top of page

Umuda Yolculuk

Yazarın fotoğrafı: maviADA maviADA

Güncelleme tarihi: 4 Oca 2022


Aldığım puan çok yüksek, siyasi olayların yoğunluğu nedeniyle aile içi pazarlık ve tek şans bulunduğumuz yerde okuyabilirim.

Yetmişli yıllarda genç olmak zor. Mahalle baskısı, aile baskısı. Taraf olmak tabi ki tercih senin, körü körüne değil!

Aldığın puana bakılmaz çünkü siyasi kimliğin ön planda. Mülakata çağrılırsın, önceden derlenmiştir hakkındaki bilgiler.


Sıra bende, hava sıcak ceketimi çıkarıp vestiyere astım, gömlek ve kot pantolon var üzerimde. Geçtim jürinin karşısına soru bekliyorum.

Tek soru:

-Yavrum babanın sana ceket alacak parası yok mu?

- Var efendim, dışarıda çıkardım.

- Çıkabilirsin.


Ve çıktım.


Pes etmek yok, daha da hırslandım. Tekrar hazırlanıyorum. İçimdeki isyan bitmiyor. Adalet diyorum, düzene isyan ediyorum, hazmedemiyorum ve nihayet haksızlıklar fark ediliyor. Puanlara göre okula kaydımız yapılıyor. Kara bulutlar maviye, beyaza dönüyor.

Mezun oldum altı ay tayin bekledim ve nihayet kura çekecektik. Ankara yolcusuyum.

Hayatımın akışına nerede devam edeceğim, nerede konaklayacağım, bu yürek kimleri tanıyacak, kimlerin hayatına dokunacak, kimlerle tomurcuk, kimlerle bahar olacak.

Sessiz bekleyiş son buldu. Kuralar çekildi, yürek kanatlandı bedenden önce uçtu.


Sordum nerede bu yeşil mavinin rengi

Fındıkla kirazı dünyaya o ifşa etti

İnsanların neşeli hali mest etti

Tatlı üslup ile tanıdım GİRESUN seni


Ön inceleme için düştük yola. Hasretim denize. Anadolu’da büyüdüm, ben su gurubundan yengeç, huzuru suda bulurum.

Deniz, mavi bulutlar, pamuk yığını çevre. Değerli taş misali zümrüt dualar dilde, istiyorum sahilde bir köy. Gerekli görüşmeler yapıldı. Kanatlar kırık dönüş yoluna koyulduk. Yüreğim küskün, hüzün çökmüş bedenime hüsranla dönüyoruz.

Yöresel yemekleri tatmadan olmaz dedik. Sahilde denize doğru sal gibi yapılmış bir lokantaya yerleştik. Denizin sonsuzluğunun mavinin tutkunuyum. İyot kokusunu var gücümle çekiyorum, ciğerlerime hapsediyorum. Gönlümdeki hüsranı martıların kanadına bıraktım, koy verdim sonsuzluğa anın tadını çıkarıyorum. Dalmışım uçsuz bucaksız maviliğe. Garsonun şiveli sesi ile irkildim. Siparişler verildi. Martı sesleri denizin hışırtısı ile sanki bir keman dinletisi gibi ruhumu okşuyordu, kanayan yüreğimin yaralarını sararcasına. Nihayet uzaktan garson göründü, elinde büyük bir tabak, içi renk cümbüşü. Alaaddin’in sihirli lambasından çıkan duman gibi buhar kıvrıla kıvrıla gökyüzüne ulaşmaya çalışıyor. Ben şoklardayım, neyi atladım, turşu istemiştim ama bu sıcak buhar derken sorularla garsonu sıkıştırdım. Turşu kavurmasıymış ve sıcak sunuluyormuş. Damak tadımıza uymadı, umudu pilice bağladık ve siparişlerimiz geldi. Eller biçare, bıçak kesmiyor, dişler işlevinden aciz aç ve bitap kaldık. Ödedik hesabı ama merak yakamı bırakmadı. Çay molasında sordum bir beye, size martı pişirmişler demez mi. Martıya mı yanayım hesaba mı yoksa ilk geldiğim şehirde gördüğüm muameleye mi? karışık duygularla yorgun, mutsuz döndük yuvaya.


Geçen zamanda Giresun ili, ilçe ve köyleri hafızama kazındı. Endişe ve heyecanla bekledim.


Karahisar kalesi yıkılır gelir

Kakülü boynuna dökülür gelir

Yayladan gel allı gelin yayladan

Kesme ümidin kadir mevladan

Ver elini karlı dağlar aşalım, bayramlaşalım.


Derken Şebinkarahisar adıyla tüm umutlar, hayaller, sevdalar suya düştü.

Ben deniz kenarı istiyorum neden dedim neden çok gördünüz. Aldığım yanıt muhteşemdi, memleketime yakınmış ondan.

Bence kaderimmiş, gelecek ömrümün haritasının rotasını çiziyormuşum bilmeden. Beni benden çok düşünenlere ufacık bir tebessüm bıraktım gönül kırgınlığıyla.

Gitme zamanım geldi. İdeallerim var. Boy boy çocuklarım olacak, onlara sevdalısı olduğum yurdumun her bir köşesini anlatacağım. Bu ülkeyi, emeği geçenleri, Ata'mı, ilkelerini yüreklerine kazıyacağım, yarınlara hazırlayacağım.

Benimle kader birliği yapacak öğretmen var mı diye araştırdım. Şanslıyım. Uzaktan tanıdığımız bir ailenin kızı, Aynur, gecelerimin yoldaşı emeğimin paydaşı.

Aileler bir araya geldi. Alışverişler yapıldı, eşyalar kamyonete yerleştirildi. Üç araba koyulduk yola, ellerde harita, Sivas, Suşehri derken Şebinkarahisar. Rahşan Ecevit in doğduğu ilçe. Farklı hayaller kurdum kendimce, olmadı. Yurdumun geri kalmış bir köşeymiş burasıda.

Hava ne sıcak ne serin. Baharın ucundan yakalamış bulutlar tozunu siliyor yolların. Bülbüller coşmuş.


Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik...

Ya da yolun ucunu görebilseydik...

Duyuldu çocuk sesleri

Atları kayalıklardan

Köpükten resimler

Ağlıyor rüzgar su tutarken buharına

Suyun sesi geliyor köyümün


Adı gibi güzel, dört bir yanı bahar sarmış, bereket yağmış göklerden, günler öncesinden traktörler toprak yolun karnını yarmış göletler oluşmuş. Gün öfkesinden kızıla çalmış. Menzil gözüküyor ama arabalar çamura saplanmış biçare bekliyoruz. Harita yalan söylemiş, yolu yokmuş adı güzel köyümün. Beklerken dilime bir şarkı takıldı çocukluğumdan;

Orda, bir köy var uzakta

O köy, bizim köyümüzdür.

Tepede hareketlilik hat safhada ama gelen giden yok. Sonradan öğreniyorum bizi jandarma sanmış köy halkı. Yasakları saklıyorlarmış.

Uzun bekleyişten sonra, duyuldu traktör sesleri. Bağlandı halatlar, zorla arabalar köye ulaştırıldı. Hava iyiden iyiye kararmıştı. Muhtar, hanesinin kapıları bize açtı, üç katlı ahşap bina. Alt katta hayvanlar kalıyor, orta kat dört odalı ve çatı katı. Çok şirin, sevdim orayı. Gün doğuşuna bakan yuvarlak penceresi var, en çok da onu sevdim.

Yemekler yendi, muhabbet edildi. Bedenler yorgun. Yün yataklar kat kat serildi, özenle. Bana çatı katı düştü. Oda da ağır bir koku, sorgulamaya dermanım yok. Göz kapaklarım istemsiz yer çekimine yenik düşüyor. Bedenim içi boş çuval gibi yatağa düştü, uykuya teslim oldum. Gecenin zaman dilimlerinde uyurgezer gibiyim, birileri gıdıklıyor bedenimi. Elimi atıyorum, avuçlarımda ıslaklık ve rahatsız edici bir koku ama gözümde, ruhumda şarap içmiş gibi sızgın uyanamıyorum, sanki bedenim morgda.

Günün ilk ışıkları yuvarlak pencereden içeriye sızıyor. Ağaca verilen can suyu gibi tazeliyor bedenimi. Yataktan doğruluyorum, dışarıya bakıyorum. Olamaz diyorum olamaz. Aman tanrım, bu da ne? Köy tepeye kurulmuş, vadi ayaklarının altında. Genç bir kadının bedeni gibi kıvrıla kıvrıla akan köyümün adı. O ses doğaüstü, ney sesi gibi ruhlara işliyor. Bakirliği ile göz kamaştıran baharın yaban gülleri, selviler, tomur tomur koyunlar yavrularıyla koklaşıyor, uzaktan kavalın sesi yüreklere dokunuyor, kayacıkların arasında pembe sıklamenler aşkın sevdanın narince yüzüne takılıyor, gözlerim tüm kırmızılığıyla sevgiyi haykırıyor gelincik tarlaları. Evler olağan üstü, hepsi ahşaptan. Sağa sola serpiştirilmiş köyde genç erkek yok. İstanbul’a çalışmaya gitmişler, sadece muhtar var.

Ah memleket sevdam, köyüm, çağlanayım, yüreğime dokunanım unutturdu bana kokuyu, elimdeki ıslaklığı. Bir an ellerime baktım kızılcık toplamış gibiyim. Geceliğim mavi en sevdiğim tutkum rengim mor tanelere bulanmış. Nedeni tahtakurusu. Koku DDT koymuşlar odanın köşesine mücadele için.

Apar topar giyindim, indim aşağıya. Sabredemedim gözüm okulu arıyor. İçime kara bulutlar çöktü, yüreğim yangın yeri. Neden diyorum neden virane gibi bu muhteşem bina, camı, çerçevesi, kapısı yok. Muhtara soruyorum, gönlü kırık biraz da mahcup.

-Okulumuz çok güzeldi öğretmen hanım, müdür ve yardımcısı arasında siyasi anlaşmazlıklar vardı. Kolonları kırıp kütüphane yerleştirmek istediler, olmadı. Okul çöktü.

Yüreğimi dağladı aldığım yanıt, utandım cahilliğimizden siyasi saplantılarımızdan.

Okulun hemen yanında lojman var. İki genç kız kalıyor, öğretmen boşluğunu doldurmaya çalışıyorlar. Kapıyı açtılar ama yüzümüze bakmıyorlar, bırakmak istemiyorlar. Haklılar. Beş ay emek vermişler. Oturduk sohbet ettik. Gönüllerini kırmadan ikna oldular, biz de evimize yerleştik. Biraz mutlu biraz hüzünlü tonton babaanne bizimle kaldı, kader arkadaşımız oldu. Ailelerimizi yolcu ettik, içimde karmaşık duygular.

Gururluyum, onurlu bir mesleğe ilk adımımı atıyorum, ideallerim var.

Gidenlerin ardından damlalar kirpiklerde, duygular boğazda yumru oldu yutkunamıyorum. İlk ayrılık, ilk yalnızlık, hüzün sardı dört bir yanı.

Okul dedim muhtara okul nerede? Bizi köyün orta yerinde iki odalı küçücük bir eve götürdü. Aynur ile sınıfları paylaştık. Ben bebeleri severim, bir iki üçleri aldım.

İlk gün parlayan gözler, gülen yüzler. Saçlar taranmış, örükler yapılmış ama sanki aralarında kar taneleri var. Şaşkın bakıyorum onlara hissettirmeden. Sonradan öğreniyorum adını ‘’yavşak’’ yani bitin yavrusu. Burunlar akıyor olsun ellerin tersi ne güne duruyor. O gözler var ya ömre bedel, insanın içini ısıtıyor. Teneffüsteki halleri beni benden alıyor.

Eksik çok, imkanlar yok. Oldum iki kişilik okula müdür. Aynur’u da yardımcı eyledim. Yazdım dilekçeyi. Aradan birkaç gün geçti İlçe Milli Eğitim Müdürü, yardımcısı ve müfettiş geldiler. Muhtarla birlikte karşıladık, tespitler yapıldı. Vedalaşma zamanı müdür muhtara döndü;

-Bak muhtar, buraya iti bağlasan durmaz, öğretmenlerimin kıymetini bil dedi.


O günden sonra zaman zaman düşünürüm bu sözü.

İyi mi dedi? Bize ne demek istedi?

Şimdiki aklım olsaydı sorardım kendisine.


76 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Uğur'lar Olsun

üç gül ömrü