top of page
1/1074

KAYBETMEK

1

Kalın duvarlarla örülü binanın içindeki kadar kuvvetli olmasa bile dışarıda da sert bir rüzgar hakimdi. Bay Z. bu sert kışta iş bulamamanın yüküyle kapıdan ilk adımını attı. Geçtiğimiz üç ay boyunca ne kadar uğraştıysa da hiçbir yerden geri dönüş alamamıştı. Z. harfi bile alfabede son sıradaydı zaten, kim ona niye ihtiyaç duyacaktı ki! O ihtiyaç duyulacak son kişiydi.

Böyle söylediğime bakıp da onu okumamış, cahil bir insan sanmayın sakın. Hatırı sayılır mühendislik bölümlerinden birini bitirmek için yıllarca çalışıp çabalamıştı. Önce istediklerini yapabilmek adına istemediği bir bölümü okumak zorunda olduğunu kavradı, sonra istemediği bir bölüm için günlerce istemediği derslere çalıştı ve en önemlisi de bu uğurda hayalinden vazgeçmek zorunda kaldı: Yazarlık. Evet, her ne kadar okuduğu bölümle bir alâkası olmasa da yazarlık onun için büyük bir tutkuydu. Çiftçilerin biçtiği ilk ekinler kadar değerli, ilk aşklar kadar vazgeçilmezdi. Ama yazar olamazdı. Nasıl olsun? Yazarlık karın doyurmazdı ki! Ne yazık ki toplumlar, yıllarca okumayarak edindikleri yüzeyselliklerini okumamaya devam ederek sürdürmeyi yeğliyorlardı. İşte Bay Z. bu düşüncelerin içindeki bir hayatın ortasında sıkışmış, nefes alıp vererek geçiriyordu günlerini.

Rüzgârın yüzünü ilk yalayışıyla soğuğun tüm tenine ulaştığını hissetti. İnce bir paltoyla gezmek ne acıydı. Hem soğuk yüzünden acı çekiyor hem de ruhsal olarak boşuna yaşamış gibi hissediyordu. Okuldan mezun oldu olalı zaten doğru düzgün bir iş bile bulamamıştı şimdi bir de bu psikolojik sıkıntılara ayıracak vakti yoktu. Geçenlerde, denk geldiği bir fabrikaya belki bu defa olur umuduyla gitmişti. Ancak geri dönüş yapılmadığından -anlaşılacağı üzere- yine kabul edilmemişti. Bu olaydan yaklaşık birkaç gün sonra orada görüşmeye gelenlerden tanıştığı ve bakılınca bile meslek tecrübesi olmadığı anlaşılan birinin işe kabul edildiğini ve bu kişinin fabrikadaki üst seviye bir çalışanın tanıdığı olduğunu öğrenmişti. Yüzüne sinir bozucu bir gülümseme yayıldı ve aynen şöyle söyledi: "Zaten hep böyle olur." Onun, tanıştığı kişiden ne eksiği vardı? Üstelik ona kıyasla daha iyi bir üniversiteden mezun olmuştu. Şimdi düşününce... adamın yüzündeki alaycı ifadeyi anlayabilmişti. Zaten sonucu belli olan bir savaşı kazanmak için boşuna ümit beslemişti. Hayatı boyunca bir baltaya sap olamamış Z. bu kez haklıydı. Dünyanın adaleti paranın ve statünün olduğu yerde biter. Bay Z. bunları iyice idrak etmiş, sindirmiş ve derince kazarak kafasına not düşmüştü.

Yoğun düşünceler içindeki Z. nereye yürüdüğünü bile bilmiyordu, hangi sokakta olduğunu ya da buraya nasıl geldiğini. Sadece yürümek istiyordu, yürümek ve uzaklaşmak. Tüm dünyadan, insanlardan, hayallerin getirdiği beklentilerden, yüklerden, sorunlardan... Bay Z.'nin pek arkadaşı yoktu, zaten sakin ve son derece durağan biriydi. Hayatın durgun yaşanınca insana mutluluk bahşedeceğine inananlardandı. Neden böyle olduğuna inandığını kendi de bilmiyordu, sadece... babası eskiden öyle söylerdi. Babası para kazanınca mutlu olacağını da söylerdi ancak onu henüz deneyimleyememişti.

Tartışmaların üzerine hışımla çıktığı evine geri dönme vaktinin geldiğini anladığında saat çoktan biri geçmişti. Yaklaşık üç saattir dışarıda yürümüş, bulduğu birkaç banka oturmuş ve düşünmek üzere kalkıp tekrar yürümüştü. Nerede olduğunu anlayamadığı için tam birine soracaktı ki nihayet gözüne hiç de yabancı gelmeyen bir park gördü. Evden bayağı uzaklaşmıştı, hoş zaten dönmek de istemiyordu dönmek için harcayacağı vakit bahane olurdu işte ona. Ancak zaman aktıkça bir şeyler olmak zorundaydı, gelirken yaptığı gibi her sokağı bir bir aşarak geri döndü.

Eve girdiğinde Z.'yi sıcak olduğu kadar boğucu bir hava karşıladı. Bir gün onu çok fena hasta edeceğine emin olduğu ince paltosunu astı ve odasına girip kapıyı kapattı. Bu odayı bile sevmiyordu artık. Günlerce kapanıp yazılarını yazdığı, kendini tanıdığı, büyüdüğü bu odayı. Başını yastığa koymasıyla birlikte geçmiş tüm zihnini esir aldı. Özlemişti... Annesinin okuduğu masallarla uyuduğu günleri, sabah yataktan hoplaya zıplaya kalkmayı, koşa koşa babasına sarılmayı özlemişti. Her şeye yabancılaşmadan önceki zamanları... Söz konusu yabancılaşmanın en zoru da insanın kendine yabancılaşmasıydı. Kendini tanıyamamak hiç bilmediğin bir labirentten çıkmak kadar sıkıntılı bir durumdu. Çıkışa ulaşabilmek için birçok yol denersiniz ancak neredeyse hepsi sizin karşınıza koskoca bir duvar çıkarır. Mesafelerin ördüğü bir duvar.

Neden bir anda böyle oluverdi, neden bir anda her şeyle ve herkesle arasına mesafe girdi? Gerçi birdenbire olan bir şey de sayılmazdı, yıllar bu büyük duvarı inşa etmişti. “Yaşadıkça kalbimin soğumasının, duygusuzlaşmamın nedeni ne? Bundan mutlu değilsem neden istemsizce yapmaya devam ediyorum, durduramadığım ve her gün içime daha da işleyen bu lanet ne?” diye düşündü. Bu büyümek falan değildi çünkü o davranışların hiçbiri zaten çocukça değildi. Sarılmak mı, sevdiğini söylemek mi, sevmek sevilmek mi çocuksu? Öyleyse bile çocuk olarak kalmalıydı o hâlde. Onu mutlu eden ne ise öyle olmalıydı. Ancak ne yazık ki Bay Z. de bunu başaramayanlardan oluşan o geniş toplumsal kümeye dahildi. Bu yazdıklarına da hep yansırdı. Kendini anlatmaya çalışan bir kalple, belirli sınırlara sokamadığı için anlayamayan beynin arasında sıkışmış cümlelerdi onunkisi. Gerçi artık duygularını yitirmesinden olsa gerek pek fazla yazamıyordu. Hayatını sadece üniversiteyi bitirip iş bulmak için harcamış gibi tükenmiş bir haldeydi. Bunca yüke rağmen yalnızca bir iki iç çekişten sonra derin bir uykuya daldı.

Saat yediyi vurduğunda sabah güneşi olanca sıcaklığıyla pencereyi esir almıştı. Birkaç gündür eline almadığı telefonunu aramaya başladı. Yatağının sağındaki iki çekmeceli komodine baktıktan sonra masaya yığılmış kitapların altında buldu. Üç gün önce arkadaşı tarafından gönderilmiş bir mesaj vardı sadece: “Nasılsın?”

Y. , Bay Z.’nin en yakın arkadaşıydı. Lisede tanışmışlardı ve o yıllardan beri de hep beraberlerdi. Öyle ki üniversiteyi farklı yerlerde okumak aralarını açmamış aksine birbirleriyle hep iletişimde kalmışlardı. Aslına bakarsanız ikisi çok zıttı. Bay Z. ne kadar durgunsa Y. o kadar enerjik ve hareketliydi. Y.nin sevdikleri bazen Z. için işkence gibi gelirdi. Biri tamamen edebiyattan ibaretken öteki yalnızca edebiyata değil birçok şeye âşıktı, yaşamaya bayılırdı. Ancak ilginçtir ki çok iyi anlaşıyorlardı ve hayat aralarına bazen mesafe soksa bile hep en yakın arkadaş olarak kalmaya devam etmişlerdi. Ve şimdi hayatın aralarına mesafe soktuğu zamanlardan birindeydiler yine. Bay Z. son zamanlarda görüşmeyi reddetmişti çünkü kendini dünyanın en dertli insanı olarak görüp bir de bununla uğraşacak enerjiyi kendinde bulamayacağına inanıyordu. Hayallerinden vazgeçip bin bir zorlukla kazanıp yıllarca ağlaya ağlaya okuduğu üniversiteye boşuna zaman harcadığını kavramak ona çok ağır gelmişti. Yavaş yavaş sığlaşan ve tek bildiği para kazanıp tüketmekten ibaret olan bir toplumun içinde büyümüş Z. nin daha büyük ne derdi olabilirdi ki? Bu yüzden Y.nin tüm isteklerine karşın bir yerde işe girmeden eğlenmemeyi kendine ceza olarak vermiş, buluşmayı ya da birileriyle evden çıkmayı hep reddetmişti. Çıkacaksa bile iş aramaya çıkıyor veya birkaç saatliğine yürüyüp geri dönüyordu. Y. ne kadar isterse istesin arkadaşına bu konuda bir fayda sağlayamamıştı. Çok kez kapısına gelip bekledi ancak Z. kendine kestiği ceza konusunda bayağı kararlıydı. Öyle ki yazmayı bile yasaklamıştı artık. Zaten dört beş yıldır doğru düzgün yazmıyordu ancak artık hiç yazmamaya başlamıştı. Böyle katılaşmış bir kalpten sözcüklerin kâğıda akması nasıl beklenirdi ki zaten?

Bay Z. mesajı gördükten yaklaşık beş dakika sonra onu bir daha rahatsız ederse daha büyük bir tartışmaya sebebiyet vereceğini söylemek için Y. yi aramaya karar verdi. İsteksizce telefonun açılmasını beklerken arkadaşına ait olmayan bir erkek sesi duydu. Önce kim olduğunu anlamayıp kimi aradığını kontrol etti. Ardından telefonun diğer ucundan adını söyleyen o garip ses yine duyuldu. Bunun üzerine Bay Z. bu sesin ait olduğu kişinin arkadaşının kardeşi olduğunu anladı ve konuşmaya başladılar. Z. nin ilk işi Y. yi telefona istemek oldu. Ancak tahmin etmediği bir cevapla karşılaştı.

“Haberin yok mu?”

Z. cevap vermeyince duygusallık akan bir sesle devam etti.

“O… öldü.”

Z. birkaç dakika boyunca ne olduğunu idrak edemedi ve sustu. Ardından küçük kardeşin ağlayış sesleriyle beraber telefonu kapattı. Elinin iliştiği bir sandalyeyi altına çekip başı ellerinin arasında düşünmeye başladı. Neyden bahsetmişti bu? Ne olmuştu? Ölmek de neydi? Ölmek ne demek? Kalbi bir anda ağırlaşmaya başladı, nefes alması giderek zorlaştı ve içinde bulunduğu bu durumu zihninde durmadan tekrarlayan bir düşman belirdi. “Ölmüş…” Z. daha önce hiçbir yakınını kaybetmemişti ki, nereden bilecekti ölümü? Bu konuda bir çocuk kadar bilgisiz ve savunmazsızdı. Hayat, silahını Bay Z.ye doğrultup tam kalbinden hiç tatmadığı bir acıyla vurmuştu onu. Ölüm… Yıllardır ağırlaşıp duran kalbi en sonunda patlamıştı, şimdi parçalarının ciğerlerine batışını hissedebiliyordu. Her parçası ruhunu kanatıyordu. Onu rahatsız etmemesi için aradığı Y. artık hiçbir zaman bunu yapamayacaktı şimdi mutlu muydu Z.? Şimdi her şey hallolmuş muydu? Konuşabildiği tek insanı da kaybetmişti. Ancak bunca acıya rağmen neden ağlayamıyordu? Uzun zamandır ağlamamıştı evet ama şu anda bile mi ağlamayacaktı? Gözlerini kapatıp sakince doğruldu, derin bir nefes aldı ve oturduğu sandalyeden kalktı...

UYANIŞ

2

Y.nin aniden geçirdiği bir kalp kriziyle ölümünün üzerinden üç ay geçmişti. Bay Z. bu süre boyunca derin bir pişmanlık hissiyatıyla pişti. Ve daha önemlisi… Özlemişti. En yakın arkadaşını özlemişti. Konuşmayı defalarca reddettiği ve aylarca oturup bir kere bile dinlemediği en yakın arkadaşını…

Beraber geçirdikleri lise günlerini düşündü. Edebiyat dersi için defalarca kez yazı yazıp onu kurtardığı günleri, onun kendisine hiçbir zaman manevi desteğini esirgemeyişini, aralarındaki anlayışı, paylaştıkları simit ayranı özledi. İkisi paralarını biriktirip bir sürü kitap alırlardı. Ve yine harçlıklarını biriktirip Suç ve Ceza’yı alabildikleri gün iki arkadaş birbirine söz vermişti: “Kitap almayı dert etmeyecek kadar paramız olduğu gün büyük bir kütüphane açalım. Çocukların gelip özgürce okuyabildikleri, büyüyebildikleri bir kütüphane.” Ne oldu şimdi o hayallere? Kütüphane açmak için sabırsızlanılan günlerden saygı ve para için köle olunmuş hayatlara…

Aniden bastıran yağmur tüm sokakları etkisi altına almışken Bay Z. düşündü, düşündü ve tekrar düşündü. Hayat kısacık bir serüvenden ibaretti. Bu kısa yolculuk hemen bitiveriyordu işte. Tanrı’nın elinde bir silgi, zamanı gelince her şey teker teker siliniyordu. Peki… aslında ölü olan hayatı dolu dolu yaşamış Y. miydi yoksa istediklerini yapmaya cesareti olmayan sıradan bir ormandaki sıradan bir ağaç olan Bay Z. miydi? Y. hiçbir zaman onun kadar zengin olmak ya da rahat etmek ümidiyle bekleyip bugününü de heba etmemişti. Biliyordu, bugün iyi olmayan şeyler yarın hiç iyi olmazdı. Farkındaydı, hayatın kısa olduğunun. Sanki yirmilerinde öleceğini biliyormuş gibi yaşamıştı. Gezmişti, arkadaş edinmişti, âşık olmuştu, eğlenmişti, gülmüştü, ağlamıştı. Yani o aslında yetmişlerinde yitip giden ortalama bir insandan daha çok yaşamıştı. Çünkü hayatının önüne engeller koymadı, duygularından çekinmedi, hayallerinden vazgeçmedi, savaşmaktan hiçbir zaman yılmadı. Belki o yazarlık yaparken -Evet Bay Z.’nin aksine o yazarlıktan vazgeçmemişti- çok para kazanmadı ancak hayatın yaşayıp ölmekten farklı bir boyutu olduğunu kavrayabilmişti, birçoğunun aksine.

Bay Z. arkadaşını düşündükçe içindeki hissiyatlar daha ağır gelmeye başladı ve sonunda bu ağır yükten kurtuldu, yağmura gözleriyle eşlik ederek. Evet, ağlayabilmişti sonunda… Sonunda arkadaşının ölümünden üç ay sonra onun için ağlamayı başarmıştı. Hem Y. için hem de kendisi için ağladı. Sabaha kadar orada öylece oturdu ve yıllardır bastırdığı gözyaşlarını o gece döktü. Daha sonra istemsizce gidip kalem ve biraz kâğıt getirdi. Yazmaya başladı, ilk defa bu kadar içinden gelerek yazıyordu, ne hissettiyse yazdı, bitmek bilmeyen bir hevesle doyumsuzca yazdı. Sanki tüm gece yağan yağmur yazılacak yeni kelimeler indirmişti yeryüzüne.

Hayatın kısalığını kavrayan Z. okuduğu o iyi mühendislik bölümünde bir işe girmek için aylarca bekleyip sonunda hayali olmayan bir meslekte tükenip gideceğine yazmaya ve bu yazdıklarını yayımlamaya başladı. İnanılır gibi değildi ama yeniden bir yazar gibi yazıyordu tıpkı yıllar önceki gibi. Hayat çok kısaydı ve artık bekleyecek vakit yoktu.



30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/2

mavi

ADA

2002

Hayat ve Sanat

Emek veren herkesin ADAsı

  • LinkedIn - Beyaz Çember
bottom of page