Aydınlanma ve Köy Enstitüleri
- Hasan Güleryüz
- 1 gün önce
- 3 dakikada okunur

Hasan GÜLERYÜZ
Aydın, ışık alan, ışıklı, aydınlık; kültürlü, bilgili, okumuş, görgülü kişi, münevver. Aydınlanma, ışıklanma, aydınlanma eylemi; bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme çabasıdır. (TDK,2005:157)
Kant’a göre “Aydınlanma, insanın “kendi suçu” ile düşmüş olduğu bir ergin olmama durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır.”
İşte insan bu ergin olamayışa kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösterememesinde aranmalıdır.
İki soru:
İnsan aklını neden kullanamıyor ya da insan aklını nasıl kullanabilir?
Her çağın üretim biçimine ilişkin evreni, dünyayı anlama biçimi, bunlara bağlı olarak toplumsal bir işleyiş kurgulanması ve uygulanması vardır. Bu kurgu, ekonomi, bilim, üretimdeki değişikliklere göre değişir ve gelişir.
İnsanlığın bugüne dek çok önemli iki devrimi gerçekleşmiştir. Birincisi neolitik ya da tarım devrimidir. Tarım devrimiyle birlikte insan besin sorununu büyük oranda çözdü. Bitkiyi yetiştirdiği toprağa yerleşerek uygarlığı başlatmıştır. Oluşturduğu düşünce yapısı, yasaları da kutsal ve kurgulanan din temellidir.
İkinci devrim de sanayileşmeyle başlamıştır. Maddenin, enerjinin keşfi, enerjinin teknolojiye uyarlanarak bire on, bire yüz, bire bin kat gücün elde edilmesidir. Bu güçle feodalizmin kalelerinin, düşüncesinin yıkılması, ulaşımın, taşımacılığın gelişmesi, emeğe olan gerekliliğin artması, toplumsal bir katman olarak işçi sınıfının ve onun sorunları, bilincinin doğması olmuştur.
Sanayi devrimiyle birlikte yeni bir çelişki de belirdi. Endüstri düzeyinden uzak yaşayanlar, geri kalmış sayıldılar. Bu süreçte sömürgecilik ve emperyalizm meşrulaştırıldı. Batı’da ‘aydınlanma’ bir sınıfsal temele dayanıyordu. Osmanlı mülkünde ise sanayi burjuvazisi yoktu. Tarım ideolojisinin egemenliğindeki toplum özgürlük, uluslaşma, laiklik kavramlarını savunan aydınlar çok acı çektiler. Anadolu aydınlanmasının anahtarı bu soru(n)da kilitleniyor. (Selçuk, 1997:37,38)
Sanayi çağına uygun bir toplumun oluşturulması için tamamlayıcı çalışmalar gerekliydi. Eğitimin bilimsel temele oturtulması, dinsel kuralların, tabuların, nasların sorgulanarak laik bir toplumsal yapının oluşturulması kaçınılmazdı. Bu süreçte laik ulus devletlerin, sınıfların doğmasıyla demokrasinin, insan haklarının, hukukun, akılcılığın, düşünce özgürlüğünün gelişmesi gerçekleşmiştir. Burjuva sisteminin oturması için, tarım dönemi feodal değerlerin ve o ekonomik katmanın kaldırılması, tasfiyesi bir zorunluluktu.
Sanayi çağında oluşan sosyoekonomik, sosyokültürel ve politik yapı kapitalist sistem olarak tanımlanmakta ve adlandırılmaktadır. Bu bağlamda aydınlanmacıların hizmetleri kabul edilmekle birlikte sorguya da tabi tutulmaktadırlar.
“Aydınlanmacılar “ekonomik gelişme koşullarının belirleyici rolünü keşfedemediklerinden,” toplumun gerçekçi kanunlarını ortaya koyamamışlardır. Aydınlanmacılar vaazlarını bütün toplumsal tabakalara, en başta hakim sınıflara yapıyorlardı. Aydınlanmacıların düşünceleri, ütopyacı sosyalistleri, Rus Narodniklerini etkilemiştir. Aydınlanma, zamanında güçlü bir düşünce eğilimi olmamakla birlikte, Marksit olmayan enteliajansya için hala geçerliliğini korumaktadır. (Rosental ve Yudin:1980: 45)
Bu açıklamalar bağlamında Köy Enstitüleri, genel bir eğitim olmadığı gibi belli bir zaman sürecinde uygulamaya konmuş “ortaöğretim” kurumlarıydı. Arkasında aydınlanmayı sağlayan, ona destek veren, önündeki engelleri kaldıran büyük sanayi burjuvazisi, onun entelektüel gücü yoktu.
Bu nedenledir ki, Köy Enstitüsü’nün kurucuları bu okullara ve hatta Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ne felsefe dersi koyamamışlardır.
Oysa Batı’daki aydınlanmacılar, kiliseyi, kilise naslarını, feodal düşünce biçimini kıyasıya eleştirmekteydi. Aydınlanmacıların arkasında burjuvazi vardı. Köy Enstitülerinde küçük çaplı Angel Dayı, Baraga’nın Dikenleri, Fontamara’nın okunması, bunların tartışılması, eleştirel yazma denemelerinin, sınırlı sorgulamaların, itirazların yapılması rahatsızlık veriyordu. Bu eleştiriler büyütülüyor, köpürtülüyor ve hatta başkaldırı sayılıyordu.
Köklü sistemsel eleştirileri olmayan, olası tabanı köylü olan, köy sorunlarını ele alan, üretime dayalı eğitim modeliyle “kısmi bir aydınlanma” sağladılar. Direnişlerini dernek ve sendikalarda, toplumcu partilerde yer alarak, köy romanları yazarak sürdürdüler. Tarımsal toplum değerleriyle yüklü yönetim elitleri bu okullardan, mezunlarında hiç hoşlanmadı. Okulları sistemsel bir sapma olarak ele aldı, yargıladı ve kapattılar. Öğretmen ihtiyacını, klasik öğretmen, kitap merkezli, sorgulamayan, öğretmen okulları yoluyla sağladılar…
コメント