...
bursa cezaevinde karşımda resmin
belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
bursa’m yesil ve yumuşak bir memlekettir.
bursa cezaevinde karşımda resmin
sene 1941 değil artık, sene 1945
moskova kapılarında değil artık
berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
bütün namuslu dünyanınkiler
1942 yılının Ocak ayıydı. Moskova buz kesmişti... Öyle soğuk bir yel esiyordu ki ölüm bile üşüyordu. Moskova yakınlarında bir cenaze töreni; gömülen 18 yaşında bir genç kız. Sessiz sedasız, gencecik bedeninin üstü buzlu toprakla örtülüyordu.
Mezarın başındaki tahtada şunlar yazıyordu: Zoya Kosmodemyanskaya. Peki kimdi bu Zoya Kosmodemyanskaya, niye ölmüştü? Zoya, “yaşam” demekti. 1923 doğumluydu. Rusya'da eğitimli bir ailenin kızıydı. Babası kütüphaneci, annesi öğretmendi, kitaplarla büyümüştü.
Daha 15'inde Puşkin'i, Tolstoy'u, Cervantes'i, Goethe'yi, Sekspir'i okumuş, Beethoven ve Çaykovski dinlemişti. 16'sında Sovyetler Birliği Komünist Parti gençlik örgütü “Komsomol”a katılmıştı. 1941 yılının Haziran ayıydı. Nazi Almanyası Rusya'ya saldırmıştı. Her gün yeni bir yer işgal ediliyordu. Zoya 18'ine yeni basmıştı, gönüllü olarak askere yazılmıştı. Annesi karşı çıkmıştı; ama o, dinlememişti.
“Düşman bu kadar yakınken başka ne yapabiliriz?” demişti.
Kısa süreli bir silah eğitiminden sonra Partizan'a katıldı. Kod adı Tanya oldu, saçlarını kestirdi. Gören erkek sanıyordu, görevi Moskova çevresinde işgal altındaki köylerde Nazilere baskın yapmaktı.
Tarih 25 Kasım 1941 idi. Tanya Alman süvari alayının karargah kurduğu Petrischevo'yu basacaktı. Köye gizlice sızdı, at ahırları ve Rusların kaldığı evleri ateşe verdi. Tam uzaklaşacaktı ki bir Rus işbirlikçisinin ihbarıyla yakalandı. Elbiseleri çıkarılınca kadın olduğu anlaşıldı. Naziler Tanya'ya gece boyunca işkence ve tecavüz ettiler. Sordular; bilmiyorum dedi. Sordular; söylemem dedi. Sordular; konuşmam dedi... Sır vermedi, sadece kod adını söyledi: Tanya.
Naziler çılgına döndü; işkence ve tecavüz sabaha kadar sürdü. Ertesi gün kar üstünde yürüttüler Tanya'yı, işkenceden tüm bedeni mosmordu. Köy meydanında dar ağacını kurdular. İki makarna kasası, yağlı urgan ve cellad.
Tanya tabureye çıkarken gülüyordu, urgan boynuna takılmadan kendisini izleyen yurttaşlarına bağırdı: “Yoldaşlar! Neden bu kadar kasvetlisiniz? Ölmek için korkmuyorum! Halkım adına öleceğim için mutluyum!”
Sonra Nazi askerlerine döndü.. "Siz beni şimdi asıyorsunuz ama yalnız değilim. Biz iki yüz milyon insanız, hepimizi asamazsınız."
Cellad tabureyi çekti, Tanya 18'inde ipin ucunda can verdi. Naziler ibreti alem için Tanya'nın cansız bedenini haftalarca idam sehpasında asılı tuttular. İki aya yakın her önünden geçen Nazi askeri cansız bedeni dipçikledi, tekmeledi. Soğuk havada beden çürümedi ama morardı ve şişti.
Sovyet Ordusu 1942 yılının 20 Ocak'ında bölgeyi ele geçirince, Tanya'nın beden, idam sehpasından indirildi ve gömüldü. Tanya'nın idamı tarihte bir dönemeçti. Nazilerin yenileceğinin müjdesiydi. Gömülmeden çekilen fotoğrafları tüm Sovyet askerlerine dağıtıldı. Ve emredildi; "Düşmana saldırırken, Tanya'yı düşünün."
Nazım Hikmet, Bursa Cezaevi’nde, Tolstoy’un “Savaş ve Barış” çevirisini yeni tamamlamış; La Fontaine‘den Masallar çevirisi üzerinde çalışıyordu. Elle yazmak çok zamanını alıyordu; cezaevindeki dokumadan kazandığı parayla ikinci el bir daktilo aldı. Sağlık sorunları vardı, ama çok mutluydu; kasvet günleri bitmişti; Naziler savaşı kaybetmişti. İşte o günlerde yazdı “Tanya” şiirini…
bursa cezaevinde karşımda resmin
belki duymamışsındır bile bursa’nın ismini
bursa’m yeşil ve yumuşak bir memlekettir.
bursa cezaevinde karşımda resmin
sene 1941 değil artık, sene 1945
moskova kapılarında değil artık
berlin kapılarında dövüşüyor artık seninkiler
bütün namuslu dünyanınkiler..
senin memleketini sevdiğin kadar ben de seviyorum memleketimi
seni astılar memleketini sevdiğin için
ben memleketimi sevdiğim için hapisteyim
sen çoktan dünyada yoksun
zaten ne kadar az kaldın orada
doyamadın güneşin sıcaklığına bile…
sen asılan partizan, ben hapiste şair
resmin üstüne eğiliyor başım
kaşların incecik, gözlerin badem gibi
renklerini fotoğraftan anlamam mümkün değil
fakat yazıldığına göre koyu kestaneymişler.
bu renk gözler çok çıkar benim memleketimde de…
saçların ne kadar kısa kesilmiş
oğlum memet’inkinden farkı yok
alnın ne kadar geniş, ay ışığı gibi
rahatlık ve rüya veriyor insanın içine.
yüzün ince uzun, kulakladır büyücek biraz,
henüz hiçbir erkek kolu sarılmamış anlıyor insan.
ve püsküllü bir şey sarkıyor yakandan
süsünü sevsinler mini mini kadın.
arkadaşları çağırdım bakıyorlar resmine;
senin yaşında bir kızım var.
kız kardeşim senin yaşında
senin yaşında sevdiğim kız
bizde kızlar tez kadınlaşır..
okulda, fabrikada, tarlada arkadaşız
sen öldün ne kadar namuslu insan öldü
söylemesi ayıpmış gibi geliyor bana
ama ben yedi yıldır kavgada
hayatımı tehlikeye koymadan
hapiste de olsa da yaşıyorum)
sabah oldu tanya’yı giydirdiler
ama çizmeleri, şapkası, gocuğu yoktu
torbada benzin şişeleri, kibrit,
torbasını verdiler sırtına
göğsüne bir de yazı yazdılar
köyün meydanına kuruldu darağacı
halka olmuş piyade askeri
zorla seyre getirdiler köylüleri
sandıkların üstüne yağlı urgan sallanır
partizan kaldırılıp çıkarıldı tahtına
durdu urganın altında dimdik..
nazlı boynuna ilmiği geçirdiler
bir subay fotoğrafa meraklı
bir subay elinde makine; kodak
tanya seslendi kolhozlulara ilmiğin içinden
“ _ kardeşler üzülmeyin gün yiğitlik günüdür.
soluk aldırmayın faşistlere
bir alman vurdu ağzına partizanın
genç kızın beyaz, yumuk çenesine aktı kan
fakat askerlere dönüp devam etti partizan:
iki yüz milyon asılır mı?
ama bizimkiler gelecekler
teslim olun vakit varken…”
kolhozlular kan ağlıyorlardı,
boğuluyor nazlı boynu kuğu kuşunun
fakat dikildi ayaklarının ucunda partizan
duyuyorum nal seslerini geliyor bizimkiler…”
cellat bir tekme attı makarna sandıklarına
ve tanya sallandı ipin ucunda…