ALİ BEY'LE ESTER HANIM (2) (ATEŞLE BARUT - SUYLA TOPRAK)
top of page

ALİ BEY'LE ESTER HANIM (2) (ATEŞLE BARUT - SUYLA TOPRAK)

Güncelleme tarihi: 28 Kas 2019


İstanbul’un havası bir günde dört mevsimi yaşatır adama derler. Sabah yağmurlu serin bir hava vardı. İnsanı hafiften titreten boğazdan gelen esintiyle ile uyku mahmurluğundan uyandıran bir hava! İstanbullu alışıktı böyle havalara, şemsiye, pardösü ile çıkıyordu evinden.


Öğleden sonra ortaya çıkan güneş, insanın içini ısıtıyordu. Öyle bir ısıtıyordu ki damarlarından, yüreğinden, kemiklerinden bütün vücuduna yayılıyordu. Kasım ayında bu kadar da sıcak olur mu dedirten tatlı bir sıcaklık, insanın ruhunu esir ediyordu. Aynen yar gibi, sevgilinin sarışı gibi. Serin bir havadan sonra insanın içini ısıtan güneş, bambaşka şeyler düşündürüyordu: “Sarılmak, okşanmak, kucaklanmak gibi, suya hasret toprak gibi! Öyle bir sarılmak, öyle bir kucaklanmak, her şeyi ile bütün vücudu, vücudunun hiçbir noktasının açıkta kalmadan çepeçevre çevrelenmek gibi!”


O gece evine dönme imkânı olmayan Ali Bey, Ester Hanım’ın evinde geçirdi geceyi: “Ateş ile barut” gibi, “su ile toprak gibi!” Şimdi aynı evin iki insanı gibi, aynı bahçenin bir çiçeği ile arısı gibi. İki seven insan, iki aşık bir imkansız aşk! O geceyi birlikte sabaha çevirdiler, “ateş ile barut, su ile toprak gibi.”


Kahvaltı yapmadan çıktılar evden, hızlı adımlarla Acıbadem’den Kadıköy’e aşağı yürüdüler, kâh yan yana kâh el ele! Bu esnada hiç konuşmadılar. Onlar konuşmasa bile eller mutlulukla birleşiyordu; onlar konuşmasa bile gözler mutlulukla gülüyordu. Onlar konuşmasa bile yürekler aynı yere doğru atıyordu.



İstanbul sokakları, caddeleri, her zaman olduğu gibi güne tarifsiz bir kalabalık ile başlamıştı. Yollar, caddeler arabadan geçilmiyordu. İnsanlar telaşlı, koşar adım yürüyordu: Kimi işine yetişecek, kimi otobüse kimi de vapura yetişecek!

Kadıköy İskelesine vardıklarında saat 07.30 gösteriyordu. Çay, simit için zaman vardı. Ali Bey simitçiden üç simit aldı.


“Ester daha zaman var, şurada çay simit yapabiliriz, haydi buyur!”

“Tamam, aslında sana harika bir kahvaltı hazırlamak istiyordum; fakat zamanında uyanamadım kusura bakma!”


“Olsun önemi yok, üzülme!”

“Söz, yarın hazırlayacağım!”

“Yarın hazırlayacağım mı dedin?”

“Evet, yarın hazırlayacağım dedim!”

“Yani bu akşam da beni davet ediyorsun!”

“Gelmez misin?”

“Bilmem ki, laf olur, küf olur!”

“Boş ver lafı küfü, gelir misin, gelmez misin?”

“Düşünürüz, haydi simidimizi yiyelim düşünürüz!”


Musevi Lisesi’nin giriş zili çalmış, öğrenciler bahçede sıraya geçmişlerdi. Tarihi bina yeni günü çocuk sesleri ile karşılamıştı yine. Güvenlik görevlilerinden biri öğrencileri karşılıyor, diğeri de gözü kamerada sokağı tarıyordu. Gece görevlisi Ali Çavuş, okulun girişinin solunda kendine verilen küçük bir odada kalıyordu. Sadece kalıyordu, yaptığı bir şey yoktu. Okul yönetimi hayır olsun diye bir düşküne yardım olsun diye almıştı onu işe.


Müdür muavini Hulusi öğrencileri gülen yüzü ile karşılıyor, tatlı dili ile sınıflarına uğurluyordu. Müdür muavini Hulusi’den her evde, her okulda olması ne harika olur. Öğrencilerle iyi ilişkilerinden tutundan da tamir tadilat, bakım… Her işin üstesinden geliyordu.


“Günaydın Hulusi Bey!”

“Günaydın Ali Bey, hoş geldin!”

“Günaydın Ester, sen de hoş geldin!”

“Günaydın Hulusi Bey!”

Üç gün daha Ali Bey’le Ester Hanım birlikte çıktılar okuldan, birlikte Bankalar Caddesinden Karaköy’e yürüdüler. Karaköy Muhallebicisinde muhallebi yediler, muhallebiciden çıkıp Tophane Camiine doğru yürüdüler. Orada bir bankın üstüne oturup denizi seyrettiler, balıklara simit parçaları attılar. Günün Süleymaniye’nin minareli ufkundan batışından sonra da Karaköy İskelesinden vapura binip Kadıköy’e geçtiler.


Üç gün nasıl geçti bilemediler güzelliklerin ömrü kısa olur misali gelip geçti üç gün. Üç gün bir su içimi gibi geldi onlara, üç gün özgürlüğü doyumsuz yaşadılar. Özgürlük ve barışın özlemiyle insanlar neler vermezdi ki? İnsan için en kutsal nimetlere eş değerdir özgürlük ve barış: Ekmek su gibi azizdir!

Okulda Ester ile Ali Bey’i gören fısır fısır bir şeyler konuşmaya başlıyordu. Onların buna aldırdıkları yoktu artık. “Biz birbirimizi seviyoruz,” demekti bu.


Ester’in annesi babası Kars’tan dönmüş. On gündür görmedikleri kızları Ester’i şefkatle bağırlarına basıp hasret gidermişlerdi. Ester’in babası, o gün eve gelen bir telefonla Ali Bey’in evlerinde kaldığını öğrenince ne diyeceğini bilemedi. Ester’e çok güveniyorlardı, onun yanlış yapmayacağına inanıyorlardı. Babası:


“Bak kızım ben bütün olmazlara olur desem, peki Ali Bey’in ailesi ne diyecek, bunu hiç düşündün mü, peki kardeşleri ne diyecek, yarın sizi rahat bırakacaklarına inanıyor musun, söyle Ester’im bu soruların cevaplarını biliyor musun?”

“…”

“İyi düşün Ester, evlenmek evcilik oyunu değildir, sen bütün sorulara kendini ikna edici bir cevap verebiliyorsan mesele yok kızım! Unutma sen Musevi, o Müslüman, hiç düşündün mü? Din ayrımı renk ayrımına benzemez Ester’im, din için ne çok kan döküldü tarihte bir bilsen. Din için insanlar gözünü kırpmadan ötekileri boğazladılar. Şimdi tekrar soruyorum, sen çok iyi düşündün mü?”

“…”

“Sana soruyorum kızım beni duymadın galiba!”

“…”

“Anladım, din önemli değil diyorsun, ben seviyorum diyorsun, sen bilirsin!”


“Yeter baba, çok üstüme gelmeyin, yeter boğuluyorum, ben mi seçtim dinimi, sen mi seçtin dinini, söyle baba, başkalarının seçiminden ötürü insanları hesap vermeye zorlamak yanlış değil mi? Yeter ben kararımı verdim, isterseniz beni evlatlıktan reddedin!”

“O nasıl söz kızım, sen bizim evladımızsın, bir daha duymayım!”


Ester’in babasının da kafası karışmıştı. Biricik kızı birini sevmişti işte. Vakti zamanında o da bir Müslüman kıza âşık olmuştu ya, lakin o, bir türlü, “seni seviyorum,” diyememiş, acısını yıllarca yüreğinde taşımıştı. Şimdi bile adını duyduğunda hala içi bir hoş olmaktadır.


Ester’in babası kendini ikna etmiş, kafasındaki bütün sorulara makul cevaplar bularak “benim dinim bana; onun dini ona” deyip yastığa başını koyup…


İnsanlar sevdiğine varabilse, sevdiğinin elini tutup özgürce sokaklarında dolaşabilse…

Ne yazık ki sokakların “ahlak zabıtaları” zaaflarını özgür ruhlu insanları tacizle kapatmaya çalışıyor işte.


Ester’in annesi erkenden kalktı, kızının çok sevdiği tost ile sütünü hazırlayıp:

“Günaydın Ester’im, haydi uyan, kahvaltını hazırladım!”


Ester kuş gibi hafiflemiş olarak kalktı yataktan. Elini yüzünü yıkayıp pudrasını, rujunu, rimelini, ojesini özenle seri bir şekilde sürdükten sonra:


“Teşekkür ederim annem, çok şanslıyım çok! Babamı da seni de çok seviyorum, Allah ikinizden de razı olsun!”


Acıbadem’den Kadıköy’e aşağı hızlı hızlı yürümeye başladı. Altıyol’a gelince yönünü “boğa heykeline” çevirdi. Deseler kimsenin inanmayacağı bir şey yaptı. Gitti boğanın üstüne ata biner gibi oturdu. Sonra koşar adım iskeleye doğru aldı yatırdı. İçi içine sığmıyordu, hiç umudu yok iken istediği cevabı kolaylıkla almıştı.

“Tamam, sen bilirsin,” demişlerdi, bir de her zaman senin yanındayız demişlerdi ya en çok ona sevinmişti. İskelede Ali Bey ile birlikte çay içtikleri yere varıp:


“Bir çay” dedi garsona. Çayın her yudumunu Ali Bey’i içer gibi içti. Her yudum hem onun hem de Ali’nin damarlarında dolaşıyormuş gibi geldi. İksirdi adeta, ikinciyi istemedi o çayın tadı ile vapura bindi.

Musevi Lisesi öğrencilerini müdür muavini Hulus Bey bahçede sıraya dizmiş, gülen yüzü ile güne hazırlayıp sınıflarına uğurluyordu yine.


“Günaydın Hulusi Bey!”

“Günaydın Ester, hoş geldin!”

“Teşekkür ederim kolaylıklar dilerim!”

“Çok mutlusun Ester, hayırdır bu güzellik nereden geliyor, sesine yansımış mutluluğun, ne güzel!”



Ali Bey üç gündür okula gelmediği gibi evinin telefonu da cevap vermiyordu. Arkadaşlarına ulaşılmış, onlardan da bir bilgi elde edememişlerdi.

“Ali Bey’den hiç haber yok mu Müdür Bey, nerede olabilir acaba?”

“Sen ne biliyorsan ben de onu biliyorum kızım, hiçbir haber yok!”

“Hiç böyle yapmazdı, ne olmuş olabilir acaba?”

“Hiçbir fikrim yok, bir yorumda da bulunmak istemiyorum!”



Ali Bey amca kızı ile Fatma ile beşik kertmesi nişanlıdır. Töre böyle uygun görmüştür. Fatma doğar doğmaz Ali ile nişanlamışlar. Töre devletin kanundan üstündür, kanuna devlet bakar, töreye aşiret bakar. Devlet uzaklardadır; aşiret hemen yanı başındadır, soluduğun nefestedir. Devlet ulaşıncaya kadar töre hükmünü verip uygular. Töreye uymak yaşamak demektir, töreye isyan cehennemin öteki adıdır.


Aile büyükleri bir evde toplanıp, Ali Bey’e Fatma ile nişanlı olduğu, davranışlarının töreye aykırı olduğunu söyleyip vazgeçmesini isterler. İstedikleri cevabı alamayan ailenin büyükleri Ali’nin cezasını kesip hükmü söylerler:


“Ali, öğretmenliği bırakacaksın, sen de bizler gibi fabrikalarda iş bulup çalışacaksın, aksi halde bunun cezası çok ağır olur. Bir daha o okula gitmeyeceksin, bir daha o Yahudi kızın yüzünü görmeyeceksin, bu sana son ihtardır unutma!”


Emir katidir, o anda hayır dese başına ne geleceğini az çok kestiren Ali, “tamam,” der.


“Yalnız benim okula gidip istifa dilekçesini vermem gerek, aksi halde yüklü miktarda tazminat öderiz!”.

“Tamamdır, yarın okula git işini hallet, arkadaşlarınla vedalaş, kaç yıldır çalışıyorsun, yedin içtin. İnsan yemeğini yediği yeri unutmamalı, haydi bir yanlış yapayım deme, aldığın nefesten bile haberdarız bilmiş ol!”


Ali Bey, beşinci günün sonunda Musevi Lisesi’ne gitti. Güvenlik görevlileri ile hoşbeşten sonra onlar meraklı sorularla ne olduğunu öğrenmeye çalıştılar.

“Sonra sonra şimdi Müdür Bey’e uğramam lazım.”

Ali Bey, okul müdürü Mustafa Bey’e başından geçenleri, Ester ile olan arkadaşlığını en ince ayrıntısına kadar anlattı.


“Müdür Bey, babamla yaşıt sayılırsınız, babamdan görmediğim babalığı sizden gördüm. Ne olur bana akıl verin, bana yardımcı olun, ben Ester’i çok seviyorum, ondan vazgeçemem, ben onsuz bir hayatı düşünemiyorum. Ailem, vazgeçmezsem beni yaşatmaz biliyorum, ne olur bana yardımcı olun, çok zor durumdayım. Ailem istifa et, fabrikada çalış diyor, ben istifa etmek istemiyorum, ben öğretmenliği çok seviyorum, ne olur bana yardımcı olun, yalvarıyorum, bana yardımcı olun!”


“Tamam tamam, sakin ol, şimdi sen üst katta küçük bir oda var biliyorsun, git orada dinlen kapıyı kimseye açma, kimse ile konuşma! Şimdi ben düşüneyim bir çözüm yolu bulmaya çalışayım!”


“Tamam tamam, Allah razı olsun!”


Ali Bey’in okula geldiğini güvenlikten öğrenen Ester, Müdür Bey’in odasına koştu. Müdür’le konuşması biten Ali Bey, kapıda Ester’le karşılaşınca:

“Aliii!”

“Esterrr!”


Sarıldılar, özlemle, kavuşmanın mutluluğunu yaşadılar o anda. Onları gören olmamıştı, hızlı adımlarla üst kata çıkıp küçük odaya girip kapıyı kilitlediler.


Ester ile Ali Bey, küçük odada bundan sonra ne olacağına dair kafa yordular. Ali’nin kafasında İstanbul’u bırakıp gitmek vardı; ama nasıl, nereye gidebilirlerdi, bunu Ester’e söylese kabul eder miydi, ya hayır derse, sonra ne olurdu, bir daha hiçbir şekilde Ester’i göremezdi. Ester onunla başka yerlere gidemezdi ki… Ester İstanbul dışında hiçbir yer görmemişti ki bugüne kadar…Yok olup giderdi alimallah, ondan böyle bir şey istemek, haksızlık olur diye düşündü. Saniyede bir sürü şey geliyordu aklına.


Ali Bey, beş gündür nerede olduğunu başından neler geçti hepsini noktasına virgülüne kadar anlattı.

“İşte böyle Ester başıma böyle şeyler geldi, bundan sonra ne olur bilemem!”


“Peki, şimdi ne düşünüyorsun?”

“İnan hiçbir şey bilmiyorum. Bildiğim tek şey var senden vazgeçemem, sensiz yaşayamam!”


Okul Müdürü Mustafa Bey bir çözüm yolu bulmuştur, İzmir’e gidip kimsenin haberi olmadan orada yaşayabilirler, orada barınabilirler! İzmir’de bir okulda yönetici olan arkadaşını arayıp Ali Bey’in durumun anlattı. Ondan Ali Bey’e yardımcı olmasını istedi. O da matematik öğretmenine ihtiyacı olduğunu Ali Bey’e yardımcı olacağını söyler.


Okul Müdürü temizlik görevlisi Zeki’yi çağırarak,

“Zeki üst katta küçük odada Ali Bey var, kimseye bir şey söylemeden yavaşça onu çağır, hadi çabuk ol!”


“Tamam, Müdür Bey!”


“Bak şimdi Ali, ben bir çözüm yolu buldum, kabul edersin, etmezsin senin bileceğin şey, kolay bir şey değil çünkü radikal bir karar vermen gerekecek!”

“Nasıl bir çözüm Müdür Bey?”

“İzmir’e gider misin?”

“Ester giderse her yere giderim ben, cehenneme bile!”

“İzmir’de okul müdürü arkadaşımı aradım, senin durumunu anlattım, o da gelsin yardımcı olurum dedi. Düşün taşın karar senin! Ben vakıfla konuşur, senin sözleşmeni karşılıklı fesih ederiz, senin zarar görmemeni sağlarım.”


“Allah razı olsun Müdür Bey, gerçekten bana babalık yaptınız, hayatım boyunca unutmayacağım, hayatım boyunca sağlığınız için dua edeceğim! Ester’le bir konuşayım, o da tamam derse uygarlığın başşehri İzmir’e uçarak giderim ben! Ester hayır derse İzmir’e gitmemi gerektiren bir sebep kalmayacak çünkü!”


Çocuklar gibi şendi, uçuyordu. İzmir’e gidecekler, çok sevdiği öğretmenliğe devam edecekti çünkü ondan öte uğruna her şeyi göze aldığı kadın yanında olacak, özgürlüğü doyasıya yaşayacaklardı.


Ya kabul etmezse... Birden bütün heyecanı kayboldu.


Ali Bey’le Ester Hanım küçük odaya gidip bir zaman konuştular:


“Bak Ester, bildiğin sebeplerden dolayı seninle artık İstanbul’da birlikte olmamız imkansız! Benimle İzmir'e gitmeye peki dersen bir ay içinde İzmir’e gidip yeni bir hayat kurarız kendimize!”


“Ne diyeceğimi bilemedim, İstanbul dışında yaşamayı hiç bugüne kadar düşünmemiştim. İstanbul dışında nefessiz kalır, yaşayamam derdim. Şimdi ne diyeceğimi bilemedim, şok oldum. Derlerdi ya hani, “büyük lokma yut, büyük laf etme!” Ne kadar da doğruymuş!”


“Sen bilirsin Ester’im, cevabın hayır olsa bile, sana gücenmem! Bugüne kadar İstanbul dışına çıkmayan birine, İstanbul’dan vazgeç demek haksızlık olur. Ancak şöyle bir durum var: İstanbul'da kalırsak bundan sonra seninle görüşmemiz imkânsız, yarından itibaren fabrikalarda iş aramaya başlayacağım ben, öyle dedi ailenin büyükleri, öğretmenlik yapmamı yasakladılar!”

...


“Seninle İzmir’e değil, cehenneme bile gitmeye hazırım. Ne yapmak gerekiyorsa elini çabuk tut, bana hadi dediğinde ben hemen yola çıkarım! Ben aha şimdiden diyorum ki: Elveda İstanbul, elveda İstanbullu sevdiklerim!”


Bir ay içinde İzmir’de sahile yakın bir yerde İstanbul'u aratmayacak bir ev tutup mutlu mesut bir yuva kurdular


Aynen “gökten üç elma düştü:” Biri Müdür Mustafa Bey’e, biri Ester’in ailesine; diğeri de Ester’le Ali’ye!

25 Kasım 2019 Bayraklı

48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page