19 Mart 2020 tarihinde saat 21’de yani dün akşam, toplumca evlerimizin balkonlarından, pencerelerinden tüm sağlık emekçilerini içten gelen bir duyguyla alkışladık. Elbetteki bu alkış salgına karşı özveri ile mücadele eden tüm dünya hekimlerine ve yardımcı sağlık personelinedir. aynı zamanda. Coronavirüs salgınının orta yerinde büyük bir öz veriyle çalışan her kademeden sağlık emekçisi bu alkışı fazlasıyla hak etti. Toplum hatta toplumlar olarak heyecan, üzüntü ve korku dolu ruh halinde ortaklaştık. Temizlik görevlisinden doktoruna kadar tüm sağlık görevlileri için bu alkış birden çok anlamı içinde barındırıyordu aslında. Bu alkış; sağlık görevlilerine yönelik şiddete, aşırı iş yüküne, düşük ücret politikasına, sağlığın özelleştirilmesine, atanamayan binlerce sağlık emekçilerinin yalnızlığına ve tüm bunlara karşı toplumca duyarsızlığa karşı bir özür ve dayanışma karşılığı idi. Aynı zamanda tek güven noktamızın bilim ve bilim insanları olduğu gerçeğinin onayına alkıştı milyonların alkışı.
Coronavirüs vakasının ülkemizde resmi olarak ilk kez 11 Mart 2020 tarihinde açıklanması toplumda ister istemez demoralizasyona yol açtı. Bu demoralizasyon sürecini normalleştirmek için özellikle sosyal medya ortamında mizah yaratımı ve paylaşımı birbiriyle çarpışır oldu. Hâlâ da devam ediyor. Mizah, tolumlar için özellikle 21. yüzyılda birbirini takip eden sarsıcı olaylarla ciddi bir savunma, tahammül ve pasif olarak da saldırı aracına da döndü. Coronavirüs vakasının geometrik dizilim şeklinde hızla artar olması ve toplumu serbest mekânlardan zorunlu izole etmesi, korku halini daha görünür kıldı. Son dönemdeki baskın virüs konulu mizah üretimi ve paylaşımı “gece mezarlık yakınından geçerken ıslık çalmak ya da yeteneğe bakmadan şarkı söylemek” durumunu çok uzatmaz...
İtalya başta olmak üzere salgının yoğun yaşandığı ülkelerin bazılarında buna benzer dayanışma gösterileri yapılmaktadır. Bizde evlerimizin balkon, pencere ve diğer tüm kamusal alanlara ait mekânlarında alkış etkinliği, gösterisi ya da eylemi diyelim, en kitlesel olarak 90’lı yılların sonlarındaki Susurluk olayında ve yakın tarihteki Gezi Parkı eylemlerinde yaşandı. Toplumsal hafızamızı ancak tarihsel hafızamızla canlı tutabiliriz. Dün duyarsız kaldığımız, hafızamızdan silinen yanlışlar, hatalar ve kötülükler bugün hepimize bedel ödetebiliyor. Yaşananlara toplumca seyirci olma ve ardından da görülenleri unutma rolünü kesinlikle benimsememeliyiz. Ancak bu yoldan yaşamın değerli ve sürekli olmasına katkı sunabiliriz.
27 Mayıs 1928’de kurulan ve 1950 yılından itibaren16 ilde Hıfzıssıhha Enstitüsü şubesi olan Türkiye’nin ilk Halk Sağlığı Laboratuarı Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün Aşı Enstitüsü 2004 yılında, Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün Başkanlığı da 2 Kasım 2011 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla kapatıldı. Deyim yerindeyse kimseden ‘çıt’ çıkmadı. Hıfzıssıhha Enstitüsü, 1950 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanındı. Bu merkez enfeksiyon hastalıklarına karşı aşılar üretiyordu. Enfeksiyon hastalıklarıyla mücadele etmek için büyük bir özveri ile kurulmuş, hastalıklara karşı aşı bulup bunun üretimini de yapan bir Enstitümüz kapatılalı 9 yıl olmuş. Yaşamımızı kurtaracak Enstitümüzü sessizce kaybeden bir toplum olarak hepimiz suçlu değil miyiz? Coronavirüs salgını ile mücadelede kullandığı ilaçlardan biri olan Interferon Alpha 2B adlı bir molekülün yaratıcısı Kübalı doktor Luis Herrer’in “Dünyanın, sağlığın ticari bir faaliyet değil temel bir hak olduğunu anlama fırsatı var”. sözü tüm dünya halkları tarafından iyi özümsenmelidir.
Doktorlar, hemşireler ve diğer sağlık personelleri ile dayanışmamız salt belli akşamlık dayanışma alkışlarıyla olmamalıdır. Sağlık emekçilerinin meslek örgütleri olan Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES), Türk Tabipleri Birliği (TTB), Türk Diş Hekimleri Birliği (TDHB) ve Türk Hemşireler Derneği (THD) gibi örgütlerin taleplerine hepimizin talepleriymiş gibi sahip çıkıp, destek olmalıyız. Atanamayan binlerce sağlık personeli adayının sesine ses olmalıyız. Temel insan hakkı olan sağlık hizmetlerine erişim herkes için kolay ve parasız olmalıdır. Sağlık hizmetleri, ülkenin en ücra köşesine kadar donanımlı olarak yaygınlaştırılmalıdır. Bunun için de acilen tüm özel sağlık kuruluşları kamulaştırılmalıdır. Yaşadığımız bu olağanüstü koşullarda salgına karşı psikolojik üstünlüğümüzü koruyabilmek çok ama çok önemlidir. Bunu başarabilmek için öncelikle sağlık bilimcilerinin ve sağlık emekçilerinin uyarılarını duymak, ciddiye almak, uyarı ve önemleri de hızla planlı olarak toplumsallaştırabilmektir..
İkincil olarak ise çok hızlı ve örgütlü olarak Dayanışma Ağları oluşturmak. Dayanışma Ağları örgütlülüğünün sahasında coronavirüsüne karşı çok daha az risk grubunda bulunan gençler olmalıdır. İhtiyaçların giderilmesi konusunda hedef kitle önceliğinde ise:
Gereksiz tıbbi maske ve eldiven stoklamış olanlardan bunları en kısa zamanda en yakın sağlık birimine teslim etmesi için duyarlılık çağrıları yapılmalıdır. Gereksiz gıda stoku yapılmasının yanlışlığı ve haksızlığı da medya aracılığı ile kamuoyuna anlatılmalıdır. Yüz binlerce insanın cezaevlerinde olduğu da unutulmamalıdır. Mevcut durumda cezaevlerinde hijyen ve beslenme koşullarından dolayı salgın riski çok yüksektir. Kadın, çocuk ve hayvanlara karşı şiddet, taciz ve tecavüz suçu işlemişler olanlar ve kasten cinayet işlemiş olanlar dışındaki mahkûmlar için ceza infaz düzenlemesi acil olarak meclis gündemine alınmalıdır. Deutche Welle’nin haberine göre “Dünya Sağlık Örgütü’nün Cenevre’deki merkezinden yapılan açıklamada ilk 100 bin vakanın üç ayda ortaya çıktığını, ikinci 100 bin kişilik dilime ise sadece 12 günde ulaşıldığına işaret edildi. Ayrıca ABD’deki John Hopkins Üniversitesi’nin Cuma günü açıkladığı son verilere göre dünya çapında teyit edilmiş 245 bin coronavirüs vakası bulunuyor. Ölü sayısı ise 10 bini aştı.”
Coronavirüsü bugün itibariye 106 ülkeye yayılmış durumda. Afrika’da ve diğer kıtalardaki yoksul ülkelerle tıbbi malzeme başta olmak üzere gerekli tüm ihtiyaç maddeleri ile ilgili dayanışma mutlaka yapılmalıdır.
Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan salgın tedbir paketine de kısaca değinmek gerekiyor. Açıklanan pakette sermayenin çıkarlarını korumaya yönelik önlemler dışında işçi, emekli ve yoksullar ile küçük üretici ve esnafların durumlarını gözeten bir şey mevcut değildir. Özellikle kısa dönemde büyüyeceği görünen işsizliğe ve yoksulluğa karşı acilen, kabul edilebilir yeni bir tedbir paketinin açıklanması toplumunca beklenmektedir.