılığıyla kurulan sanal dünyalarda geliştirilen arayışlar alıyor. Gerçek gerçek olmaktan çıkıyor ve sanallığa yenik düşüyoruz biz de insanlıkla birlikte. Yeni romanımın adına Yaşasın Yenilenler diyorum bu yüzden...

Nâzım Hikmet’in “yok edin insanın insana kulluğunu” çağrısı hâlâ gündemde ve o, hâlâ “vatan hainliğine” devam ediyor.

1780–1831 arasında yaşayan Prusyalı General Clausewitz’in ünlü sözünün olanca gerçekliği karşımızda:

“Savaş, politik ilişkilerin başka araçların desteği ile sürdürülmesinden başka bir şey değildir.” Politik ilişkiler başka araçlarla sürüyor işte, yeni teknolojik araçlarla...


Emperyalizmin iletişim olanaklarının yarattığı teknolojik ve sanal dünyalar, bilimkurgu değil gerçekten kaçışın çağa uygun bir yolu olarak insanı insanlıktan çıkarmaya devam ediyor tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de.

*

maviADA BAHAR 2012

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page