top of page
1/2

Bir Kusur

Güncelleme tarihi: 16 Tem 2023

Uzun yıllar yurt dışında yaşamam, benim pek çok konuda kendimi sorgulamamı, tüm bildiklerimi, bana öğretilenleri tekrar gözden geçirmemi sağladı. Bu sayede pek çok bilgi ve davranışımı değiştirdim. Tanıdığım kişiler, katıldığım toplantılar ve okuduğum kitaplar dünyaya bakış açımı değiştirdi. Uzaklardan memleketim tüm çıplaklığıyla görünüyordu. Değişimlerimden birinin açıklanması arkadaşlarım arasında asla kabul görmedi. Hiç bıkmadan yıllarca anlattım, anlatıyorum. Çocukluğumda ateşli bir Fenerbahçe taraftarıydım. Önemli maçlara arkadaşlarımla Ankara'dan gider, maçtan sonra çiçek pasajına uğrar kafaları çekip eğlenirdik. Yıllar sonra uzaklardan izlerken, çapsız yöneticilerin, anlamsız çekişmelerin ve kabul edilemez güç gösterilerinin sonucunda taraftarı olduğum takımıma ilgim azaldı. Pek çok şeyin adil olmadığını anladım. O zamanlar Yalçın Doğan’ın "Fenerbahçe Cumhuriyeti" adlı kitabında okuduklarım beni çok etkiledi. Bir transfer sezonunun son gününde Diyarbakır Spor'dan bir oyuncunun alınması söz konusuydu, fakat lisansının İstanbul'a getirilmesi imkansız görünüyordu. Böyle bir durumda kulüp başkanı hava kuvvetleri komutanı olan Fenerbahçeli Muhsin Batur'u arayarak bu isteği iletiyordu.. Komutan askeri üstten bir F16 kaldırarak o lisansı aynı gün İstanbul'a getirtiyordu. Bunu okuduğumda inanamadım ve çok sinirlendim. Asla böyle acımasız bir güç ve böyle bir devlet desteği bir takım için kullanılamaz dedim ve taraftarlığımı sonlandırdım. O yıl F.B nin şampiyon olması bile bendeki duyguyu değiştirmedi. Bu tutumum on yıl kadar sürdü.

O yıllar içerisinde sadece Milli takımımızın başarılarının keyfini çıkarıyor ve tarafsız bir gözle tüm takımların çekişmelerini izliyordum. Fanatizmi reddeden bilinçli bir sporsever olarak, fanatik arkadaşlarımı ( fanatik olmayan FB'li arkadaşa pek rastlamadım diyebilirim) kızdırmak, takılmak bana apayrı bir haz veriyordu. Tarafsız bir gözle ve sevgi ile izlediğim maçlardan daha fazla zevk alıyor, heyecan duyuyor ve gereksiz streslere girmediğime seviniyordum. Dostlarım bana saldırıyor ve takım değiştirmemin çok ayıp ve acayip olduğunu her gördüklerinde haykırıyordu. Çoğumuz için takım tutmak, kan bağıyla bağlı olmak, sanki bir ırk meselesi, bir din duygusu, bir vatandaşlık gibi algılanıyordu. Bunları yaratan kanımca fanatizme yatkınlığımızdan kaynaklanıyordu. Fanatizm konusunu daha önce “Fanatik toplumda Demokrat olmak “ adlı yazımda işlemiştim. Konumuza dönersek Dostlarıma ( eski takımımın taraftarlarına), Takım tutmanın "keyif meselesi" olduğunu, seyrederken keyif aldığım bir takımı desteklememin benim bir tercih meselem olduğunu, bunun bir yurttaşlık meselesi, dini inanç meselesi gibi algılanmaması gerektiğini söylesem de pek inandırıcı olamadım. Bu süreç 10 yıl sürdü. 2000'lere doğru Galatasaray'ın oyunundan etkilenmeye başlamıştım. Fakat memleketin o zamanki durumunu TV'lerden ve haberlerden üzüntü ile izleniyordu. Dostlar arasında yapılan sohbetlerde ve aile toplantılarında memleketimizin kaygı verici olaylar karşısında yapabileceklerimizi konuşurken, bizleri izleyen çocuklarımızın, yurdumuza olan azalan ilgilerini nasıl çoğaltırız, onları tekrar nasıl kazanırız’ ın telaşı içindeydim. İki oğlum memleketimiz hakkında çok endişeli bir hal içerisindeydi. İşte böyle bir ortamda bir baba olarak Galatasaray'dan ulusal ve duygusal olarak çok yararlandım. O zamanlar New York'ta bakkallara iki gün sona gelen Galatasaray‘ın maç kasetlerinin videolarını kiralayarak evde ailece izlemeye başladık. "Bak oğlum bizim takım ünlü Milan'ı da yendi, gördün mü Türk takımının başarısını," diyerek hem kendim haz aldım hem de oğullarımın duygularını etkilemeye çalıştım. Onlara G.S ın formalarını alarak sevindirdim ve heyecanlandırdım. Seyrettiğimiz maçlar büyük bir coşkuyla birbirini izledi ve sonunda da ünlü Arsenal takımını yenerek tarihimizde ilk kez bir Türk takımı UEFA kupasını kazandı.

Hiç yenilmeden kazanılan bu olağanüstü başarı yurdumuzda büyük bir şölen havasında kutlansa da, yurt dışında yaşayan bizlere verdiği onur ve gurur bundan çok daha önemli ve değerlidir. Bu başarı yurt dışında yaşayan bizlerde çok derin izler bıraktı. Özellikle Avrupa'da yaşayan yurttaşların yaşam koşullarının ve siyasi ezikliklerinin sonucunda oluşan “ başı öne eğik” olgusu, kazanılan maçlar ve alınan UEFA kupası sonunda başlarını dik tutabilmelerini “ işte biz “ diyebilmelerini sağlayan önemli bir duygu yarattı yıllarda ve ondan sonraki yıllarda doğan çocukların çoğu Galatasaraylı oldular. G.S taraftarlığı inanılmaz bir hızla arttı. Türkiye milyarlarca dolar harcayarak yapamayacağı tanıtımı Galatasaray’ın oynadığı ve kazandığı maçlar sonunda elde etti. Dünya devletlerinin televizyonlarında maçları yayınlandı ve haber olarak hep övgüyle bahsi geçti. Çocukluğumuz, gençliğimiz hep başka ülkelerin takımları arasında oynanan ve gıpta ile seyredilen yarı finaller, finaller seyrederek geçmişti, hep imrenmiştik. Bir ülkede “ Avrupa standartlarında bir başka deyimle uluslararası ölçüler ve performansta kişiler kurumlar ve kuruluşlar olmadan , yani “ örnekler ve modeller” oluşmadan ülkeyi ilerleyeceği yolda taşıyacak lokomotifler ortaya çıkmadan büyük amaca erişmenin pek mümkün olmadığı söylense de, Galatasaray bu mümkün olmayanı başarmıştır. Kendi alanında bunu gerçekleştiren bir ilk olarak, kendinden önce olmayan “ modeller” boşluğunu, inanç, azim ve çalışmayla doldurmuş ve kendinden sonra geleceklere bir “Model” oluşturmuştur. İşte bu Kabul görmeyen “kusurumu” sizlere de anlatmak için, geçmişteki o unutulmaz başarıdan bahsetmek zorunda kaldım. Bu kusuru severek ve isteyerek yaptım ve sürdürüyorum.

Umarım bağışlanırım.





Etiketler:

53 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/669
bottom of page