ŞİİR ve GERÇEK
top of page

ŞİİR ve GERÇEK



Ozanı, gün batımından çok, gün batımı üstüne yazılmış bir şiirin daha da etkilediğini söyler Andre Malraux. Bir ressam için de sorun aynıdır. Gün batımı yapmak isteyen bir ressamı, gün batımı üstüne resimler ilgilendirecektir. Nedeni de açıktır: Ozan da, ressam da gün batımının değil, bir Şiirin, bir resmin peşindedirler. Kağıda ya da tuvale vuracak olan bir şiir, bir resimdir: Gün batımı değildir. Var olan değil, var ettiği söz konusudur. Şöyle de söyleyebiliriz bunu: Yaşadığı değil, yazdığı, çizdiğidir o. Bir yaşamak söz konusuysa yazdığının, çizdiğinin yaşamıdır. Yazmak ya da çizmek olağanın var ettiği bir yaşamaktır. Bir şiire, bir resme, şiir, resim dediren de budur. Bu edimin varlığıdır. Bunu müzik için de söyleyebiliriz.


Bu nedenle bir ozanın yaşamı, şiirlerinin yaşamıdır. Ozan, yaşam diye ona der, ona yaşam gözüyle bakar. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Olamaz çünkü ozanın sözcükleri, kendi sözlüğünün sözcükleridir. Buraya da kendini dışlaştıra dışlaştıra, kendini kapata kapata, kendi mitosunu, kendi evrenini kura kura gelmiştir. Dünyaya bakışında böyle bir yol izlemiştir. Böylece de yaşadığını değil, yazdığını yaşar. Bunun için bir Şiirin, bir resmin, bir bestenin etkileme alanı doğadan çok, yine şiir, resim, bestedir. Yine bunun için Stendhal, “Benim işim yaşamak değil, yazmaktır” dediği zaman, yazmak eyleminin onun için bir yaşama olduğunu anlatmak ister. Ozan, bir Şiirin iyi ya da kötü bir şiir olduğunu, doğayla karşılaştırarak, onunla benzerlik ölçüleri kurarak, yaşadığına, yaşanana bakarak ölçüler öne sürmez. Onun ölçüsü yine şiirlerdir. Onun için T.S. Eliot: “Büyük bir şiir bir başka büyük şiiri ansıtmadıkça büyük olamaz” diyecektir. Gerçekten de bir Şiirin büyüklüğü bir başka büyük şiirden geçer. Onunla beslenerek, onunla çatışarak, hesaplaşarak, ona karşı çıkarak, ona karşı kendini koyarak. Ancak öyle var olabilir. Bu da yazmak eyleminin ne denli yazınsal bir sorun olduğunu ortaya koyar. Doğanın yararı dolaylıdır. Sanat yapıtının koyduğu gerçekle bir olamaz. Sanatçı elbette doğadan yararlanacaktır, onu bir yana atmayacaktır, ama işinin o olmadığını, ona karşı kendi doğasını koymak olduğunu, onu yıkmak, onu değiştirmek olduğunu bilecektir. Elindeki araçlar yani sözcükler, boyalar, notalar bunun içindir. Böylelikle bir şiir, bir resim, bir beste kendi doğasını getirir. Kendi olur. Yaratı, doğadaki bir ağaç, bir kuş, bir insan gibi ayrı bir varlıktır. Bu da ancak kendi getirdiği, kendi koyduğu yapıyla vardır. Bunun için bir ozanın yaşamı, şiirlerinin yaşamıdır.


Bir ozan için doğa herhangi bir kitaptır. Öğrenilecek ve sonra da atılacak bir kitap. Yaratıcının koyduğu ayrı bir doğadır. İnsan etkinliğinin, insan kafasının, yaratıcı insan elinin bir yapıtıdır o. Yazmak kendi özünde böyle bir bütünlemeyi içerir. Bu yüzden yazmak kendisinden başka hiçbir şeye bir gereksinme duymaz. Sesler, renkler, sözcüklerle yetinmesi bu yüzdendir. Yaratıcı bu yüzden doğaya salt bir kitap gözüyle bakar. Bu, yaşamalar onu etkilemeyecek demek de değildir. Etkileyecektir, ama bunlar onu ne denli etkilerse etkilesin söz konusu olan yaşanılanın bir yaratı olabilme sorunudur. Çok ya da az yaşamış olmak sorunu değildir. Yaşayarak değil, yazarak öğrenir çünkü her ozan eninde sonunda öğreneceğini, iş hep buraya gelip dayanacaktır. Aslolan bir metin çalışmasıdır onun için. Ozanın elindeki biricik araç sözcüklerdir, onlarla kuracaktır evrenini. Onlarla, bir onlarla içli dışlı olmanın yollarını arayacaktır; onları tanıdığı, onları sevdiği, onları kendisinin ettiği ölçüde başaracaktır işini. Bir simya bilimi adamıdır artık. Acılar, sevinçler, erdemler birer simgedir var olmayı bekleyen. Bunun için yeni diller, yeni anlatım olanakları, yeni yapılar gerekecektir. Getirdiği dil, içerik, yapı, şiddet dili, yapısı olacaktır, uyuşamayacaktır. Kurulu her şeye karşı çıkacaktır. Yıkıcılığı, bir onu baş tacı ede ede yürüyecektir. Koyduğu, getirdiği yenilikler ilkin birkaç kişiyi ilgilendirecektir, ama sonra büyüyecek, çoğunluğun olacaktır. Bu da elinin altında hep bir beyaz kağıtla olacaktır ve hep lambası yanık. Beyazın dil bilimi bunu istiyordur çünkü. Onun için bütün kalemlerin ucu açıktır ve bir başınadır. Yazdığı, bir o yaşamaktır. Orda doğruluyordur çünkü kendini. Özdeşleşmesi yarattığıyladır. Koyduğu yaşamalar da kendi getirdiği, kendi yazın deneylerinin yaşamalarıdır. Salt yazın adına bir deney adamıdır. Leonardo da Vinci: “Ben bir deneyler adamıyım.” dediği zaman hep bu laboratuvar adamlığını amaçlayacaktır. Yazmak eyleminin bunun dışında bir anlamı yoktur. Sanatçının bilinmesini istediği de bu yazınsal eylem, yalnız o yaşamadır. Ona verdiği anlam, ona verdiği ve kazandırdığı boyutlardır. Yeryüzünü yaşayarak değil, yazarak büyütür. Yazarak kötülüklerin üstünü çizer, yazarak yalnızlıkları yok eder.


İlhan BERK

Ekleyen : Zeliha AYDOĞMUŞ

55 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

GELECEĞİM

KARANFİLSİZ

1/3
bottom of page