E Ğ İ T İ M
top of page

E Ğ İ T İ M



Hamza BEKTAŞ

*

Bir ülkenin en büyük zenginlik göstergesi EĞİTİMdir.

Eğitimi tahsil karşılığı olarak düşünmek doğru değildir, geniş anlamı ile düşünmeliyiz. Eğitim sadece okulda alınmaz, eğim çocuğun dünya ya gelmesi ile başlar, eğitim de annenin rolü çok önemlidir. Eğitimli bir annenin yetiştirdiği bir evlatla, cahil bir annenin yetiştirdiği aynı değildir. Eğitim aileden başlar, eğitimde ailenin yeri bir binanın temeline benzer. Temel ne kadar sağlam olursa bina da o kadar sağlam olur. Hayat buyunca her ortamda alınır, yeter ki eğitim talep edenin niyeti samimi olsun. Eğitimin en önemli kaynağı okuldur, okumaktır. Okumayan yazmayan insan toplulukları müspet ilim sahibi olamaz, müspet ilim sahibi olmayanlar dünyadaki gelişmeleri takip edemez, geri kalmaya mahkum olur. Nesilden nesile aktarılan hikâyeler, masallar, anılar, menkıbelerle toplumu tembelliğe mahkum eder, ilerlemesine, geleceğine ait hayal kurmalarına, düşünce üretmelerine mani olur. Eğitim devletin en önemli, vazgeçilmez görevlerinin başında gelir. Devletin bütçesinden eğitime ayrılan pay, eğitime yapılan yatırım, kalıcı en uzun vadeli en doğru yatırımdır. Yeterli eğitim almadan başarılı olan iş adamlarının başarı gerekçelerini eğitim aleyhine kullanmaları yanlıştır. ”Okudu da ne oldu” çok yanlış bir ifadedir. Bunun yerine “okusaydı daha başarılı olurdu” ifadesi daha doğru olmaz mı? Okuma oranı ülkelerin gelişmişlik oranı ile paralellik arz eder. Osmanlı da matbaanın 144 yıl gecikmesi, yabancılara verilen hakkın, Müslümanlardan esirgenmesinin nelere mal olduğunu hatırlayalım. Matbaaya karşı çıkan din adamları gerçek din adamı olamaz. Matbaasız kitap olur mu, kitapsız okuma olur mu? Bunu Müslümanlığa mal etmek yanlış ve günahtır. Kuran ı kerimin ilk ayeti “oku”  değil mi? Ayrıca “saray dili” ile halk dilinin ayrı olması yönetimi halktan koparmıştır. Eğitimin bir başka yönü de dil konusun da bahsettiğimiz iki ayrı dilde veya iki türlü eğitimdir. İki türlü eğitim ülkede iki türlü insan yetiştirir, bu anlayış ülkenin bütünlüğüne konan dinamittir.Tekrar ifade etmek gerekirse; İmam hatip ve ilahiyat fakültelerinin yeri, Diyanet işleri camiası, camiler, askerin yeri TSK, kışla, Öğretmenin yeri okullardır.

NETİCE:  KIŞLA-CAMİ- OKUL Siyaset dışı kalmalıdır.



İlmin temel taşı eğitimdir, eğitimin temel taşı da okumak, araştırmaktır.  

Okumadan, araştırmadan, düşünmeden, analiz yapmadan ilim edinilemez. Okumak, bilmek, düşünmek, aklını çalıştırmak, fark etmek, idrak etmek demektir. Okumayan düşünmeyen ve bir bilinç oluşturmayan toplulukların güdülmesi kolaydır. Çünkü düşünen aklını ortaya koyan insan güdülmez. Ne demiş Peygamberimiz “Alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır.” İbadetin sadece Arapça ile yapılması fikri doğru değildir. Her millet kendi dili ile ibadet edebilir. Çünkü Cenab-ı Allah bütün dillere hakimdir. Bizim ana dilimiz Türkçedir. Başka ikinci bir dili asla kabul etmeyiz Her birey ana dilini öğrendikten sonra yabancı dil öğrenmekte özgürdür. İki ayrı dil, iki ayrı sistem milleti senteze değil çatışmaya götürür. Çağdaş bir devlet olabilmenin gereklerinden birisi de eğitimin laikleştirilmesidir. Bir milletin insanları bir çeşit eğitim görmelidir. İki dilde eğitim, iki eğitim sistemi bir milleti ikiye böler. Eğitimde dil birliğinden yoksun milletler sonunda parçalanmaya mahkûmdur. Yabancı dil öğrenmekle, yabancı dil eğitimini karıştırmamak lazım. Her birey ana dille eğitini alırken veya aldıktan sonra yabancı bir veya birden fazla yabancı dil öğrenebilir. Her kuruluş kendine gerekli olan personeli seçmek ve yetiştirmekle sorumlu olmalı. Ana eğitimini alan personel mesleki eğimini alır. Meslek eğitimcileri kuruluş yöneticileri ile koordine ederek ihtiyacı kadar personel yetiştirilmesini sağlar. Her hâlükârda yetki ve sorumluluk Milli Eğitim Bakanlığının yani devletindir. Öğretmen, subay, hakem, doktor, imam hariciyeci v.s. gibi. Bu eğitimleri alan personelin yeri, eğitimini aldığı kuruluştur. Yetişen bu personelin hayali geleceği kendi mesleğinde yükselmek olmalı. Liyakat ancak böyle sağlanır. Tekrar edelim “Askerin yeri ordu, öğretmenin yeri okul, imamın yeri cami olmalı.”  Bize imam hakim değil, hukuk bilen hakim lazım.


Daha önce bahsettiğimiz, Osmanlı imparatorluğunda matbaanın geç açılması, yabancılara daha önce matbaa açma izni verilmesi; eğitimin sekteye uğramasına, okuryazar oranının çok düşük olmasına tahsil ve lisan gerektiren özellikle hariciye ve mali işlerinin yabancıların eline geçmesine, batı ülkelerindeki gelişmeleri takip edememesine neden olmuş, batı,  dünya ve dini bir birinde ayırıp ilmi gelişmeleri seçerken, biz geçmişe statik şeriata bağlı kaldık.  Cehalet, millete ve devlete çok pahalıya mal olmuştur. Cehaletin nelere mal olduğu konusunda birçok tarihi örnekler vardır. Sonraki bölümlerde bunlardan bahsedeceğiz.



Sadece bizde değil Araplarda da örnekler vardır. Örneğin Kuran ı Kerimde birçok ayette geçen “ehl-i kitap”ta Yahudiler kast edilmektedir. Hz. Ömer zamanında başlayıp (MS.634) Hz. Osman zamanında (MS.644) tamamlanan; Hz. Muhammet’e Allah tarafından vahiy olunan ayetlerin birleştirilerek Kuran’ı yazma görevi Yahudi asıllı Zeyd İbn Sabit e verilmiş, ayetlerin inişi tamamlandıktan 19 yıl sonra bölüm bölüm değişik ellerdeki ayetler birleştirilerek bugün elimizde ve evimizde bulunan hiç bir değişikliğe uğramayan Kuran-ı Kerim haline gelmiştir. Demek ki, Müslümanlarda ayetleri, okuyacak, yazacak insan yoktu.

Cehaletin bir ülkeyi nasıl mahvettiğine en önemli örneklerden biri; Üç kıt’ada hüküm süren, dünya devleti koca Osmanlı imparatorluğunu ne hale getirdiğidir:

Ancak, ülkenin bu hale gelmesinde cehalete bağlı olarak bilgisiz yeteneksiz devlet yöneticilerinin de büyük payı vardır.


CENAB-I ALLAH BİR ÜLKEYİ CEZALANDIRACAĞI ZAMAN ONUN BAŞINA YETENEKSİZ İNSANLAR GETİRİR, işte örnekler:

7/8 HASAN PAŞA: Padişah fermanı ile Paşa yapılan Hasan, İmza atmasını dahi beceremiyor, imza yerine 7/8 yazıyor, ismi “7-8 Osman paşa “olarak anılıyor.

HÜSREV PAŞA: II. Mahmut şehzadeleri eğlendirmek için palyaço Hüsrev efendiyi görevlendirir. Palyaçoluk ve hokkabazlık yapan Hüsrev i şehzadeler çok beğenir. Şehzadelerden Abdülmecit padişah olunca Palyaço Hüsrev paşalıkla mükâfatlandırılır (Palyaço Paşa)


NİZİP SAVAŞI: Mısır Valisi Mehmet Ali Paşanın oğlu İbrahim Paşanın emrinde Mısır ordusu Güneyden Anadolu’ya girdi (1839).Durdurulması mağlup edilmesi gerekiyor. Karşısında Osmanlı Ordusunun komutanı Hafız Paşa, Kurmay Başkanı Moltke (Alman) Mısır ordusu uygun olmayan bir pozisyonda. Baskın ve fırsatı değerlendirme zamanı, günlerden Cuma… Moltke “Hemen taarruz edelim. ”Hafız paşa “Cuma günü savaş caiz değildir. Mısır ordusu istirahatte. Moltke: ”Tam zamanı gece baskın yapalım.” Hafız Paşa: “Hileye başvurma, haydut gibi baskın yapmak Osmanlı şanına yakışmaz.”

Mısır ordusu avantajlı duruma geldi. Moltke:  “Uygun mevzilere çekilelim. ”Hafız Paşa: “Çekilmek şerefsizliktir.” Sonuç: Osmanlı ordusunun yenilgisi. Cuma günü savaş caiz değil, baskın haydutluk,  Çekilme şerefsizlik… Peki, Koca Osmanlı ordusunun, bir eyaletinin ordusu karşısında perişan olması Ne?


BEHİÇ KARDEŞLER:1827 ll. Mahmut  Mutafa Behiç ve kardeşi Abdullah Mollayı Avrupa’ya tahsile göndermiş, Ömürlerinin büyük bir kısmını “1000 sır” adlı bir kitap yazmaya vermişler, Avrupa’ya ilim için giden bu kardeşlerin kitabında neler var? -Suçlu kimseye bıldırcın dili yetirirsen sucunu itiraf eder.    -Karnabahar tohumu dört yıl bekletilip dikilirse şalgam çıkar. -Hıçkırık tutan adama kazın ağzı tutulursa hıçkırığı gider -Düşmanın geçeceği yola muska gömülürse düşman yolunu şaşırır.

ALAYLIMISIN MEKTEPLİ Mİ: Tarih e 31 Mart vakası olarak gecen ayaklanma da; Subayların askeri okul mezunlarına mektepli, kışlada yetişenlere de alaylı denirdi. İsyanı başlatanlar alaylılar, isyana karşı olanlar mektepli. Köprübaşını tutan iki alaylı hafiye geçenleri sorguluyor. Mekteplileri tutukluyorlar. Genç bir askeri doktora soruyorlar “sen mektepli misin, alaylı mı?” Doktor hayatını kurtarmak için “Tabii alaylı, hiç doktor mektepli olur mu?” Devlet i yönetmeye talip ama doktorun alaylı olamayacağını bilmiyorlar!


DÜŞMANIN YOLUNA MUSKA KOYMA: Balkan harbinde, ilerleyen Bulgar ordusunu durdurmak için; müneccimin Ordu komutanı Abdullah paşaya önerisi “Düşmanın yoluna muska konursa yolunu şaşırır”

Bunlar cehaletin bir ülkeye düşürdüğü durumlardan örnekle,

XVI yy. da Avrupa devletlerinin Kralları. İmparatorları, Osmanlının Sadrazamı seviyesindeydi. Yeniçağla beraber Avrupa devletleri Orta çağın taassubundan kurtularak, Rönesans, Reform ve Fransız devrimi ile din ve devlet işlerini bir birinin tahakkümünden kurtararak eğitime, müspet ilme, araştırmaya, gelişmeye, sanayiye önem verdiler. Osmanlı devleti aradaki fark açıldıkça, gittikçe daha fazla taassubun emrine girdi. Çareyi müneccimlerde, üfürükçülerde, falcılarda, şıh – şeyh – molla - derviş, tarikatlarda aramaya başladı, İlimden, dünyadaki gelişmelerden bihaber kaldı. XlX. YY. da Osmanlı Padişahları Avrupa devletlerinin büyükelçiler seviyesine indi, onlardan himmetle nimet ister vaziyete geldi. Asırlar süren eğitimdeki ihmal beş kıtaya hükmeden koca Osmanlı İmparatorluğu’nu 19202ler de enkaz haline getirdi:

Osmanlılar bizim atamızdır, başarıları ile gurur duyar, başarısızlıkları ile üzülürüz. Avrupa devletleri mezhep savaşları, hâkimiyet kurma, toprak kazanma, savaşları ile boğuşurken bir taraftan da Vatikan’ın, krallar dahil, işine gelmeyeni aforoz ederken, papalar günahlarını af etmek karşılığı cennette para ile malikane satarken. İşte bu zamanın stratejisini iyi değerlendiren Osmanlı orduları Viyana kapılarına dayanmıştı. Fatih’in İstanbul’u fethi, Yavuz’un Mısır’ı işgali, Kanuni’nin Fransız Devlet başkanına gönderdiği ferman bizim gurur kaynaklarımızdır. XVI asırdan sonra Batı ilerlerken Osmanlı devleti daha önce belirttiğimiz duruma düşmüş. Bunu irdelemek. Bundan ders çıkarmak asla Osmanlı düşmanlığı sayılamaz. “Tarihten ders alınsaydı hiç tarih tekerrürden ibaret olur muydu?"


EĞİTİMİN KAZANDIRDIKLARI

Eğimin önemini uzun uzun anlatmak yerine, eğimin ülkelere ve insanlar neler kazandırdığına dair üç ülkeyi örnek vermek istiyorum. Bu ülkeler geri kalmış ülkelerin kaynaklarını sömürerek zenginleşmiş bölge ülkeleri değil, geri kalmışlık prangalını eğitim aşan ülkeler. TAYVAN-SINGAPUR-İSRAİL

TAYVAN: Gelişmiş cip üretiminin % 90’nı üretiyor, cip üreten şirketlerin değeri 400 milyar dolar. Toplam geliri 546 milyar dolar. Okuryazar oranı % 100, issizlik oran % 3.74, nüfusu 23.570.000, yüzölçümü 36.197 km2, ithalatı 300 milyar dolar, ihracatı 500 milyar dolar. Ekonomi de Asya’da 8., Dünyada 18., kişi başı milli gelir 33.649 dolar. Bu gelişmenin sırrı ne? “Çalışma, araştırma, üretme. Eğitime ileri teknoloji ye ağırlık verme”

SİNGAPUR: OECD Ülkeleri arasında matematik-fen –okuma da birinci. Türkiye 30,Yüzölçümü 783.562 km2 (Türkiye’nin bir ili kadar ),nüfusu 5 milyon, kişi başı milli gelir 72 bin dolar, sırrı: En yetenekli ve kaliteli insanları okul yöneticileri ve öğretmen yapmak. Düşünen, soran sorgulayan, Okuyan iyiyi, daha iyiyi araştıran, kentine güvenen  doğru ile yanlışı açıkça ifade eden kendine güvenen.takım çalışmasını önemseyen insan yetiştirmek. Tek kelime ile EĞİTİM

İSRAİL: Nüfusu 9,7 milyon, Ekonomisi 196 ülke arasın da 29, Kişi başı milli geliri 55 bin dolar. Dünya ülkeler sıralamasında 13. sırada, Geliri 68,2 milyar, Okuma yazma oranı %100 En büyük yatırımı ARG. İthalatı 76 milyar, ihracatı 58 milyar. Dış ticaret açığına rağmen cari denge fazlası var. İsrail in sırı: Araştırma ,inceleme ,okuma, yazma ve bunları kazanca çevirme. Rockefeller’in ifadesiyle “Kalıplar dışına çıkarak düşünmek, Diğer insanların göremedikleri şeyleri görmeyi başarma. Daha iyiye ulaşmak için iyiden vaz geçmek. Elde edilen bilgi ve buluşları kazanç a çevirmek”

Bütün bu örneklerden sonra Türk Milli eğitimi bugün ne durumda? Buna iki gazetecinin makalelerinden birer alıntı ile örneklendirelim. Murat Muratoğlu gazetedeki makalesinde şöyle diyor: Türkiye’nin ekonomisi kötü yönetiliyor. Daha kötü ne var derseniz, Milli Eğitim Bakanlığı en kötü yönetilen bakanlıktır. Kötünün en kötüsü nedir derseniz cevabım yine Milli eğitim Bakanlığı derim. Örnek derseniz: Kaynak yok diye devlet okullarında ana sınıfı, kreş açamıyor. Okul temizlik hizmetçilerinin ücretlerini ödeyemiyor, ama bakanlığın kaynaklarını cemaat-tarikat-vakıf derneklere akıtılıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığına 4-6 yaş kuran kursları için öğrenci başına ödeme yapıyor. Bakan bu kuruluşlarla protokol yapmaya devam edeceğini söylüyor. 208 üniversitemizin varlığı ile gurur duyuyoruz. Ancak, dünyanın 500 en iyi üniversite sıralamasında bir üniversitemiz yok. Bunun nedenini araştırmak gerekmez mi? Türkiye bu durumu hak etmiyor.

Gazeteci Ayşe Sucu gazetedeki köşe yazısında şunları yazıyor: Dini çağdaşlaşma, çağdaşlaşmayı din üzerinden konuşmak, birbirine karşı kullanmak, yanlıştır ve ikisine de zarar verir. Dini kendi içinde kendi dinamikleri ile konuşmak, çağdaşlaşmayı da kendi içinde kendi dinamikler ile konuşma bilimin ve aklın gereğidir. Aklıselim varlık bireysel yaşamda neyi, nasıl değerlen dirileceğini belirler. İmamın özgürleştirilmesi bu noktada açığa çıkar. Din etrafında oluşmuş hiçbir düşünceyi dogma haline getirmez. Bugünlerde ortaya çıkan eğitim kurumlarının bazı tarikat ve cemaatlere bırakılması Milli Eğitim’in mahiyeti ile örtüşmez. Eğitimi tarikat ve cemaat kurumlarıyla ilişkilendirmek eğitime, toplumun birlik beraberliğine zarar verir. Bu sakat düşünceler ülkenin eğitimine ve dinin bizatihi kendisine ihanettir.

Eğitim önemini tek cümle ile ATATÜRK’TEN İYİ KİM İFADE EDEBİLİR?

“Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatır; ya da millet i kölelik ve yoksulluğa tek eder” (X)

*

(x) Hamza Bektas –Az bilinen yönleri ile Mustafa Kemal ATATÜRK


Etiketler:

18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page