top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Sevmek Bir Kalabalık Olma Devrimidir


Bir insan nedir, tek başına, ulu bir çınar bile olsa; kuru bir ağaç.

O ağaçtan çiçek çiçek bir dal gövertmek, dal, yaprak, çiçek zengini olmak, aşmak kimsesizliği, yani SEVMEK...se bir ihtilal.


Keşke bir din olsaydı SEVİNİZ diye başlayan, insanlığın ortak dini olur muydu?.. Ya da bir bayram...


Nedir ki sevmek?


Biyolojik olarak içeriği belli... Sosyolojik olarak insanın varoluş gerekçesi, sanatsal olarak kendini yüceltmesi, mahalle olarak insanın acziyeti, siyaset olarak bir devrim... Ne var ki her durumda ötekine sonsuz muhtaçlık...

Peki hangisi?

Sevmek Bir Kalabalık Olma Devrimidir. Başarırsa elbet...

Ya yenilirse?..


Hiç çiçek yüklü bir kiraz dalına alıcı gözle baktın mı? ... ve on gün sonrasını düşündün mü... ya altı ay sonrasını?...


Sevmek, ilkeyi bilmezsen, doğası gereği sürekli yenilmektir.

İnsansan sen onlardansın; yenilmeye yeminli olanlardan.


Kırık bir oyuncak bebek gibi

Bir köşede bulsalar ölümünü,

Kimse üzülmeyecektir bilirsin,

Tek çivi oynamaz yerinden,

Gene de denemelisin.


Kuşkusuz denemelisin. Çiçek ve dal zengini olmak buna bağlı, mutluluk da; birini sevmeye… bu intiharınsa bile. Yani insansan o sevme kalkışmasına mecbursun, başarırsan adı devrim olacak...


Oysa kaderin başkasına bağlı, aklın varsa sürekli artan bir mutluluksa istemin, acıların öğretisine gereksinmen yoksa kendine yetmelisin.

Ya da başkaldır, sev... Ama bil ki, sevmektir bir başına yapılamayan.

Ebedi muhtaçlık mı seçimin?


Kimsen yoksa nasıl seversin? Yoksa su, yoksa uçan kuş, yoksa çocuk, yoksa elif endamlı, hareli yaprak yeşili gözlü, bahar doğumlu… olmazsa nasıl seversin?

Hadi ötekini ara...


Orda tıkanır insan, en büyüğümüz bile orda yenilir.

Belki bu vazgeçilmezlik, ihaneti, sevgiyle aynı yere, aynı sözlüğe yazar. Biri varsa öteki de var olur. Su kurur, kuş uçar, çocuk ölür… çiçekli kiraz dalı altı ay sonra viranedir; eşyanın doğası bu?

Ya seven?

İhanet eder.

Çünkü o nazenin sevginin sana karşı, kendine karşı tek gücü odur. Türünün en vurucu, en incitici silahı ihanettir.


Çocuğunun, hiç ısınamadığın komşunla sana karşı iş birliği yaptığını bir düşün.

Karnına gelmesin kurşun, çok acı verir derler, öyle mi olur insan?


Öyle de insan, vaz mı gelir sevmekten ve kalabalık olma gayretinden? Ya da seven, ihaneti denemekten?..

Yılan insan koynunda büyüdü diye aslını mı yadsıyacak? Yanıtı bilirsin de senin doğan bu, mademki insansın, seveceksin. Komşunu, çocuğunu, arkadaşını, başağa durmuş ekini ya da güneşin önünde yeni uçuşlara özenen çirkin martıyı… sevip hayal kırıklığından hayal kırıklığına uğramalıyız değil mi? Sevip kör bıçaklarla gırtlağını kesmeliyiz sevilenin. Hep sevdiğin ya da yakınındır celladın bilmez misin?

Olsun daha da zoru vardır, sen kimseye cellat olma da.


Öyle dikenli bir yoldur sevmek, sokulmak.

Gene de bir şey çeker seni. Belki uçman için ikinci kanat. Belki kanatların tam da, yüreğini kaldıracak, enginleri aştıracak bir güçtür derdin. Sırtını ürpertecek bir şey, iki elin kanda olsa, koy git, dedirtecek, belki aşamam ama bu uğurda ölemem mi, dedirtecek bir şey, ışığa ulaşmak için yanmayı göze almanı sağlayacak bir etkileme, bir türkünün gücüdür, belki de aradığın.


Şimdi düşünmeli işte. Neden gülümseyen çocuk türkülerin yoktur. Neden sevi için yakılan onca türkü, hep hüzün, ihanet, gözyaşı, figandır? Neden sevdalarımızla türkülerimiz birbirine bunca benzer? Hüzün mü, sevdaya onca yakışır, sevda mı hüzne? Düşündün mü?


Senin önce haksızlığa uğramaya, durmadan uğramaya ve ardından gözyaşları dökerek ayağa kalkmaya gereksinmen var. Yani sevdaya. Madem bunca isteklisin, uzaklardan başlasın türkü.


Güneşin altında okşanmaya deli bir Van kedisiyken, bir gözü yaprak, bir gözü su olmuşken, ne olur sana bir düşün? Biri ölmüş, salâsı okunur sanki. Onulmaz bir yarayla vurulmuş gibisin.


İşte senin sevdan o, türkün de…

Ne zaman sevsem, o türkü duyulur, zaman günün ortasıysa bile bir zindan karası geceye döner. Bir falçata ağzı geçer yüreğimden, bir kelebek boğulur kozasında, bir ayna kırılır.

Oysa huzur, genç bir anne göğsüdür. Yaprak oynamaz dalında. ..


Huzura düşen salâdır türkü, geceye düşen ışık… keskin bir jilet gibi doğrar, kanım akmaz. Kement olur dolanır boynuma, Şeyhim Bedrettin olurum, malı haram, canı helal, boynu vurula...Ne zaman sevsem...​ En acıklısından bir Kerbela cengi yaşanır, yaşanır yüreğimde, başım döner...


Bir portakal ağacı çiçek açar, bir bebek öldürülür kucağımda.

Fırat’a üç adım kala, ağzıma tuz basılmış, sonsuz bir susuzluktur duyumsadığım.


Ne zaman sevsem;

Kan açar zakkumlar,

Ölesim gelir.


İşaret bu, ne zaman sevsem…

Bir türkünün ağlatmasına deli gibi muhtaç kendime yetmeme çağımdayım artık. Umut rafların en yükseğine atılmış, hüzün ve umutsuzluk giyneğim.


Arzun bu muydu? Kendini daha iyi mi hissediyorsun?


Karınca ölmeye yakın kanatlanırmış ondandır. Olsun hiç kanatsız ölmek de vardı, diyor içinden bir ses, değil mi? İyi de, sen huzrunu satın almak için neler yapmadın? Uyum olsun diye, kimse incinmesin ve de seni incitmesinler diye inançtan inanca taşındın.


Ayakkabıların dışında hiçbir şeyin kendi seçimin değildi. Birlikte oldukların T.Fikret’in şiirindeki İstanbul’du. Sen daha ileri gidip şimdiki İstanbul oldun, bıçak ağzında ayılmaya neden şaşırıyorsun? Şimdiki İstanbul, ancak böyle sevilir?

Şimdi yaşın kemale dönmüşken, aşk denen şey sen de ancak tansiyon yaparken söyle: Sen bunu hak etmemiş miydin ve sevdiğin herkes bunu yapmadı mı sana?


Bütün türküler senin. Bütün ölümler ve acılar…


O kadar da üzülme. Kimse yaşam ustası doğmadı, yanlışlar da bizim için. Üstüne üstlük sevgi en çok senin hakkın. Yanlış yapmak, yaşamı balkonlardan izleyip sorunsuz yaşamlardan dem vurmak değil, Beyoğlu’nun arka sokaklarına gece yarısı dalıp tırmık içinde, ama sağ çıkmaktır. Akılsa, bir daha yinelememek aynını...


En çok bilenin, en çok hata yapan olduğunu herkes biliyor, senden başka.


Ezberlediklerimizi unutmanın zamanı geçiyor. Kendi sevgimizi, bize uyanı kendimiz bulmalıyız; çoğu okuma yazma bilmeyen, bilse de etik ya da akıl yoksunu, tam bir yaşam yitiği, ama ahkam ustası çevremiz değil.


Hiç ölümcül kanser hastası gördün mü? Ağrıyı kesmek için en şiddetli uyuşturucular verilir. Başın ağrıyor diye sen de mi onu denemelisin?


Kendine yetmek zor olsa da, kendin olmak o denli zor mu? Dertsiz ölmek mi istiyorsun, biraz canın sıkılır belki ama o kadardır; SEVMEYECEKSİN.


İyi de biliyorsun ki, sevmek kalabalık olmaktır. Eşitini yaratmak, dal çiçek vermektir...

Ve huzursuz, mutsuz olmak… mı?


Dost olmayı bilirsen, hayır. Dostlukla büyüyen sevgi, tek başına yapamayacağın çok şeyi birlikte yapmaktır.

İster anne, ister baba, ister arkadaş, istersen sevgili ama önce dost... Kendine olduğu dende dürüst, açık, adil, candan ve özverili.


Bu da bir yol. Sahi kendine dost olmayı biliyor musun? Aynanın karşısına geçtiğinde görüyor musun eksikliklerini? Korkmadan tanımlıyor, eleştiriyor ve düzeltiyor musun? Yoksa, aman canım sıkılmasınlar da… övgüler mi düzüyorsun kendine? Öyleyse bile bir yerden başlamalı. Kendine yet, kendin ol, daha güzel olacaksın. Ben görmesem bile...


Dostluk o değil midir? Sana yararı olmasa bile onun adına sevinmek.


Biliyorsun sen onlardansın. Hep yanlış yapanlardan, çünkü insansın. Ondan o kadar güzelsin.


İstesen de kaçamazsın insanlığından; SEVECEKSİN

51 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments