top of page

NEDEN YAZIYORUM

Niyazi UYAR

*



Herkes için öyle midir bilmem, hayata başka başka pencereler açan, yaptığı aktiviteler bir getiri sağlamasa da içindeki kurt kıpırdar durur. O kurt(lar) dökülmeden yazan birinin huzur bulması nerdeyse imkansızdır. O kurt(lar) dökülse bile başka kurtlar kaynamaya başlar. Kulakları çınlasın edebiyat öğretmeni Selma arkadaşım, “kurtlu” sıfatını yakıştırmıştı bana. Gerçi o “kurtlu” sıfatını yazıp çizmeme istinaden söylememişti ama hakikati varmış. Belki onun “kurtlu” sıfatı içimdeki öteki kurtların gün yüzüne çıkmasına ivedilik kazandırmıştır kim bilir.


Hayata başka pencere açmak dedim ya fakat o pencereyi açamadan o pencerenin kurtlarına takılıp kaldım işte! Gök Münevver de yerimde duramadığım için “gurtlu gavır!” derdi. İnsan evinde yorulur mu, ben yoruluyorum. Şöyle ayaklarımı uzata uzata yatamıyorum -anca gece uyuyunca mümkün oluyor- beş on dakika uzanınca içimdeki bir başka “ben” dürtüklemeye başlıyor. “Kalk diyor, uyuz uyuz yatıp durma!” Ne televizyon izlemek ne tam motive kitap okumak, dur durak bilmeden evin her santimini ayak tabanlarıma nakşediyorum. Sonra başlıyorum kendimle kavgaya. Gök Münevver derdi ki,” insanın kendi kendine ettiğini, dokuz köyün gavırı bir araya gelse edemez!”


Gök Münevver de kim mi dediniz? “O benim kahramanlarımdan, o, Aziz Atatürk’ün ideal Anadolu kadını profili! Ah Gök Münevver ah, sen şehirde okumuş, yazmış bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelseydin, vali padişah bile olurdun. Vali padişah sıfatını çok kullanırdı o, böylelikle bir kez daha anmış olayım onu. Derdi ki “istese vali padişah osun, ümorumda omaz,” aynen böyle derdi. (Ümorumda: Umurumda)


Nice kadın, Gök Münevver gibi heder olup gidiyor Anadolu’da. Ah ah, Talas Savaşı’ndan sonra Araplardan yana tavır alan yönetenler, söylenecek o kadar çok şey var ki, neyse… Fazla ileri gitmeden burada kalayım değil mi? Yazmaya başlayınca benim kalem alıp başını gidiyor. Onun genellikle dizginlerini asılıp duruyorum. Onu özgür bırakmaya gelmez, ne de olsa, bu Türkiye eski Türkiye değil. Öğretmenlik yaptığım doksanlı yılların, sonra iki binli yılların ilk üç beş yılı, hele öğrencilik yaptığım yetmişli yıllar hiç değil!


Hayata yeni bir pencere açayım diye başladım, o pencereyi açamadım bir türlü. Hayata yeni bir pencere açacaktım, açtığım pencere ile düne, yarına bir projektör tutacaktım, kalemimin başını alıp gitmesine izin vermeden başlayayım diyeceklerime.


Abidin Dino’nun, Nilgün Vural’ın çizme aşkı gibi, Mozart’ın, Arif Sağ’ın, Sabahat Akkiraz’ın, Suna Kan’ın… müzik aşkı gibi edebi şahsiyetlerin yazma aşkı böyle bir şeydir işte! Bu şahsiyetleri durağan, dingin, sıradan bir hayattan koparıp bu “kurtlu,” hayatın içine atıveren nedir?


Otuz yedi yıl bu ülkenin yarınlarına düşünen, sorgulayan bireyler yetiştirmek için, sanatın -bence- en yücelerinden olan öğretmenlik sanatını icra ettim. Dünyaya, doğaya, yaşamaya, sevgiye olan aşkımdan dolayı, bugün sanatın yazma aktivitesi içinde üretmeye, güzelliğin çıtasını daha da yücelere çıkarmaya çalışıyorum. Kalemim tutukluk yapmazsa, başını alıp gitmez, beni belalara salmazsa, yazmaya devam edeceğim.


Başlıkta “neden yazıyorum,” dedim ya şöyle net, vurucu cümlelerle sebebini söylemedim değil mi? Bir kere ben, içimdeki “ben,” beni rahat bırakmadığı için yazıyorum? Mesela şu an, arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğu kahvelerde okey mokey oynarken, bazıları da televizyon karşısında göbek büyütürken, ben sandalye tepesinde “o sözcük mü, bu sözcük mü, yok yok hiçbiri değil diye ince eleyip sık dokumaya, bir sözcük için, bir cümle için, kılı kırk yarıyorum. Bazen o kadar çok titizleniyorum, imgelerin sihrine kendimi kaptırdım mı, işte o zaman yürek çarpıntılarım çoğaldıkça çoğalıyor.


“Neden yazıyorum” için bu söylediklerim de çok açık olmadıysa, öğrencilik yıllarımın bıçak gibi keskin söylemlerinden söz edeyim o zaman. O yıllarda gençlerin söylemleri çok keskindi, hem de iki yüzü keskin bir bıçak, değdiği yeri alıp geçiyordu. Diyordum ki “ne ezilen ne ezen insanca, hakça bir düzen!” Ecevit’in bu sözü dağları taşları süslemişken, benim de gönlümün baş köşesinde yerini almıştı! Sözün harikalığına bakar mısınız, kim sevmez: “Ne ezen ne ezilen insanca, hakça bir düzen!” Sonra,


“Dünyanın bütün işçileri birleşin!

Toprak işleyenin, su kullananın!

Hak adalet, özgürlük!

Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun faşizm…"


Bak işte gördünüz, bu sloganların bazıları ne kadar keskin, "vurmak, kırmak… " oysa bu kavramlar benim kişiliğimle ters orantılıdır. Kendimi tanıdığım bildiğim kadarıyla ne kavgadan ne tartışmadan ne polemikten hoşlanırım. Ben kavga adamı değilim. O günlerde kavganın ön saflarında bir akıntı sonucu olmuş olsam bile, ben tam bir barış adamıyım. Barış adamıyım derken hak, halk düşmanları ile sarmaş dolaş da olamam hani. Barıştan yana olan ben kendimi bildim bileli, her ırktan, her dinden, her dilden insanın bir arada yaşamaları için elimden geldiği kadarıyla her şeyi yaptım diye düşünüyorum. Bu uğurda dostluğa bir nebze katkım olduysa bundan fevkalade mutluluk duyarım.


Kaç eğitimciye nasip olmuştur bilemem; ama benim Süryani, Ermeni, Musevi, Romen, Kürt, Alevi … yüzlerce öğrencim oldu. Hatta aşırı milliyetçisi de oldu, ateisti de… Mesela aşırı milliyetçi bir öğrencim, o yıllarda dersteki haytalığından ötürü özür diliyor bugün...


Ben, İzak’ı da, Büşra’yı da, Haydar’ı da, Soydan’ı da çok sevdim.

İşte ben, sevginin bayrağı hep dalgalansın diye kafatasçılar, din bezirganları, Naimleri, Büşraları, İzakları, Ezidileri, daha çok zehirlemesin diye yazmaya devam edeceğim. Bu beni hayata bağlayan bir sihir, bu benim hayat düsturum! O sihir olmazsa, yaşayamam diye düşünüyorum. Şimdi çalışma odamda bunları yazarken, sevgili eşim öbür odada bir başına oturmuş televizyon izliyor...


Yazmak hakikaten özveri ister, yazmak hakikaten meşakkatli bir şey. Yazıp paylaştıklarınız topluma mal olur. Okumaktan, yazmaktan bir haber abidik gubidik adamlar bile yazdıklarınıza dair fikir beyan eder. Hem de ne fikir(!) Siz defalarca, defalarca kontrol ettiğiniz ürününüzde illa ki bir eksiklik olabilir; işte o zaman onlar, mal bulmuş mağribi gibi onun üstünde tepinir de tepinir!


Siz yazarsınız, mesela yazdıklarınız belki bir gün eski sevgilinin eline geçecektir, onun şöyle içten bir ah çekişine vesile olacaktır diye düşlerken, belki o, çoktan bir kadın hastalığı ile sizlere ömürdür. İşte o an, içinizden bir parçanın koptuğunu hissedip derin bir ah çekersiniz. İşte o an, kimi kimsenin olmadığı bir yerlere gidip içinizi çeke çeke ağlamak istersiniz. Sonra size aşık bir memure, sizin öne çıkmış durumunuza şahit olmuşsa, kendine, size, hayata küstüğünü öğrenince siz bir kez daha yıkılırsınız.


Yazmanın bir değil, yüzlerce sebebi var. Bay Yazıcı, mesela ben, yazarken özgür olduğum için yazıyorum, yazarken ben olduğum için yazıyorum. Bayan Aksoy, Bay Aksoy yazarken ben olduğum için yazıyorum. Bayan Karadağ, Bay Aytöre, Bay Özgen, Fadime Hanım yazarken hakikaten ben olduğum için yazıyorum.

Saygıyla kalın!

Etiketler:

26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/4

mavi

ADA

2002

Hayat ve Sanat

Emek veren herkesin ADAsı

  • LinkedIn - Beyaz Çember
bottom of page