Günlük sevdaların, saman alevi gibi sönen sevgilerin, sanal aşkların yaşandığı “Ah, nerede o eski sevdalar!” diye hayıflandığımız demlerde; geldi geliyor, sattık satıyoruz, aldık alıyoruz derken bir sevgililer gününe daha kavuştuk. Anlamına ve masumane içeriğine baktığımızda duygu yüklü güzel bir gün gibi görünen sevgililer günü belki de kapitalist sistemin en çok pirim yaptığı, kazanç sağladığı birkaç özel günden biri. Haberlerde sunulduğu gibi tam “9 milyar liralık sevgililer günü…
Böylesi güzel bir gün için iyi bir girizgah değil belki ama kapitalizm dediğimiz canavarın, aşk ya da sevgi gibi en hassas olduğumuz duyguları kullanarak insanlara bazı şeyleri dayatmasına gönlüm bir türlü razı gelmediğinden içimden gelen birkaç şeyi yazmak istedim...
Duygu dozu abartılmış cicili bicili, kalpli, çiçekli, tek taşlı çeşitli reklamlarla günlerdir insanlara hediye alınmasının gereği anlatılıyor ve psikolojik yönden insanlara bu dayatma yapılırken sevgilisi olmayanların ya da bir şeyler almaya gücü yetmeyenlerin yaralarına tuz basılıyor sanki...
Gerçek sevgilerin hiçbir zaman maddi bedellerle gösterilemeyeceğine inanıyorum. Bu nedenle de böylesi sevgilerin bir güne sığdırılmasını ya da yaldızlı reklamlarla insanlara dayatılmasını içime sindiremiyorum. Her tür sevginin ve gerçek aşkın kutsal olduğuna, sevgilerin pahalı hediyelerle anlatılamayacağına inanıyorum.
Herkes kendince bir şeyler söylüyor, bir şeyler yapıyor bugünü kutlamak adına. Ben ise sokaklarda gezip durum tespiti yapmayı seviyorum böylesi günlerde. Örneğin geçen yıl Kadıköy’ün ünlü Bağdat Caddesine çıkmıştım. O koca cadde bir "Aşk yoluna” dönmüştü adeta. Her köşe başında renk renk ve mis kokulu çiçekler satan çiçekçi kadınları, ışıklarla bezenmiş vitrinleri, birbirlerine sarılarak yürüyen ya da kafelerin kuytu köşelerinde fısıldaşan gençleri izlemiştim gülümseyerek...
Bu ışıltılı görünümlerin arasında ellerinde son derece özensiz, belli ki mecburiyetten yani "günün anlam ve önemine" uyularak alındığı belli olan birer çiçek demeti veya saksısıyla ayaklarını sürüyerek yürüyen orta yaşın üstündeki beyler dikkatimi çekmişti. Yüzleri asık, omuzları çökmüş, bezgin ve bıkkın evlerine doğru giderken "Bu yaşımızda bu da mı gelecekti başımıza?" dercesine yürüyorlardı. Güldüm kendi kendime, bu çiçekler evdeki huysuz hanımların dırdırından kurtulmak için mi yoksa "mahalle baskısı" yüzünden mi alınmıştı acaba? Belki de ben yanılmıştım, belki de o çiçekler solmaya yüz tutmuş ömürlerin sevgi çiçekleriydi kim bilir?