FİRUZAN HANIM
top of page

FİRUZAN HANIM







NİYAZİ UYAR

  • (Hayat hakikatinin birebir hikayesi)

 

Her hayatım roman diyenin hayatı öyle roman değildir, lafın gelişi söylenir. Fakat Firuzan’ın hayatı romanın kendisidir.


Firuzan, dört kişilik ailenin sondan bir önceki çocuğudur. Tokat Zile’de doğan Firuzan, ilk ve ortaokulu Zile’de, liseyi Balıkesir’in her sabah Ege ile, Kazdağılarıyla selamlaşan Edremit’te bitirmiştir. Tokat Zile’ye göre aydın fikirli Hasan Efendi evlatları arasında kız erkek ayrımı yapmayan ender Anadolu insanından biridir. “Kız kısmı okur mu,” diyenlerin söylediklerine itibar etmeden kızlarını okutmak için çabalamış, fakat büyük kız Fatma,

“Abim okudu, Firuzan okumak istiyor, belki ufaklık da okumak isteyecek o zaman size kim bakacak baba,” diyerek Hasan Efendi’nin düşüncesini bir cümle ile çürütmüştür.

Anadolu’da denir ya hani fedakâr babalar için,


“O sırtındaki gömleği bile satar evladının okuması için!”

Evin büyüğü Kaya tekstil mühendisidir, Tekirdağ Çorlu’da bir tekstil fabrikasında mühendis olarak çalışmaya başlamış, kısa zamanda işinde çok başarılı olmuş, Fatma da Hasan Efendi’nin onay verdiği kara yağız, tıknaz bir delikanlı ile altı ay içinde nişan düğün derken baba evinden uçup gitmiştir.


Hasan Efendi’nin eşi, ağır işçi ev hanımıdır, alınacağa satılacağa karışmaz, Firuzan ise herşeyin, her bir konunun her daim içindedir. Babası ile düşünceleri ters düşünce babasına dönüp melül mahzun,

“Baba ya, ama baba ya!”


“Ama baba ya,” İşte o anda akan sular durur, Hasan Efendi de içinden gelmese de bu “ama baba ya,” yakarışına dayanamaz ya Firuzan’ın gönlünü alır ya da dediğini yapar!


Firuzan’ın, kendine güveni doruklardadır, o, tatlı dili ile “yılanı deliğinden çıkaracak,” biridir. Her daim renklerin asili olan siyahtır tercihi: Üstünde her daim siyah kumaş bir pantolon, siyah bir bluz vardır. Saçları tepeden balık sırtı örgülüdür. Göz çukurunun içinde fır dönen iki kara göz bir şeyi kaçırırım diye adeta taramaktadır çevreyi. Basenli kadınları sevmediğinden korseyi hiç çıkarmaz üstünden. Kadınlarının yürürken basenlerinin titremesinden nefret eder, buna sebep nerede olursa olsun, kim olursa olsun, kadın erkek ayrım yapmadan, “şuna bak, her yanı bıngıl bıngıl et,” diye lappadak söyleyiverir ona göre bu çirkinliği. Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Türkmenlerden olacak ki, gözleri ailenin mezhep asimilasyonu gibi asimile olmuştur.


Firuzan Edremit Lisesi’nin edebiyat bölümünü üçüncülükle bitirmiş, Üniversite sınavında hatırı sayılır bir puan alınca:

“Ben Ankara istiyorum, Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ni istiyorum, ne olursa olsun oraya gideceğim, ama demeye kalkanlara, “Tamam, ben kararımı verdim,” deyip kestirip atarak, Atatürk’ün gayretleri ile kurulan Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü tercih etmiştir...


Ankara’da sinemalar, tiyatrolar, arkadaş buluşmaları… Her şeyi hakkı ile yerine getiren Firuzan, sene kaybetmeden üstelik öğretmenlik formasyon derslerini alarak mezun olur fakülteden. O kadar hareketli bir hayat içinde arkadaşları gibi, kendine uygun bir arkadaş, sevgili edinememiştir, ablası Fatma gibi.



İlk görev yeri Van Gölü’nün kıyısında doğunun Paris’i Van’ın en muhteşem ilçesi Erciş’tir. Erciş’te kimi kimsesi yokken bir memleket evladının bir Cumhuriyet kadının, bir Cumhuriyet öğretmenin öyle bir başına olması dokuz yüz seksenli yıllar için kolay değildir.


Erciş, Van Gölü’nün kıyısında vilayet olmayı hak etmiş bir şehirdir. Hak etmiştir hak etmesine de kalabalık nüfusuna sebep bekler durur vilayet olmayı. Mayıs ayında at arabalarına, karlı, buzlu günlerin üç tekerli nakliye araçlarına yüklenen dünyada benzeri olmayan inci kefallerinin tane hesabı satışı, kuş cinsinden kargası, ağaç cinsinden kavağı, tatlı, sulu domatesi, halkının “kartol,” dediği patatesi, çekirdekli kara üzümü ve Emrah ile Selvi’nin aşk kaçamaklarına şahitlik eden yeşilin başkenti…


Firuzan, Erciş Atatürk Temel Eğitim Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak atanmıştır. “Akın abi,” dediği okul müdürünün kol kanat germesiyle hiçbir sıkıntı çekmeden çalışmıştır. Erciş’in kışı çetin olur, evlerin çatılarından sarkan buz sarkıtlarının boyu bir metreden uzun olur. Sokaklardaki buz tabakaları elli altmış santime kadar ulaşır yılına göre. Buzla kaplı yollarında yürümek kolay değildir, reflekslerin sağlam olması lazımdır. Recailer, Ahmetler, buz üstünde yürümeye alışkın olmadığından eve varıncaya kadar birkaç sefer öperler buzu. Belediye nisan ayında ara sokaklardaki buz tabakalarını kırıp şehrin dışına taşımak için günlerce uğraşır.   


Mart ayı ilkbahar mevsiminin ilk ayı olmasına karşın, buzlu yollar, buz sarkıtları sertliğini devam ettirdiği aydır daha. Kavak ağaçlarına konup uçan kargaların sesleri ortalığı alırken, Firuzan’da Camikebir Mahallesi’ndeki Ronaların evinden çıkmış, okula doğru yürür.  Vanyolu Caddesi üstündeki Atatürk Temel Eğitim Okulu’na gidecektir. Okul bahçesi, Akın Bey’in belediye ile olan iyi iletişimi sayesinde tertemiz, karından buzundan arındırılmıştır.

Okulun karşısındaki yoldan okula doğru yürüyen Firuzan Hanım ne olduğunu anlayamadan sırt üstü düşer. Sosyal Bilgiler Öğretmeni Yurttay Bey, bahçe nöbetçisidir, Firuzan Hanım’ın düştüğünü görmüştür. Koşarak gider Firuzan Hanım’ı yerden kaldırır, Türk Filmlerden kopya çekercesine... Firuzan Hanım’ın acısı, ızdırabı çoktur, utanmasa garipliğin verdiği ruh haliyle hüngür hüngür ağlayacaktır. Yurttay Bey, Firuzan Hanım’ı teselli etmek için, “dayanın, az sonra doktorun yanında olacağız, hastane çok yakın, sıkın dişinizi, dayanın!” diyerek acısını hafifletmeye çalışır. Okula uzaklığı yüz, yüz elli metre mesafede olan Erciş Devlet Hastanesi’ne götürecektir. Firuzan Hanım’ın, kendi başına yürümesi imkânsızdır, Yurttay Bey koltuğuna girmiş, yavaş yavaş götürmeye çalışırken, Firuzan Hanım’ın ızdırabı dayanılacak gibi değildir. Acıdan inim inim inlerken dayanamaz acısına, kucağına aldığı gibi hızlı adımlarla doğru hastaneye.


Devlet Hastanesinin Başhekimi, öğretmen çocuğu, İzmirli Önder Yiğitbaşı’dır. Onun öğretmenlere karşı derin bir sevgisi, saygısı vardır. Firuzan Hanım’ın röntgen filminin çekilmesi için bizzat yanlarında olmuştur: Firuzan Hanım’ın sağ ayak bileğinde bir çatlak meydana gelmiştir. Hemen ağrı kesici bir iğne yapılır, sonra da ayağı alçıya alınır. Yirmi gün yatak istirahati verilmiştir. Verilmiştir verilmesine de o, daha beş gün dolmadan alçılı ayakla görevinin başındadır…


O günden sonra, Yurttay ile Firuzan arasında yakınlaşma olmuş, bu yakınlaşma başka bir sıcaklığı doğururken, bu sıcaklık, hayat yolculuğunun işaret fişeği olmuştur. Akın Bey’in desteği ile de bu yakınlaşma, izdivaca kadar gider.

 

Her şey öyle dışarıdan görüldüğü gibi değildir, insanlar da dışarıdan göründüğü gibi değildir. Yurttay dışarıdan bakıldığında oldukça naif, oldukça centilmen biri olarak görünürken evde, aynı yastığa baş koyunca başka, bambaşka biri olup çıkmıştır. Buna bir de kültür farklılığı eklenince eğitimcilerin bile eğitimsizleştiğine tanık olursunuz. İkisi de dışarıya karşı rol yapmaya devam edip giderken, “kan kusup kızılcık şerbeti içmek,” deyiminin hakikat olmasının tiyatrosunu icra ederler. Firuzan’ın naif davranışlarının yanında Yurttay’ın kaba saba davranışları zıt anlamlı sözcük çalışmalarına örnektir: Kavga dövüş, hemen her gün domuz başı kaynayan evde, insan nesli sürsün diye iki kız evlat sahibi olurlar. Olurlar olmalarına da iki ayrı dünyanın insanın, aynı mekânı paylaşması üstelik de aynı yastığa baş koymaları, “yıkılacak yar’a” dayan dur, dayan dur, veciz sözü gibidir. Füruzan’ın ailesi, mektep medrese görmüş, bıçak sağda, çatal solda ritüeline uygun yiyip içerken, Yurttay, Allah ne verdiyse çatal bıçak ne ki, bas kaşığı, bas kaşığı, sofranın da kuralı mı olur hodbinliğiyle beş dakikada bitirir kalkar sofradan.

İki ayrı dünyanın iki ayrı insanın aynı evi, aynı odayı, hatta aynı yatağı paylaşması her ikisi içinde müebbet hapis cezası demektir.


Firuzan Hanım’ın, siyah kıvırcık gür saçlarına, otuza varmadan aklar düşmüştür. Giyim kuşamı gibi içi kapkaradır. Siyah kumaş pantolonun üstünde her daim siyah ipek bir bluz veya tiril tiril siyah ipek şifon bir bluz veya güneşte ıldır ıldır yanan siyah ipek saten bir bluz. O, teneffüs saatlerinde iki eli kanda da olsa muhakkak sigarasını içer, içtiği her sigaranın dumanının zerresini zebil ziyan etmeden bir güzel büyük küçük dolaşımları yaptırır, sonra aheste aheste göğe doğru üfler. Yaşadığı bunca sıkıntıyı kendi içinde, kendi kendine halletmeye çalışırken bir Allah’ın kuluna yaşadıklarını anlatmamıştır. İnsan bir sırını birine dediğinde artık o, sır olmaktan çıkar ya, işte buna sebep, yalnız yapayalnız kendiyle konuşarak çözümler düşünmüştür hep!


İki evladı için gece, gündüz dememiş durmadan çalışmış, kısa hızlı adımlarıyla hep bir yerlere yetişebilmenin telaşı içinde koşturmuştur. Okul saatinden sonra, yeni bir çalışma günü başlamaktadır. Gece on birden önce eve geldiği vaki değildir. Sokakların itinden köpeğinden korkarak vaz geçmemiştir çalışmaktan. İki çocuğun okul taksitlerini ödemek zorundadır. Anne baba ayrılığında anneyi tercih eden Esme ile Esmeray’a babalarının kör kuruş katkısı yoktur. Geceler gündüzdür Firuzan’a, korkuyu aklının ucuna bile getirtmez mecburiyet. Mecburiyet insanı cesur eder ya, o da korkusuzdur, cesurdur. Çantasında taşıdığı Polis Murtaza’nın “al abla işine yarar,” diye verdiği cop arkasında koca bir dağdır. Bir seferinde Manavkuyu’da önünü kesip para isteyen iki serseriye yapıştırdığı cop darbeleriyle feleklerini şaşırtmıştır.


Her şeyin bir sonu, bir nihayeti vardır derler ya, onun da sabrının sonu gelmiştir. Her gün domuz başı kaynayan evde kan kusup kızılcık şerbeti içmek… sabır taşı olsa çatlar. O Anadolu kadının, Ayşelerin, Selmaların, Haticelerin … sesi olacaktır. Esaretten kurtuluşun sembolü olacaktır. Kararını vermiştir, zincirden kurtulmak için avukat öğrencisi Cansu’yu vekil tayin ederek boşanma davasını açar…


Erciş’ten ayrılalı yıllar olan Yurttay ile Firuzan İzmir’e iyice alışmış, tabiri caizse âşık olmuşlar. İkisi de kendine uygun bir dünya kurarken birbirlerinden uzaklaştıkça uzaklaşırlar. Gün, günü, hafta, haftayı, ay, ayı kovalayıp giderken Firuzan sanatı sevenlerin olduğu yeni bir yaşam kurmuştur. Bu kadar yoğun bir hayatın ancak planlanarak üstesinden gelinir. Hem özel kurslar hem sinema hem tiyatro hem de sevdikleriyle çay kahve sohbetleri. Bu yoğun çalışma ile yaptığı birikim, bir de abisinin, ablasının desteğiyle, Ege’nin iyot kokularını iliklere kadar teneffüs edilen, Mustafa Kemal Sahil Bulvarına yürüyüş mesafesinde eski bir daire alır.


Kendi başına onca zorluğun üstesinden gelen Firuzan Hanım için yalnızlık zordur. Sevmeye, sevilmeye ihtiyacı gün gün artıp giderken, duvarlarla konuşmak, yastıklara sarılıp yatmak uzun, çok uzun geceler, yalnız, sarmaya, sarılmaya özlem yüklü gecelerde, kor ateşlerde kalır.

Firuzan, yoğunluk içinde her Perşembe tiyatroya, gitmekten geri kalmaz aynı oyunu buna sebep çok kez izlemiş olur, İşin garibi her gittiğinde de aynı yere oturur. Belli ki yanda oturan beyefendi de biletler satışa çıkar çıkmaz biletini aldığından hep yanında oturmaktır. Bir böyle, iki böyle olunca dikkatini çeker. Dikkatini çekmekle kalmaz, adamın şeklini iyi bir yazar kafasına. Yandan bakıldığında burnunun hafif sola eğri olduğunu, colormatik gözlüğün arkasındaki göz kapaklarının sarkık olduğunu iyi bir beller. İnce bıyıkları sık dişlerinin beyazlığı daha bir ortaya çıkar. Boyu ortalama Türk erkeklerinin boyunda, ekmekle karbon hidratla beslenmenin neticesi de çok olmasa da göbeklidir. Bu gizemli adam yerine otururken Firuzan’a “merhaba,” der, sonra pür dikkat oyuna konsantre olur, adeta her bir sahneyi nakşederken ara ara notlar alır.


İki hafta geçmiş, “merhaba,” dan başka bir şey konuşmamışlardır. Resmiyetten hoşlanmayan Firuzan,

“Affedersiniz, her oyunda yan yana oturuyoruz, merhabadan başka da bir şey konuşmuyoruz. Siz kadınlardan çok mu çektiniz, çok mu korkarsınız?”

“Yoooo, o nereden çıktı öyle?”

“Ne bileyim, hep önünüze bakıyorsunuz da!”

“Ben yurtdışında yaşadım, Türk kadınları tanımadıkları erkeklerle konuşmazmış ya, ona sebep!”

“Sizden bir gayret görmeyince, bari ben adım atayım dedim. İnşallah rahatsız etmiyorumdur sizi?”

“Olur mu hiç, bilakis memnun oldum, asıl siz kusura bakmayın, sizi rahatsız etmekten korktuğum için, konuşmadım. Aslında sizinle sohbet etmek için birkaç sefer yeltendim, fakat cesaret edemedim!”

“Ben Firuzan Türkdoğru. Edebiyat öğretmeniyim bir Anadolu lisesinde!”

“Memnun oldum efendim, ben de Nusret Mirciloğlu! Dedim ya efendim, sizinle konuşmayı çok istedim, fakat rahatsız etmekten korktum, bir de efendim, sizin ciddi duruşunuz, cesaretimi kırdı. İzin verirseniz bu kabalığımı affettirmek isterim bir gün!”

“Ya öyle mi, çok üzüldüm, gerçekten asıl ben özür dilerim. Ne yapayım böyle duruş benim de hoşuma gitmiyor! Sanıyorum içinde bulunduğum vaziyet beni böyle soğuk, buz damı gibi yapıyor, kusura bakmayın!”


Gün güneş görmüş iki insan, o açığı kapatırcasına sıkça görüşmeye çalışırlar. Tiyatro sonrası Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın yan yolunda Ege, ötelerde muhtemeldir şlap şlap diye ses çıkarırken, bu iki yeni yetme(!) onun şlap şlap sesini tasavvur ede ede yürür. Karataş Lisesi’nin yanındaki çorbacılardan birer çorba içip daha yakinen tanımaya çalışırlar birbirlerini.  

Nusret Mirciloğlu, uzun yıllar Hollanda’da çalışmış, aynı iş yerinde çalışan Belçikalı bir kızla evlenip ev bark sahibi olmuştur. Fakat memleket özlemi, bayrak aşkı, depreştikçe depreşmiş içinde. Eşi Adora’ya Türkiye’ye dönmek istediğini, onun da kendisi ile dönerse çok sevineceğini söylemiştir. Fakat Adora Türkiye’de yaşayamayacağını, kendisinin isterse kesin dönüş yapabileceğini söyler. Durumu çocukları Pierre’yle Murat’a da açarlar. İkisi de Hollanda’da kalmak istediklerini söyleyerek tercihlerini annelerinden yana kullanır.  

Hollanda Aile mahkemesi Adora ile Nusret’in evliliklerini tek celsede bitirir.


Firuzan Hanım, iki kızını da yuvadan uçurmuş, o da Nusret gibi yalnızdır. Büyük kızı televizyonculuğu seçerek ülkenin en büyük köyünde alır soluğu, küçük kızı Esme, akademisyen olacağım diye atıp tutarken bir gün annesine,

“Anne biz Umut’la anlaşıyoruz biliyorsun, evlenmeye karar verdik,” der.

İlkbaharın üçüncü ayında Esme’yi, sevinç göz yaşlarına boğularak telli duvaklı gelin eden Firuzan Hanım, Esmeray’ın evlenme taraklarında bezi yoktur. Hiçbir zaman da lafını ettirmediği gibi başını alıp medya dünyasının meskeni ülkenin en büyük köyü İstanbul’a gitmiştir.


Nusret ile Firuzan cumartesiyi pazara bağlayan bir gece, her zaman gittikleri çorbacıya gitmiş, çorbalarını içmiş, Çorbacı Bayram Usta’nın bol köpüklü orta kahvelerini içerken Nusret Bey, Firuzan’a, “benimle evlenir misin,” der. Firuzan’ın yalnızlık zaten iyice canına tak etmiştir. Nusret Bey’in naif kişiliği de etkilemiştir onu, aşkın yaşı başı yoktur sözünü haklı çıkarırcasına akıvermiştir gönlü. 


“Evet! Benim kalbim senin, senin kalbin benim!” derken sevinçten içi içine sığmaz, ayıp olmayacağını bilse evet sesi ile saat kulesinin çevresindeki güvercinleri ürkütecektir.   

“Aynı evi, aynı odayı, aynı yatağı paylaşmaktan tarifsiz bir mutluluk duyarım,” der Firuzan!

Söz kesilmiş, yüzükler takılmış, Firuzan’ın evinin eşyaları değiştirilmiş, ev tepeden tırnağa kara sıvaya ininceye kadar soyulup usta ellerin maharetiyle yepyeni bir ev olup çıkmıştır. Bu ara nikah günü alınmıştır, nikah her daim çorba içtikleri çorbacıda olacaktır.

Nikah günü gelip çatmış, davetliler çorbacının önüne dizilen koltuklarda yerlerini almış, Konak Belediyesi nikah memuru beklenmeye başlanmıştır.


Günlerden cumartesidir, 14.30’ u gösterirken saat, havanın ağırlığı Ege’nin durgunluğu, çığlıksız denize batıp çıkan martıların sessizliği, Esme ile Esmeray’ın annelerine olan öfkeleri...


Esme ile Esmeray’a göre Annelerinin yaptığı bir çılgınlıktır, bir azgınlıktır. İnsan bu yaşta evlenir mi? Esme, hamiledir, yedi ay sonra bebeğini kucağına alacaktır. Anneanne duygusal bir fırtınaya tutulmuş, ikinci kez nikah masasına oturmaktadır. Torun topalak bakıp edecek anneanne evlenmektedir tekrar. Esme de Esmeray da “evlenip de ne yapacaksın, başın göğe mi erecek, sen torun sevecekken, utanıp sıkılmadan evlilik yapıyorsun, diyerek sevincini kursağında koymaktadırlar.

“Ne o anne, babamda bulamadığın mutluluğu Nusret’te mi bulacaksın?”

Kızlarının saygısız, kibirli halleri Firuzan Hanım’ı çileden çıkarır.

“Ayıp ayıp, çok ayıp, sizden baba demenizi beklemiyorum, fakat ona göstereceğiniz saygı bana göstereceğiniz saygıdır, babanız yaşındaki birine böyle demeye utanmıyor musunuz? Şehir dışlarına gitmeyin, İzmir’de okuyun diye özel üniversiteye gönderdim sizi. Okul parasını denkleştirmek için gece yarılarına kadar özel ders verdim!”


Firuzan Hanım ile kızları arasındaki tartışmalar sabah akşam devam edip giderken, kızları aldığı karardan vazgeçiremez. Ne pahasına olursa olsun Nusret Mirciloğlu ile hayatını birleştirecektir.


İzmir’in havası ağırlaşmaya başlarken, nikah memurun gecikmesi gelinle damatla birlikte davetlileri de huzursuz etmeye başlamıştır. Martılar, Karşıyaka’ya, İnciraltı’na, Güzelyalı’ya, Güzelbahçe’ye, doğru gidip gelir. Az sonra nikah memurunun resmi plakalı siyah bir arabadan inerek hızlı adımlarla geldiği görülür. Memur hanım rutin konuşmasını yaparak, nikah akdine geçer.

“Sen Hasan kızı Firuzan Türkdoğru, Cemal oğlu Nusret Mirciloğlu’nu eşliğe kabul ediyor musun?”

Firuzan Hanım, nikah memuru son kelimeyi söylemeden “evet cevabını yapıştırmıştır. Acele etmektedir, sanki bu nikah yetişmeyecekmiş gibi his doğmuşçasına içine çabuk olup bitmesini istemektedir. Firuzan’ın “evet,” yanıtı Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’ndan karşı tarafa Bostanlı’ya, Çiğli’ye doğru yayılıp gider.

“Sen Cemal oğlu Nusret Mirciloğlu, Hasan kızı Firuzan Türkdoğru’yu eşliğe kabul ediyor musun?”

Nusret Bey, evet yanıtını veremeden üç el, arka arkaya patlayan silah sesinden sonra kaçışmalar, bağrışmalar, ağlaşmalar, yandım, vuruldum… sesleri ortalığı alırken, davetliler çil yavrusu gibi dağılır.

Nikah masasının yanında üç insan kan revan içinde yere düşer.

Kurşunlardan biri Nusret Bey’e biri Firuzan Hanım’a isabet edereken, diğeri de siyah düz saçlı memurun koluna denk gelmiştir. Başlarından vurulan Nusret Bey ile Firuzan Hanım daha orada can verirken nikah memuresi yaralanmıştır.


Mutluluğu, gülmeyi en çok hak eden Firuzan Hanım ile Nusret Bey tam yakaladık derken On İki Eylül öncesinde silah talimleri görmüş, siyasal eylemlerin içinde yer alan Firuzan’ın eski kocası Yurttay tarafından vurulmuştur. … Aralık 2023 / Salihli

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

GELECEĞİM

KARANFİLSİZ

1/3
bottom of page