BAHARI YAŞAMAK
top of page

BAHARI YAŞAMAK

Nurten B. AKSOY

*


"Yaş otuz beş!

Yolun yarısı eder.

Dante gibi ortasındayız ömrün.

Delikanlı çağımızdaki cevher,

Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,

Gözünün yaşına bakmadan gider..."


Her ne kadar Cahit Sıtkı; yukarıdaki dizelerde yazdığı gibi "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder." dese de bu hesabın tutmadığını şairin yaşam öyküsüne baktığımızda anlıyoruz. Yetmiş yaşına kadar yaşayacağını hesaplayan Tarancı ne yazık ki kırk altı yaşında hayata veda edivermiş. Yani yaşam bizim istediğimiz biçimde gitmiyor; ne doğmak elimizde, ne de ölmek.


Günün birinde bir çığlıkla geldiğimiz dünyadan, hiç haberimiz olmadan çekip gidivereceğiz bir gün. Arkamızda gözü yaşlı sevgililer, ağıtlar bırakarak. Aslında sık sık aldığımız ölüm haberleri, ölümün ne kadar yakınımızda olduğunu hatırlatmıyor mu bize, ya da ölüm kendini hiç unutturuyor mu?


Bir bakıyorsunuz hain bir terör olayında, bir bakıyorsunuz bir trafik kazasında, bazen bir hastane odasında, bazen sıcacık yatağınızda, ama hep yanı başımızda ölüm...


Gençlik yıllarında bir ölüm haberi duyduğumuzda hemen yaşını sorardık ölen kişinin. Ellili veya altmışlı yaşlarındaysa "eh, az da yaşamamış" derdik. Oysa şimdi aynı yaşlarda ölenlere; "vah vah, daha gençmiş" diyerek hayıflanıyoruz. Çünkü zaman da ömür de göreceli; zamana göre, kişiye göre değişiyor sürekli.


Mademki ölüm bu kadar yanı başımızda, böylesine yakın bize, öyleyse kalan ömrümüzü niye heba ediyoruz ki... Şöyle bir düşündüm de ömrümüzün en güzel günlerini hep bir şeyleri kovalayarak, ya da birileri için yaşayarak geçiriyoruz. İşimiz, ailemiz, tutkularımız, hırslarımız en güzel yıllarımızı alıp gidiyor elimizden. Tam kendimize geliyor sıra, biraz da kendimiz için yaşayalım derken veda vakti gelip çatıyor.


Şimdilerde yeni bir baharı yaşıyor, ardından da gelecek güzel yaz günlerini bekliyorsak, hayata bakışımıza da yaşamımıza da yenilikler getirsek olmaz mı? Örneğin geçmişteki öfkelerimizi, kırgınlıklarımızı unutmaya çalışsak, "birileri ne der ki" düşüncesini silip atsak kafamızdan, gülümsemeyi, "GÜNAYDIN" demeyi, selam vermeyi, “SENİ SEVİYORUM” demeyi öğrensek yeniden.


Empati yapabilsek, kızıp öfkelenmeden önce; hırslarımızı, kinlerimizi bir yana bıraksak... Belki diyeceksiniz ki "bunca olumsuzluk, çirkinlik yaşanırken nasıl olacak o dediğin?" Marifet orada değil mi zaten. Her şeye rağmen hayata gülümseyerek bakabilmekte değil mi marifet?


Yarından tezi yok, bir deneyelim öyleyse. Önce kendimizi severek, kendimize selam vererek başlayalım güne. Bindiğimiz otobüsün şoförüne selam verelim, gördüğümüz sokak komşumuza gülümseyelim, ayağımıza sürtünen kedinin başını okşayalım, yeşeren yaprakları, açan rengarenk çiçekleri, düşen yağmur damlalarını seyredelim yürürken, martılara ya da kedilere el sallayalım.

Belki de hayatın hâlâ ne kadar güzel olduğunu fark ediveririz, kim bilir?


"N'eylersin ölüm herkesin başında.

Uyudun uyanamadın olacak

Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında...

Bir namazlık saltanatın olacak,

Taht misali o musalla taşında… "


Mademki ölüm hepimizin başında, hem de yanı başında; öyleyse o saltanatı musalla taşına bırakmayalım, yaşarken sürelim, dolu dolu yaşayalım elimizde kalan günleri.

98 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page