GARGANTUA
top of page

GARGANTUA

*

Genel Bilgi:



François Rabelais, rönesansın en ünlü sanatçılarından biridir. Klasik dünya edebiyatının büyük yazarları arasında sayılıp modern Avrupa edebiyatının kurucularından olduğu kabul edilir. Hümanizmin öncülerindendir, Desiderus Erasmus'la çağdaştır. Jean Paul Sartre, Rabelais'nin üslubuna hayranlığını saklamaz ve onun Avrupa düşüncesinin ve Hümanizmin gelişmesi açısından önemini Erasmus ile Montaigne arasında köprü olmak derecesinde görür.


Aşağıda okuyacağınız muhteşem metin, Sartre'nin hayranı olduğu üslubu hakkında bir fikir verir. 1532'de yayınlanan ilk kitabına yazdığı önsözden ÇEVİRİDİR.

Gargantua ve Pantagruel, François Rabelais'in bir baba ile oğlunun hikâyelerinden oluşan ve gayet açık saçık bir fantastik güldürü olan felsefi eseri ve baş yapıtıdır.

Gargantua ve Pantagruel, beş kitaptan oluşan bir seridir:

  • Pantagruel (1532)

  • La vie très horrifique du grand Gargantua (1534)

  • Le Tiers Livre ("Üçüncü kitap", 1546)

  • Le Quart Livre ("Dördüncü kitap", 1552)

  • Le Cinquiesme Livre (Beşinci kitap. Bu kitabin Rabelais tarafından yazılıp yazılmadığı tartışmalıdır.)

Kitap:

Gargantua

“Grandes Croniques” adlı masal, büyücü Merilin’in, İngiliz Kralı Arthur’a savaşta yardımcı olmaları için yarattığı dev bir ailenin kahramanlıklarını anlatır. Rabelais’ın GARGUNTUA için çıkış noktası işte bu halk masalıdır. İlk kitapta içkiciler kralı Pantagruel’i ve onun arkadaşı anarşist Panurge’yi, ikinci kitapta baba Gargantua’yı tanıtır okuyucusuna. Gargantua, yazılış tekniği olarak bugünkü roman anlayışına oldukça yakındır. Ortaçağla modern zamanlar arasında bir köprü olan Rabelais, bu yapıtı ile romanesklerden romana geçişin de habercisidir.
Baştan sona bir şenlik havası hâkimdir metinde. Mesela, sevimli devimiz annesinin kulağından gelir dünyaya. Sonra bebeğin geçmişini takdim eder, soyunu sopunu, asaletini sergiler Rabelais. Ardından çocukluk yılları ve eğitim dönemine geçer. Ortaçağ bilgileri ve skolastik felsefesi ile donanmış üstat Holoferne’den aldığı derslerle tam bir sersem olur küçük dev. Gargantua’nın cehaletinin tam anlamıyla açığa çıktığı yarışma, aslında Ortaçağ düşüncesinin karanlığı ile eski yunan felsefesinin aydınlığı arasındadır. Babası farkı görür ve oğlunu Ponokrates adlı bir pedagoga teslim eder."

Kitap, Fransızca aslından Sebahattin Eyüpoğlu, Arza Erhat, Vedat Günyol tarafından dilimize kazandırılmıştır.


-GARGUNTUA'nın 1537'de yapılan bir baskısının kapağı-

****



*

Gargantua adlı kitabımda bir başka tat, daha gizli kapaklı bir öğreti bulacaksınız Pek Ünlü Ayyaşlar ve Siz, Pek Değerli Frengililer,


–çünkü başkalarına değil, sizlere adanmıştır yazılarım–


Alkibiades, daha açığı Şölen adlı diyalogunda Platon’un hocası Sokrates’i, ki filozofların şahı olduğu su götürmez, başka sözler arasında Silen’lere benzetir. Eskiden Silen’ler küçük kutulardı, bugün ilaç satan dükkânlarda gördüklerimiz gibi, üstlerinde gülünç, saçma sapan yaratık resimleri vardı: Harpya’lar, satyr’ler, yularlı kazlar, boynuzlu tavşanlar, eyerli ördekler, uçan tekeler, koşumlu geyikler ve insanları güldürmeye yarayan daha birçok uydurmalar. O canım Bacchus’un lalası Silenos da bunlardan biriydi aslında. Ama bu kutuların içinde nadide ilaçlar saklanırdı: Balsam, ak amber, kakule, misk, zebbat, mücevherler ve daha başka değerli şeyler.

Sokrates’i de onlara benzetiyordu Platon, çünkü ona dışardan bakıldığı, dış görünüşüne göre değerlendirildiği zaman bir soğan kabuğu kadar para etmezdi, öylesine çirkindi bedeniyle, gülünç halleriyle, sivri burnu, boğa bakışı, deli suratıyla, kaba davranışları, köylü kılığıyla, züğürtlüğü, kadından yana bahtsızlığı, devlet işlerine elverişsizliği, durmadan sırıtması, her önüne gelenle içki içmesi, boyuna maskaralık etmesiyle o Tanrısal bilgisini her zaman gizleyerek. Ama kutuyu açtınız mı, içinde göklerden inme, paha biçilmez bir ilaç bulurdunuz: İnsanüstü bir anlayış, görülmedik erdemler, yenilmez yiğitlik, eşsiz bir azakanarlık, kesin bir yetinirlik, kendine şaşmazca güvenirlik ve insanların, uğrunda sabahladıkları, koşuştukları, çabaladıkları, denizlere açıldıkları, savaştıkları her şeye karşı inanılmaz bir küçümseme.

Sizce ne diyedir bu peşrev, bu kalem hünerbazlığı? Şundan ötürü ki, sizler, benim sadık çömezlerim ve sizler dışında kimi aylak zıpırlar, Gargantua, Pantagruel, Fessepinte, Uçkurlarım, Domuz Yağlı Nohut Üstüne vb. gibi bizim uydurduğumuz alaylı kitap başlıklarını görünce, hemen sanırsınız ki içlerinde yalnız alaylar, tuhaflıklar, gülünç uydurmalar vardır; çünkü herkes dış görünüşün –yani başlığın– şakacılığına, maskaralığına bakıp daha ötesine gitmez. Ama insanların eserlerini böylesine hafife almak doğru değildir. Çünkü siz de söylemez misiniz: Papazı papaz eden cüppe değildir, kimi keşiş kılığına girer, ama içinde hiç keşiş olmaz, kimi İspanyol şalına bürünür, ama hiç de İspanyol yüreği olmaz. Onun için kitabı açmak ve içindekini özenle tartıp değerlendirmek gerekir. O zaman görürsünüz ki kutunun içindeki ilaç kutunun umdurduğundan çok daha değerlidir, demek istiyorum ki bu kitapta işlenen konular başlığın düşündürdüğü kadar abuk sabuk değildir.

Hayli gülünç ve başlığa uygun konular bulsanız bile, bağlanıp kalmayın onlara, Siren’lerin türküsüne bağlanır gibi, şakadan söylendiğini sandığınız şeyi daha yüksek bir anlamla yorumlamaya bakın.

Şişe açtığınız oldu mu hiç? Hehey! Düşünün o zamanki halinizi. İlikli bir kemik bulan köpek gördüğünüz oldu mu hiç? Platon’un Devlet’inin ikinci kitabında söylediği gibi köpek dünyanın en filozof hayvanıdır, görmüşseniz, bilirsiniz ne hayranlıkla bakar ona, ne özlemle koklar onu, ne coşkunlukla yakalar, nasıl bir dikkatle dişler, ne sevgiyle kırar, ne heyecanla yalar onu. Ne diye yapar bütün bunları? Nedir umduğu bütün bu çabalardan? Nedir bulacağı nimet? Bir lokma ilik sadece. Ama doğrusu, bu azıcık şey başka her şeylerin çokluğundan daha lezzetlidir. Çünkü Calinus’un Doğal Yetiler kitabının üçüncü ve Uzuvların Görevleri adlı kitabının on birinci babında dediği gibi, ilik doğanın özene bezene yarattığı bir besindir. İşte onun gibi sizin de bu yüce özlü kitapları koklamak, tatmak ve değerlendirmek için akıllı davranmanız gerekir, izlemede çevik, yakalamada atak olacaksınız; sonra merakla inceleyip üstünde dura dura kıracaksınız kemiği ve çekip yutacaksınız içindeki özlü iliği –yani bu Pisagorca benzetmelerle demek istediğim şeyi– böylelikle okuduğunuz kitabın size bilgelik, mertlik sağlayacağını umabilirsiniz; çünkü bu kitapta bir başka tat, daha gizli kapaklı bir öğreti bulacaksınız, bu öğreti sizi pek yüce kutsallıklara ve şaşırtıcı gizemlere erdirecek hem dinimiz bakımından, hem de kamusal ve özel yaşantımız bakımından.

Siz gerçekten inanır mısınız ki, Homeros, İlyada’yı ve Odysseia’yı yazarken Plutarkhos’un, Pontos’lu Herakleides’in, Eustatius’un, Phornutus’un ondan çıkaracakları, Politianus’un da onlardan aşıracak olduğu gizli anlamları düşünmüş olsun? Buna inanırsanız, benim düşüncemin köşesine bile yaklaşamazsınız, çünkü benim düşünceme göre, Homeros bu anlamları aklından geçirmemiştir. Ovidus’un Dönüşümler’de İncil’in törelerini aklından geçirmemiş olduğu kadar; oysa otlakçıların şahı bir Rahip Lubin çıkar, bunu ispatlamaya kalkar, ola ki onun kadar budala okuyucular bulsun, atasözünün dediği gibi tencere yuvarlansın kapağını bulsun.

Bunun böyle olduğuna inanmazsanız, benim bu eğlenceli ve yeni hikâyelerime de bir sürü anlamlar verebilirsiniz, oysa ben bunları yazarken hiç de öyle şeyler düşünmedim, siz de belki benden fazla düşünmeyip içiyorsunuzdur benim gibi. Çünkü bu haşmetli kitabı bedenimi beslemeye ayırdığım zaman içinde yazdım, yani yiyerek ve içerek. Bu üstün konuları ve derin bilgileri yazmanın tam zamanı da budur, nitekim Homeros, bütün bilginlerin şahı, öyle yapmış, Horatius’un dediğine bakılırsa, Latin şairlerinin babası Ennius da öyle; gel gör ki densizin biri Ennius’un şiirlerinde zeytinyağından çok şarap kokusu olduğunu kınayarak ileri sürer.

Zıpçıktının biri de benim kitaplarım için böyle der. Halt etmiş o! Şarap kokusu zeytinyağından ne kadar daha göksel ve leziz! Benim için, zeytinyağından çok şaraba para harcamış derlerse övünürüm bununla, Demosthenes kendisi için nasıl şaraptan çok zeytinyağına para harcıyor denmesiyle övünmüş ise. Keyif adamı, cümbüş ehli denmek şandır şereftir benim için ve ben bu sıfatla bütün Pantagreuel’ci meclislere hoş gelir, sefa getiririm. Asık suratlının biri Demosthenes’e söylevlerin kirli paslı bir zeytinyağı satıcısının önlüğü gibi kokuyor diye çatmış. Siz yine de benim söyleyip yaptıklarımı baş tacı edin ve size bu güzel uydurmaları sunan peynir kafalıyı yabana atmayın, onu hep hoş tutun elinizden geldiği kadar.

Uzun sözün kısası keyfinize bakın canlar ve güle güle okuyun ötesini bedeninize sağlık, böbreklerinize rahatlık getirerek. Ama bakın bana, eşek suratlılar, canı çıkasıcalar, sakın o zaman bana kadeh kaldırmayı unutmayın ki, ben de size kaldırayım kadehlerimi.

Francois Rabelais

/

Yazarın önsözü

GARGANTUA


* Fransızca'dan ÇEVİRENLER:

*Sabahattin EYÜBOĞLU

*Azra ERHAT

*Vedat GÜNYOL














Francois RABELAİS


(d. 1483 ile 1494) Chinon, Fransa -

ö. 9 Nisan 1553, Paris),


Fransız yazar, doktor, Rönesans düşünürü, keşiş ve Antik Grekçe bilgini. İsminin harflerinin yerini değiştirerek oluşturduğu Alcofribas Nasier mahlası veya Séraphin Calobarsy olarak da tanınır. Tarihsel olarak elimizdeki bilgiler ve eserlerden onun bir fantezi, hiciv, grotesk, müstehcen güldürü ve şarkı yazarı olduğunu biliyoruz. Bir baba ile oğlunun hikâyelerinden oluşan Gargantua ve Pantagruel baş yapıtlarıdır. Rabelais klasik dünya edebiyatının büyük yazarları arasında sayılmakta ve modern Avrupa edebiyatının kurucularından olduğu kabul edilmektedir. Hümanizmin öncülerindendir, Desiderus Erasmus'la çağdaştır. Jean Paul Sartre, Rabelais'nin üslubuna hayranlığını saklamaz ve onun Avrupa düşüncesinin ve Hümanizmin tekamülü açısından önemini Erasmus ile Montaigne arasında köprü olmak derecesinde görür.


Hayatı


Bir avukatın oğludur. Fontelay-le-Comte'daki Fransiskan okulunda eğitim gördü ve orada bir rahip oldu. Rabelais burada Yunanca ve Latince öğrendi ve eski eserleri (hümaniteleri) okudu. Ayrıca bilim, filoloji ve hukuk alanında da çalışmalar yaptı ve bu çalışmaları onun, aralarında Guillaume Budé'nin de bulunduğu çağının Hümanistleri tarafından, tanınmasına neden oldu. Çalışmalarının Fransisken Kilisesi tarafından yönlendirilmesi onu bezdirdi ve Papa VII. Clement 'ye bir dilekçe yazarak Fransisken Kilisesinden ayrıldı. Montpellier Üniversitesi'nde tıp öğrenimi gördü. Lyons’a doktor olarak gönderildi. Doktorasını verdiği sıralarda, ünlü eserleri ‘Gargantua’ ile ‘Pantagruel’ yayımlanmıştı.


Bu eserleri yüzünden Kilise ve Sorbonne'luların lanetine uğradı, eseri sansürlendi ve toplandı, Rabelais Metz’e kaçtı. Hayatının geri kalan yıllarını Quimper yakınlarında geçirdi. Rabelais, Yunan ve Latin Edebiyatı’nı en ince ayrıntısına kadar bilen, Fransız rönesansının en büyüklerinden sayılır. Coşkun bir yaşama sevgisiyle, öğrenme aşkıyla doludur. Eserlerinde canlı, mizah yüklü bir üslûpla yeni insanı yaratmaya çalışmıştır. *

DERLEME, DÜZENLEME: Şenol YAZICI

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Lale Devri

1/3
bottom of page