top of page

Benim Kadınlarım



NİNEM, ANNEM, HALAM,TEYZEM...

*


Hasan GÜLERYÜZ

*

 

Dünyanın yüzde ellisi kadın. Baba babalığını bilmediği zamanlarda kadın tanrıydı. Bilen, koruyan, bağışlayan yol gösteren, doğuran, meydana getiren, süt veren, kayıpları bilen, ayağa kaldıran ve en yücesi dil öğretendi. Anneydi ve dil anneydi… Ve Çatalhöyük’te kadın Tanrıydı. Çatalhöyük Dünya kadın uygarlığının ve ortaklaşa yaşayışın modeliydi. 

Kadın, bu büyük tahtından indirildi. Kadın Sümer’den beri geri kaldı, köle olarak kullanıldı. Selçuklu ve Osmanlıda kadın ehramın altındaydı. Kadın yoktu. erkek mi, kul ve köleydi! Duygu Asena "Kadının Adı Yok" diye romanlaştırdı ve filmi yapıldı.

Her yerde olmasa da diyebiliriz ki Türk toplumunda kadın Cumhuriyetle doğdu. Önce aklı, bilimi sanatı, dili önceleyen eğitim aldı. Öğretmen, doktor, ebe, hemşire, avukat, savcı, şoför, bakan muhtar belediye başkanı oldu. Ancak yine de geç kaldı! Hepsine saygılar sunuyorum.

 

Gelelim asıl konuya; benim kadınlarıma, yani beni olduran kadınlara. Benden beni yaratan usta heykeltraşlara...

Şenol Yazıcı der ya ; "Aslında biz, biz değiliz, emanetleri taşıyoruz; Biz kadınların eseriyiz." Kalbimle katılırım, direk ya da dolaylı etkilerle, eğitimle ya da ters eğitimle, yaşadıklarından bize yansıttıklarıyla kadınlar bize şekil verir.

Yakınım olan kadınlar; annem, ninem, halam, teyzem, eşim ... benim eğitmenlerim.

Biliyorum, yaşadıklarım sizin de öykünüzdür.



Aile çevredeki iki halam, Cumhuriyetle neredeyse yaşıttı, okulumuz Kilisenin yanında Rumların okuluydu ve 1927 yıllarında açıldı, 1930’da yandı. On sekiz yıl yanan okul yapılmadı. Sanıyorum, Cumhuriyete karşı gizliden gizliye bir direnç de vardı. Belki denebilir ki, II. Dünya Savaşı yılları devlet o nedenle köyü yalnız bıraktı? Köylüler de Torul'dan gelenlerle 1929 sel felaketi yaşayan Çaykara'dan gelenlerin oluşuyordu. Uzun bir zaman anlaşamadılar. Hır gür içinde geçti zamanları. Gürgenağaç (Yanakandoz) Köyünün 1930-1948 arası dönem okul çağı kızları ümmi kaldı. Erkekler beş kilometre uzaklıktaki Hamsiköy (Zeftil) İlkokulu'na gitti. Kızların hiç biri gidemedi. O nedenle iki halam, annem ve dokuz teyzemin yedisi ümmi, ikisi ilkokula gidebildi. Teyzelerimin en küçüğü Sabire sınıf arkadaşımdı. Bir araya geldiğimizde konuşuruz o yılları.

 

Kaynanam, okumayı çok istiyordu. Masamın üstündeki kitaplar açar karıştırır, “Kim bülür bu kitapta ne yazıya? Ah keşke ben de okusaydım,” diyerek iç geçirirdi. İçim yanardı; ama, nehri geriye akıtamazsın ki!


Annemi on altı yaşında tanıdım! Temmuz ayında yanına vardığımda Samsun’da tarlasının tütün işçisiydi. Zeytin kurardı. Zengin bahçesi vardı. İneğinden sağdığı sütü, bahçeden kopardığı, pırasa, maydanoz, kırdığı lahanaları, yumurtaları sepetine koyar 3,5 km yolu yürür Samsun’a götürür satar evin ihtiyacını karşılardı.

 

Annemin eşi Celal(1890-1986) İstiklal Gazisi dedemden sekiz yaş büyüktü. Soci’de tütün işçisiydi. Rus 1917 İhtilali’nden sonra bir arkadaşıyla Samsun’a geldi. Bir Çerkez’in yanında çalışmaya başladı. Kızı Asiye ile evlendi. Mustafa Kemal’e öküz ve atlarıyla yardım ettiği için ona geniş topraklar verilmişti. İşçi çalıştırıyordu. İşçileri atla gezip denetliyordu. Beş kızı vardı. Eşi Asiye “Celal biz gidersek bu ocak çöker. Bir erkek oğlumuz olmalı,” diyordu. Eşini evlendirmeye çıktı.

 

Annemi buldular.

Ben küçük bebek. Elbette fikrimi sormadılar


Annem babamdan 1954’lerde ayrılmıştı. Babam on yedi, annem on dokuz yaşındaydı. Resmi nikah gibi kaydı kuydu yoktu. Bunu ta Samsun’dan duydular. Dedeme, anneanneme, büyük teyzeme, teyzemin kayınpederine birer Cumhuriyet altını vererek annemi satın aldılar! Önce Trabzon’da sana elbise yaptıracağız diye alıp taa Samsun’a götürdüler. Annem büyük bir kabus yaşadığını sabahlara kadar anlatırdı bana… Bir yıl yar olmamıştı o yaşlı adama! Anlatırken iki gözü iki çeşme ağlar, iki ellini yumruk yapar yere vurur, “Eğer o dünya varsa, orada hakkımı fitil fitil alacağım, ….. hepsinin mezarına …” derdi.

 

Eşi doksan altısında öldü' Elli beşinde dul kalan annem, eşi ölen dünürüyle, yani kızının kayınpederiyle evlendi. Onun da sigortası, emekliliği ve geliri yok, geniş arazileri vardı. Yaz tatillerinde yanına uğrardım. “ Ah oğlum! Yeniden gelinliğe başladım. Ahırda on baş mal, yirmi beş dönüm arazi. Tütün, mısır, arpa buğday ve bir de Cemal’ın köpeği koştur Elmas koştur. Hasan, kurtulayım derken daha büyük .ok yedim, ah kafam ah!” derdi.


Halalarım, teyzelerim ölene kadar tarlanın, yaylanın, ahırın, mutfağın işçisiydi. Emekli olamadılar. Eşleri ölenlerinin eline emekli maaşı geçiyor. Karadeniz kadınları ve belki de Türk kadınları bu anlamda “Mutsuz Kadınlar Cumhuriyeti’dir!” Biz onlardan daha şanslıyız. Eşim Beşikdüzü Öğretmen Lisesi, İşletme fakültesi, kızım üniversite mezunudur. Bunu Cumhuriyete borçluyuz.

 

Babam, annemden sonra iki kere daha evlendi. İkisi de ümmiydi. Babaannem Tonya Kara’ların (Karaşoğlarının) kızıydı. Ölene kadar Rumca bilmeyen silme Tonyalıydı. Değirmeni, yaylaları bana anlatırdı. Köyümüzdeki Tonyalılar ninemin akrabaları ve bizim dayılarımızdı. Hala o ilişkiler öyle gider. Anne annem, Rumcayı anadili gibi, Türkçeyi zar zor konuşurdu. Bana hep “Mavrobul” (Karağa Yavrusu) derdi. Beni her gördüğünde kızının dramını düşünür, uğursuz sayar, Rumca söylenirdi. Yıldızımız hiç barışmamıştı.


Dedem onun üzerine sarışın, mavi gözlü bir kadın aldı. Anne annem Kocayı elinden kaçırmıştı. Ölene kadar yenilgi psikolojisini yaşadı. Her zaman çok öfkeliydi. Bu hırçınlık çocuklarına da yansımıştı. Sekiz km uzaklıktaki Layna Yaylası'ndan salla köye getirdik. Erkenden uğurladık onu. Mutsuz ve gözleri açık gitti.




Geldik serencamın sonuna.

 

Kadının, kendinin, dünyanın bu kabus gidişine dur diyebilmesinde önemli bir güç olacağını düşünüyorum. Sessizce, “Dünya kadınları, çalışan kadınları birleşin!” diyorum. Ancak, kadının eğitimle, bilinçle, yaşamın her alanına müdahalesiyle bu olabilir. Kadının güçlenmesi, kızların ve erkek çocukların da güçlenmesi özgürleşmesidir.

 

Cumhuriyetle kadın doğarken, devrim dalgası kesiliyor, fırtına tersten esiyor, Cumhuriyet trenini farelere basıyor, kadın yeniden tarikatların tutsağı ediliyor ve çarşafa sokuluyor. Sokaklarda kurşunlanıyor. Tutsak edilen ve çarşafa giren, çağ dışı kalan aynı zamanda Türk erkeğidir.


Bu bağlam içinde Dünya Emekçi kadınlar günü kutlu olsun!

 

2 comentários


Yazının bir edebiyat dergisinde yer bulmasına, başka okurlara uzanmasına sevindim. .. Bin var olun, bin yaşayın...

Curtir
maviADA
maviADA
17 de mar.
Respondendo a

Hasan GÜLERYÜZ ,


Aramızda yer almanıza biz de sevindik.

Güzel paylaşımlar dileriz.

Curtir
1/386
1/5
bottom of page