Geçmişten kalan izler, zaman içinde sessiz-sedasız gözümüzün önünden yitip, gidiyorlar. Yıllar sonra, “Buradaki çınar ağacı, su içtiğim çeşme, gidip çay içtiğim kahve, eski sur duvarı, sivil mimari örneği ahşap bina nerede, hepsi yok olup gitmiş” diye hayıflanırsınız. Şaşkın vaziyette “Ne zaman yıkıldı, kesildi, kapandı” diye kendinize sorarsınız. Gündelik hayat sizi içine çekip, dış dünyadan soyutlamıştır.
Bursa’da sayısız tarihi çeşmeler, hanlar, hamamlar, mescitler, hazireler, asırlık çınarlar, sivil mimari örneği yapılar yok olup gidiyor. Restorasyon faciaları ayrı bir yazı konusu. Osmangazi Türbesinden çalınan sanduka örtüsü kim bilir şimdi nerelerdedir? Dolmuşların Cumhuriyet Caddesi’ne çıkmak için geçtikleri Tahıl Han’ın ahşap kapıları yıllar önce bir anda kaybolup gittiler. Maalesef eski eser kaçakçıları caydırıcı ceza almıyorlar.
Soyulan, avizeleri, şamdanları, para eden (!) tüm yadigârlar çalınıyor. Bir çini çalmak için onlarca çiniye zarar veriliyor. Köy mezarlarından tarihi mezar taşları çalınıp duruyor. Bu kültür katliamcılarına verilen cezalar çok komik olduğu için çeteler icraatlarına devam ediyorlar.
Diğer yandan aşırı göçler şehirlerin ruhlarını yok etti. Rant uğruna sit alanları, sivil mimari örnekleri yok ediliyor. Çok katlı iş merkezi dikmek için tarihi camiler, Doğan Bey Camisinde olduğu gibi yerinden kaydırılıyor; yıkılıp, yeniden yapılıyor. Yada Diyanet vakfı, eski bir hazire üzerine bina dikmekte beis görmüyor.
Osmanlının kentleri ticaret, yerel sanayi merkezleri olduğu kadar, birer eğitim ve kültür merkezi özelliği olarak çevrede yaşayanlar için çekim merkeziydiler. Nahiye (karye), kaza gibi yerleşimler ticari yollar üzerine veya yakınlarını kurulurdu.
Kentlere gelenler at, katır, eşek, deve, at veya öküz arabalarını kullanırlardı. Tabiî ki çoğunlukla binek tabir ettiğimiz at-eşek ve katır kullanılırdı. Binek hayvanlarına da çuval, küfe, büyük heybeler konularak ticari mallar taşınırdı. Bunların üzerine de binmek, inmek gerekiyor. Herkeste bir sıçrayışta bineğine binecek süvari yeteneği yok. Rus Beyzadelerinin at uşakları varmış, beyleri ata bineceği zaman atın önüne yatarlarmış. Beyleri de üzerlerine basıp atına binermiş.
Hanların, çarşıların, önemli meydanların olduğu yerlerde gelen-giden insanların rahatça bineklerine binmesi için binek taşları konulmuştur. Kimisi, küçük bir sütun, kimisi merdiven şeklinde; çok basit, kimisi, kimisi çok süslü çeşit, çeşit binek taşları yapılmış ki insanlar rahat etsinler diye.
Hanlar, hamamlar, eski çarşılar birer birer yıkılıp, giderken yanlarında binek taşlarını da götürdüler. Meydanlar düzenlenip, yenilenirken dozerler kalanları da yok ettiler.
Bursa’nın son binek taşı yıllardır aynı yerde duruyor. Kendisiyle 1992 yılında tanıştım. Heykel semtinde, Hoca Alizade Mahallesi’nde oturduğum evin sokağındaydı. Necati Bey Kız Meslek Lisesi’nden aşağıya inen caddeyle, oturduğum Beğendi sokağın birleştiği köşedeki ahşap evin önünde asırlara meydan okurcasına duruyor, Sadece yolun her asfaltlanmasında biraz daha gömülüyordu.
Bir gün ahşap evin çökmüş olduğunu gördüm. Aylar sonra enkaz temizlendi, boş arsa tahta perdeyle çevrildi. Kısa sürede tahta perde çeşitli afiş ve ilanlarla doldu. Binek taşı mahzun, mahzun geçen zamana şahitlik ediyor, belki de “Son günlerim geldi” diye düşünüyor. Yakında inşaat izni alınır, temeli kazacak dozerin kepçesiyle kırılacak, molozları taşımak için gelen bir kamyona yüklenerek kaybolan diğer taşların akıbetine uğrayacak.
Bursa’yla ilgili diğer yazılarımı www.belgeseltarih.com sitesinden okuyabilirsiniz.