Benim CVim: Kendime Başvuru Belgesi
- Merve S. TOLGA
- 1 saat önce
- 3 dakikada okunur

Merhaba,
Yazın dünyanıza duyduğum ilgi ve saygıyla, üzerinde uzun zamandır çalıştığım denemelerimi ve şiirlerimi değerlendirmeniz için paylaşmak istedim. Metinlerimde varoluş, içsel deneyim ve çağdaş edebiyatın sınırları arasında dolaşan bir anlatım dili kurmaya çalışıyorum.
Vaktinizi ayırdığınız ve okumayı kabul ettiğiniz için şimdiden teşekkür ederim.
Merve Senem TOLGA (Yalnızca Senem)
*
Merve Senem TOLGA
*
“İçime kabul edilmek için başvuruyorum.”
Adım yok.
Ya da çok var.
Bazen sabah kalkınca eski bir taş gibi hissediyorum,
bazen su gibi… şekilsiz, ama her şeye uyabilen.
Ama çoğu gün, olduğum şeye bir isim bulamıyorum.
İşte belki de bu yüzden yazıyorum.
Kelimelerin üzerine basarak kendimi bulmaya çalışıyorum; bazen kayboluyorum, bazen buluyorum. Bu döngünün içinde kendi anlamımı yaratmaya uğraşıyorum.
Kendimi anlamak için adımlara, isimlere ihtiyacım yok artık; sessizliğin dilini öğrenmeye başladım.
Eğitimim?
Zor bir müfredatı var.
Deneyimle sınav yapıyor, aynayla geri bildirim veriyor, sessizlikle öğretiyor.
Anlam bulma dersinde birkaç kez kaldım, ama hâlâ sınıftayım, çıkmadım.
“Kimim ben?”in ileri düzey seminerindeyim şu sıralar.
Hocalarım: Camus, Rollo May, Nietzsche, Kierkegaard, Sartre, Simone de Beauvoir, Dostoyevski, Virginia Woolf, Erich Fromm ve gecenin üçündeki ben.
Bazen notlarımı kontrol etmek için gecenin sessizliğine başvuruyorum. Gece bana doğruları fısıldıyor ama sabah unutuyorum.
Her unutmanın ardından, yeniden öğreniyorum kendimi.
İş tecrübem?
Kendimi taşımak… Her sabah uyanıp bu zihni, bu bedeni, bu bilinmezliği tekrar omuzlamak.
İçimde susturulamayan bir analizci var. Olayları, insanları, kendimi durmaksızın yorumlayan biri.
İnsanların söylediklerini değil, söylemediklerini dinleyerek geçirdim yıllarımı.
Bir gözdeki kırılmayı, bir suskunluktaki haykırışı çözümledim.
Ama kendi gözümdeki buğuya gelince, beceremedim.
Yine de deniyorum.
Ve evet, bir başarı olarak eklemeliyim: Yaşadım.
Birden fazla kere, bilerek, isteyerek.
Dibine kadar hissederek.
Kaçabilecekken kaldım.
Yok sayabilecekken baktım.
Yok olabilecekken yaşamayı seçtim.
Bunun bir iş tecrübesi olduğunu kimse yazmaz belki, ama ben yazıyorum.
Çünkü yaşamak bazen çalışmaktan daha çok güç ister.
Çünkü var olmak, varlığının ağırlığını taşımaktır bazen.
Bazen kendimi taşımak dünyanın en ağır yükü gibi gelir; yine de her sabah onu tekrar sırtlanırım.
Yeteneklerim?
Derin düşünürüm.
Sığ sularda yüzemem.
Gerekirse dibine inerim o karanlık suyun, orada ne varsa görmek için.
Belki bir taş, belki ben.
Soru sormak benim için bir refleks gibi.
Cevaplardan önce sorular ilgimi çeker.
Çünkü cevaplar genelde süslüdür, ama sorular çıplaktır.
Hissetmek gibi bir yetim var, ama bazen lanet gibi.
Gereğinden bile fazla.
Bir kelimenin tonundan bir iç çatışmayı çözebilirim ama kendi içimdeki çarpışmaları hâlâ ayıramıyorum.
Anlam ararım.
Bulamasam da yazıya dökerim, böylece onları gerçeğe benzetirim.
Yalnız kalabilirim.
Kimsesizlikte kaybolmak değil bu; sessizliği dinleyebilecek kadar kalabilmek.
Yalnızlığın içine girip, kendimle oturabilecek cesaretim var.
Ve sessizliğin sesinde kendimi bulabilecek kadar derine inebilirim.
Zayıf yönlerim?
Kendime karşı merhametsizim bazen.
Bir başkasına göstereceğim anlayışı, kendimden esirgiyorum.
Aşırı düşünürüm.
Düşüncelerim bazen beni düşünmekten alıkoyar.
Duygularımı anlatmakta zorlanırım.
O yüzden çoğunu ya yazıya ya sessizliğe hapsederim.
Anlamadığımı anlamadan, anlayan gibi davranabilirim.
Sonra içimde bir kırılma olur, “Ben kimim?” sorusu tekrar başlar.
Bir döngünün içinde tekrar tekrar yitip gidiyorum.
Kendime sabır göstermeyi öğrenmek en zor dersim.
Psikolojik altyapım?
Varoluşsal yorgunluk zaman zaman uğrar.
Hayat, anlamını unuttuğum bir dil gibi gelir.
Sanki herkes konuşuyor ama ben artık çeviremiyorum.
Hafif sisli bir depresyon; ne ağlatır ne güldürür, ama her şeyin üzerine gri bir örtü çeker.
Sosyal anksiyete değil belki ama sosyal düşünme:
“Ne söyledim?”, “Nasıl anlaşıldım?”, “Neden böyle hissettim?”
Kimlik…
Parçalardan oluşuyorum.
Ama hangisi gerçek?
Belki hepsi, belki hiçbiri.
Bazen kendime yabancılaşıyorum, bazen tanıdık geliyorum ama çoğunlukla ortada bir yerde, bilinmez bir hâlde duruyorum.
Parçalarımı birleştirecek gücü bulamıyorum bazen, ama hâlâ bir bütün olma umudum var.
Referanslarım?
Gecenin 3'ünde yazdığım ama kimseye yollamadığım yazılar.
Yıllardır dinlediğim bir şarkı listesi. (Hedonutopia ağırlıklı)
Kalbimin kırıldığı hâlde kimseyi suçlamadığım anlar.
Yine de insanlara inancımı kaybetmediğim anlar.
Ve evet… sevgiye inancım.
Bunca karmaşaya, bunca yıkıma rağmen, hâlâ bir bakışın içime dokunabileceğine,
bir sesin beni olduğu yerden kaldırabileceğine,
bir ruhun başka bir ruha zarifçe yaklaşabileceğine inanıyorum.
Sevgi, her şey yolundayken değil, her şey dağılmışken bile orada kalabilmek bence.
Ve içimde hâlâ küçük de olsa bir umut:
“Bir gün, biri anlayacak. Belki de ben anlayacağım.”
Hedefim?
Kendime ulaşmak.
Koşarak değil, acıta acıta değil, kabullenerek.
Eksiklerimi görüp, tamamlanmak zorunda olmadığımı fark etmek.
Bir bütün olmaya çalışmak yerine, kırık parçalarımı anlamlı bir şekilde dizmek.
Ve bir sabah, hiçbir şey mükemmel değilken, kendime şöyle diyebilmek:
“İyi ki varsın. Eksik ya da fazla ama yine de gerçek.”











































