top of page

ADA VAPURU YANDAN ÇARKLI


Şirket-i Hayriye yani hayırlı şirket... 1851 yılında padişah Abdülmecid tarafından Boğaz'da deniz taşımacılığı yapmak için kurulan Osmanlı'nın ilk anonim şirketi. 1944 yılına kadar süregelen şirket, bu yıllarda Devlet Deniz yollarına devredilir... Şirketin ilk vapurları yurt dışından getirilen "yandan çarklı" vapurlardır.

Bu arada 1871 senesinde denizcilik tarihine “Dünyanın ilk araba vapuru” olarak adı yazılan; Suhulet (kolaylık) ve Sahilbent'in de Türk mühendisler tarafından yapıldığını söylemeden geçmeyelim Aslında amacım Şirket-i Hayriye'nin tarihçesini anlatmak filan değil tabii ki... Ben size İstanbul'da en sevdiğim toplu taşıma aracı olan vapurları anlatmak istiyorum. Vapurlarla yarım asırdan fazladır tanışırım... İstanbul'a atılan ilk adım ve Haydarpaşa'dan vapurla karşıya geçiş... Hiç deniz görmemiş bir çocuğun, kocaman açtığı gözleriyle biraz da korkarak, bindiği vapurdan etrafı ve martıları seyretmesi...

Çocukluğumda vapura ancak senede üç dört kez binerdik, ya Heybeliada'daki amcamları ziyarete giderdik ya da Küçüksu çayırına piknik yapmaya ve sütlü mısır yemeye... Vapurla yaptığım en uzun yolculuk o yıllarda, Sirkeci'den Yalova'ya yaptığımız yolculuklardı. Yazın on, on beş günlüğüne Çınarcık'a giderdik tatil yapmaya, iki saat kadar süren o yolculuk bir masal alemi gibi gelirdi bana. Güvertede simit yiyerek içtiğim çaylar, esen rüzgarla ürpererek mırıldandığım şarkılar ve bitmesini hiç istemediğim o mavi yolculuk, o rüya alemi... Daha o yaşlarda tutkulu bir aşka dönüşmüştü vapur yolculukları benim için...

Henüz köprülerin İstanbul'un iki yakasını bir araya getirmediği yıllarda karşıya geçmek, Boğaz'da oturan bir tanıdığa gitmek büyük bir heyecandı bizim için, daha akşamdan hazırlanmaya başlar, en güzel giysilerimizi giyer, süslenir püslenirdik.

O yıllarda vapurlarda 'mevkiler' vardı, parası fazla olan ya da sosyetik yolcular 'birinci mevki' ye geçer, hemen özel koltuklara oturup, gazetelerini okumaya başlarlardı, benim de dahil olduğum memurin takımı ise 'ikinci mevkiy'e kurulurduk genellikle. Bir de merdivenle inilen bodrum katı vardı, suyun içinde olduğu için penceresiz, havasız ve loş olurdu bu kat, buraya da ya uyumak isteyenler ya da aşıklar iner otururlardı.

Tabii vapurların en ünlü yolcuları seyyar satıcılarıdır; örneğin İstanbullu olup da belgesellere konu olan 'Burhan pazarlama'yı tanımayan yoktur. Elindeki koca çantasıyla binerdi vapura, önce yolculara hal hatır sorar, şakalar yapar ve vapur hareket eder etmez çantasını açıp başlardı konuşmaya..."şu gördüğünüz fener......" ve elindeki bütün malını satardı bir çırpıda. İki üç yıl önce vefat ettiği haberini duyduğumda bir yakınımı kaybetmiş gibi üzülmüştüm. Eskiden de öyleydi, şimdi de vapur yolcuları farklıdır daima; aha sakin, daha kibar ve daha saygılıdır hep. Örneğin metrobüse binerken canavarlaşan insanlar nedense vapura inip binerken pek bir kibar oluyorlar, kim bilir, belki de denizden yayılan sinerji neden oluyordur bu sakinliğe. Son senelerde vapurların bir başka güzelliği de yolculuk sırasında amatör müzisyenlerin bir şeyler çalıp söylemesi ve sonra kibarca para toplamaları, eğer yorgun değilseniz ve iyi müzik yapılıyorsa tadına doyum olmuyor yolculuğun...

Şunu anladım ki insan çalışırken pek çok şeyin tadına varamadığı gibi pek çok şeyi de fark edemiyor. Gençken bir mecburiyetten öteye gitmeyen o yolculuklar şimdilerde en büyük zevkim... Kadıköy'den bindiğim bir vapurda martıların çığlıkları eşliğinde yolculuk yapmak, bazen denizde batıp çıkan yunus sürülerini izlemek, turkuvaz renkli dalgaların beyaz köpeklerinde hayallere dalmak, Kızkulesi'ne selam vermek, çayımı yudumlarken gözlerim kapalı İstanbul'u dinlemek ve temâşa etmek son zamanlardaki en büyük zevkim... Ne motorlar ne de deniz otobüsleri benim sevgili vapurlarımın yerini dolduramazlar, eğer keyifli bir deniz yolculuğu yapmak istiyorsanız "şehir hatları" vapurlarından vaz geçmeyiniz derim...

59 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários