Bazen Bilemeyiz
top of page

Bazen Bilemeyiz


Oturup enine boyuna düşünüp zor olsa da anlamamız gerek belki...Yani yakın çevremizde yaşananları ve insanları hale yola koymaya gücümüzün olmadığını. Yaşanmışlıklarımıza ve tecrübelerimize dayanarak her ne kadar eğriyi doğruyu ayırt etme yetisine sahip olsak da bunları bizden sonraki nesillere aktarmaya çalışmak boşa kürek çekmektir çoğunlukla. Nasıl ki bizler zamanında kendi hatalarımızı yapmış, kendi keşkelerimizi edinmişsek ve başarı ile sevinçlerimizi... dahası iyi kötü kurmuşsak geleceğimizi, bizden sonra gelenlerin de en doğal hakkıdır bu. Bize düşen yalnızca algılayabilecekleri şekilde eğriyi doğruyu gösterip seçimi onlara bırakmak olmalıdır diye düşünmüşümdür hep...uygulamada ne kadar zorlansam da!


Hem geçmişimizden biliriz ki bazen en doğruyu yaptığımızı düşündüğümüz pek çok eylemimizin sonu hayal kırıklığı olmuştur. Bu sebeple ne kadar tecrübeli olsak da çocuklarımızın yanlış kararlar aldığını, hata yaptığını düşünsek de yanlış olduğunu düşündüğümüz, bize dayanılmaz acılar yaşatacağını öngördüğümüz olayın tetiklediği zorlukların ve olay örgüsünün sonunda büyük bir mutlulukla da karşılaşabiliriz. Bana inanmalısınız ki söz ettiğim bu şeylerle karşılaşma olasılığı küçümsenemeyecek kadar çoktur.


Dahası yaşadığımız öyle olaylar vardır ki ve sevdiklerimizin yaşadığı, çoğu zaman biz ne yaparsak yapalım, istersek kendimizi parçalayalım olacak olan kaçınılmazdır....Olur. Böyle durumlar için benim aldığım bir tavır vardır. Bu sözünü ettiğim tavır genel anlamda sancılı olsa da etkili bir yöntemdir. Bir doktor gibi düşünmeye çalışırım böyle durumlarda, bir cerrah. Diyelim ki kuş uçmaz dedikleri bir dağın başında ciddi yara almış bir hastayla karşılaşmış olayım, üstelik kervan da geçmiyor olsun. Vakit yok, kan kaybı çok. Ben hiç unutmadığım Hipokrat yemini sadakatimle tüm bilgi birikimimi, elimde bulunan alet ve edevatımı, artık dağ başında ne kadarı varsa kullanır hastamı sağaltmaya, bildiğim, doğru olduğunu öngördüğüm davranışa yönlendirmeye çalışırım. Fakat şunu da iyi bilirim ki hastayla dağın başında karşılaşıp ilkel şartlarda ameliyata girişmem nasıl benim elimde olan bir şey değilse, uygun hijyene sahip olmayan bir ortamda müdahale etmek zorunda kaldığım için hastanın iyileşme sürecinde yaşayabileceği komplikasyonlardan da kendimi sorumlu tutmam. Yani ben elimden geleni yapmışımdır artık, sonradan yaşanacak olanlara müdahale etme şansım olmadığından bilirim ki suyu akışına bırakmaktan başka seçeneğim yoktur.


İnsan ilişkilerinde ise bu durum şu şekilde açıklanabilir:


İletişim içinde olduğumuz kişiyle ya da yardım etmek istediğimiz yakınımızla hiçbir zaman iki kişilik bir yolda yürüyemeyiz. Az önce verdiğim örnekteki kuş uçmaz dağ ve alınan yara zaman zaman üçüncü şahıs olarak, zaman zaman bizim onaylamadığımız eylemler, idealler, tutkular vb. duygular olarak karşımıza çıkar. İş bu aşamadayken elbette karşımızdakine biçtiğimiz değer ölçüsünde onun gözünü açmaya çalışmak kaçınılmaz olandır. Bu durumda destek olmaya çalıştığımız yakınımızın ve onu etkileyen olgu, olay, kişi her neyse bunların da bizim kontrolümüz dışında olduğunun bilincinde, daha çok kabulünde olmak düştüğümüz açmazda bizleri daha az zorlayacaktır.


Kaldı ki bahsettiğimiz doğrunun yüzde yüz doğru, yüzde yüz mutluluk getireceğinin garantisinin olmadığından yazımın başında da söz etmiştim. Söylediğim gibi biz bir cerrahsak ve dağın başında bir operasyon yapmak zorunda kalmışsak olayın bizim açımızdan iki seçenekle, yani negatif ya da pozitif bir şekilde sonuçlanacağını kabul etmekten başka açarımız yoktur. Ötesi, sonucu değiştirmemekle birlikte kendimizi hırpalamaktan başka bir anlam taşımayacaktır. Çünkü iyi bilirim ki dünyanın en korkunç hissidir çaresizlik.


Umut dediğimiz de böyle bir şey değil miydi...Bazen yanlıştan doğru, doğrudan yanlış, bazen sevinçten hüzün, hüzünden sevinç doğmaz mı! Bittim sandığın yerden başlamak gibi...


4 Temmuz 2021 / 00.33

51 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page