SEN HASTA OLMA DEMİR
top of page

SEN HASTA OLMA DEMİR



Salihli Ramiz Turan Stadyumunda sabah sporumu yapar, arkasından kahvaltı ile başlardım güne. Her gün “bugün emekli gibi yapacağım, kahvaltıyı, olabildiğince rahat olacağım,” der, yine de beceremezdim. Yılların alışkanlığı, arkamdan atlılar gelir gibi tez çabuk yaparım kahvaltıyı.

Sporu bile uçarcasına yapmanın sebebi nedir bilmiyorum.


Spordan eve dönerken bugün acele yok, yavaş yavaş yapacağım kahvaltıyı, bak sözümü dinle, bugün beni dinle diye kendi kendime konuşurum her gün!


“Acele etme oğlum, kafanın içinde deli gibi koşturuyorsun, ne diye o atı mahmuzlayıp duruyorsun, yavaş ol, nereye yetişeceksin, artık ders zilleri senin için çalmıyor, “zilli hayat,” yok artık, bundan sonra çalsa çalsa telefonun zili çalar. Kendine bu kadar işkence etme, bu beden, bu beyin senden hesap soracak, haksızlık ediyorsun onlara. Bu koşturmanın bedelini bakalım nasıl ödeyeceksin, bu beden iflas edecek, bu kafa, kafa olmaktan çıkıp “güm” diye gümleyecek; artık bir dur, biraz yavaş ol, anan seni ayakta mı doğurmuş!”


Yine bu iç konuşmayla eve geldim. Sakin başladığım kahvaltıyı yine çabucak yapmışım. O hızla kahve yapmaya koyuldum. Kahve makinesini raftan indirdim, çekmeceden kahve kavanozunu çıkardım. Birden telefonun “flu flu,” sesi ürperdim. Nedense bir başka çıkmıştı sesi telefonun!

“Allah Allah, bu telefon neden böyle çalıyor, acaba bir şey mi oldu… soruları salise içinde gitti geldi kafamda. Telefonu açtım, karşıdaki ses, alo demeden,


“Keyif sende, oh,” dedi.

“Ne var, ne oldu, bir şey mi var?”

“Keyif sende, oh, oh!”

“Ne oldu, bir şey mi oldu?”

“Çocuk hasta, bırak başka şeyle uğraşmayı, tez eve gel; çocuğu doktora götüreceğiz, belki İzmir’e…”

Demir birkaç gündür rahatsızdı, öksürüyor, burnu akıyordu. Burnu tıkanınca da ağlıyordu. Bir şey mi oldu yavruma, inşallah bir şey yoktur; yavrum benim ağzı var dili yok, şuram ağrıyor, diyemiyor.

O anda her şeyi olduğu gibi bırakıp uçarcasına çıktım evden. Arabayı nasıl çalıştırdım, nerden gittim, bilmiyorum.

“Yavrum benim, paşam benim!”


Çabucak giyindirip üstümüzde ne var yok aldırmadan çıktık yola. Hastane kalabalıktı, çocuk doktorunun randevuları doluymuş. Acilden giriş yapalım dedik. Acilde, hayatından bezmiş, yerinden kalkmaya mecali kalmamış, yaşlıca bir doktor, başını öne eğmiş, telefonu ile oynuyor. Bizi karşılayan hemşireye “acil müdahale etmek lazım, çocuk öksürüyor, öksürürken tıkanıp ağlamaya başlıyor,” dedik. Hemşire durumu doktora iletti, doktor, “çocuk doktoruna götürsünler, doktorun sekreterine durumu anlatsınlar, o aradan alsın,” diye akıl da verdi aklı sıra.


Canından bezmiş doktora şöyle bir baktım, “değmez, dedim, bunun koyacağı teşhisten ne olur; koysa bile yanlış teşhis koyar, gidelim çocuk doktoruna,” deyip polikliniğe doğru yürüdük! Çocuk doktorunun sekreteri güleç yüzlü genç bir hemşireydi. İnsan olmanın erdemini yüreğinde taşıdığı gibi yüzüne de yansımıştı. Ne güzel “insan olmaktan vazgeçmemiş,” insanlığın tacını başında taşıyor. Bu taçla, hasta bebelere, hasta yakınlarına, dokunsan ağlayacak annelere sıcak davranıyordu.


İnsan olmak çok mu zor, insan olmak işte böyle hemşire hanım gibi gülümsemek, kendini onun yerine koyabilmektir. Herkes insan olabilir mi, nasıl olur?


Kimi Yunus gibi, kimi de domuz gibi! İşte böyle, aynen gördüklerimiz gibi; Yunus olmalı, Yunus!


Doktor Hanım, Demir’i tepeden tırnağa bir güzel muayene etti.


“Bu bebeği hastaneye yatırıp tedavi etmemiz lazım. Bronşları dolmuş, enfeksiyon olabilir, tahlillerden sonra kesin tanıyı koyarız,” dedi.


İşte o an, perişan oldu anne:

“Nasıl olur, benim yavrum o kadar hasta değil, el kadar çocuk hastanede mi yatar, yavrumun kollarını delik deşik edecekler, kan alacaklar, nasıl dayanırım ben, Demir daha iki aylık nasıl dayanır buna yavrum?”

Gözleri iki çeşme ağlarken, diğer yandan da “nasıl dayanır yavrum buna,” deyip ağlıyordu, boyuna. "Ben bunlara emanet etmem çocuğumu, İzmir’deki doktoru arayacağım, durumu ona anlatmam lazım, o ne derse öyle yapacağım!”


“Ara ara hemen ara,” dedim.


Doktor Mehmet Nisanoğlu, “vakit geçirmeyin, bekliyorum; çabuk gelin,” demiş!

İzmir’e doğru sürdüm arabayı. Yıllardan beri İzmir’e gider gelirim, hiç bu kadar hızlı gittiğimi hatırlamıyorum. Arabanın içinde kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Arabaya biner binmez müzik açan ben, müzik açmak şöyle dursun, aklıma bile gelmedi. İçeride yol gürültüsünden başka bir şey yoktu. Ankara İzmir Yolu her zaman kalabalık olur. Kamyonlar ah o kamyonlar, bir katar olmuş aralarına hiçbir araç giremeyecek şekilde art arda. Her seferinde onların bu hallerine verip veriştirirdim; fakat bu sefer bir şey diyecek halde değildim.


Doktorun muayenesine vardığımızda zaman epey ilerlemişti. Doktor, hemen çocuğu soydu, kalbini, ciğerlerini dinledi. Bu esnada yüzü gidip geliyor, sakin olmaya çalışıyordu. İşine bağlığını, güven veren tavırlarını, liyakatini, ciddiyetini bilmesek, kafayı yerdik! O, ilk yardım araçları ile lazım gelen müdahaleleri yapıyor, küçücük bir çocuğun bu kadar hasta olmasına rağmen Salihli’deki o doktorun ilk müdahaleyi yapmamasına öfkeleniyor, “Allah Allah nasıl müdahale etmez bu arkadaşım,” deyip oradan oraya koştururcasına hareket ediyordu.


“Hastaneye yatması lazım, en az beş gün tedavi görmesi lazım. Bu salgını yapan virüs çocuklarda, özellikle bebeklerde üst solunum yollarına saldırıyor. Demir’imizin en az beş gün antibiyotik tedavisi görmesi lazım!”


Annenin tekrar iki gözü iki çeşme. Birilerinin onu rahatlatacak şeyler söylemesini bekliyordu. Doktorun yüzüne ağlamaklı bakınca:


”Demir, iyi olacak, onun bünyesi kuvvetli, fakat beş gün antibiyotik tedavisi görmesi lazım, metin olun, böyle yaparsanız, sütünüz kesilir; sonra işimiz daha da zorlaşır, toparlayın kendinizi lütfen!”

Mehmet Nisanoğlu, tecrübesini, insan olmanın erdemi ile pekiştirmiş doktor olmadan, insan olmuş. Benim de hayata bakışım böyledir; önce insan olmak lazım. Sonra ne olursan ol, doktor ol, ebe ol, müdür ol, öğretmen ol; ama önce insan ol!


“Rahat olun, ben tedavi sürecini yakından takip edeceğim, hastanedeki doktoru ile görüşür, lazım gelen her şeyi yaparım, yeter ki biraz rahat olun, tez çabuk atlatacaktır, Demir!”


Paşam hastaneye yattı, elinin üstünden damar yolu açtı hemşire ablaları, işinin ehli olan insanlar güven verir. Hemşire abla bir seferde buldu damar yolunu. Doktorun uygun gördüğü tedaviyi hemen uygulamaya başladılar. Sen hasta olma Paşam, sen hasta olma Demir'im!


Bu sırada dışarıda deli deli esen bir rüzgâr Çiğli’de çatıları uçuracak gibi esiyor. Bu rüzgâr kim bilir Bornova’yı ne hale getiriyordur? Bu havada, bu rüzgârda sigara tiryakileri de dışarı çıkıp yaramaz çocuklar gibi bir iki nefes çekip hemen içeri kaçıyor.


Birkaç saat sonra ilk bulguları paylaşan Doktor Burcu:


“Tahmin ettiğimiz gibi bugünlerde sık gördüğümüz bu enfeksiyon, çok yaygın, özellikle çocukların broşlarına saldırıp akciğer enfeksiyonuna sebep oluyor. Bereket çabuk müdahale ettik, Kısa zamanda üstesinden geleceğimize inanıyorum. Özellikle kandaki oksijen düzeyinin yükselmesi, iyi bir gelişme. Mehmet Bey’in ilk ölçtüğünde 85 olan oran 98 e çıktı; bu çok güzel bir şey! Her şey istediğimiz gibi giderse beş gün sonra taburcu olabiliriz. En az beş gün misafirimizsiniz, belki bir hafta da olabilir; kendinizi buna göre ayarlayın!”


Demir Paşa tedaviye çabuk cevap vermiş, kısa zamanda değerleri olumlu yönde değişmişti.

Beş gün değil, bir hafta yatmıştı paşamız, hemen her saat ne var yok, ne durumda diye bilgi alış verişinde bulunuyorduk. Her telefonda kah seviniyor, kah içimiz kararıyordu. İki aylık bebek hastanede yatıyordu. İnşallah tez çabuk iyileşecektir. Aziz Atatürk’ün

“Beni Türk hekimlerine emanet edin,” sözüne sonuna kadar inanırım. Hiçbir hekim hastasından maddi menfaat temin etmeye çalışmaz. Az sayıdaki şarlatana bakarak akıl ve bilim karşıtlarının yanında yer almamak lazım. Çünkü onlar her zaman aklın, bilimin düşmanıdırlar. Çünkü onlar yaklaşık üç yüz yıl matbaanın bu ülkeye geç gelmesine sebep olmuşlar. Bizim yol göstericimiz her daim akıl ve bilim olmalıdır…


Yedi günün sonunda Demir Paşa tam tekmil sağlığına kavuşmuş annesinin kucağında gülücükler dağıtıyor.

Etiketler:

52 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page