Aycan AYTORE
HANGİSİ DAHA GÜZEL?
Dünya güzellikle dolu, uzunu kısası, mavisi beyazı, yumuşağı serti... Her göze, her kulağa, her dişe göre bir güzellik var mutlaka...Bir düşünsen hangisini seçerdin?..
Aydınlık, yanıltmayan, düşlerinize izin vermeyen keskin ve net bir yaşam gerçeği mi, yoksa belki de aslıyla hiç ilişkisiz, ama sandığımız, ama anlamlar yüklediğimiz öteki hal mi?
Hangisi YAŞAM GÜZELİ?..
Siz hepsini tadın, onun için geldiniz bu dünyaya. Kuşkusuz olanağınız varsa. Ya yoksa?
Birini seçmek zorunda kalsanız hangisini yeğlerdiniz?
Karşıyaka Tersane'den bir ay şafağında bakarken masal ülkesi gibi duran, o mavi deryayı mı ya da güneşli bir öğlen sonrası kente imbatla taşınan kahverengiye dönmüş, lağım kokulu İzmir körfezi mi?
Bir bebeği mi ya da Feto'yu, bilmem neyi başımıza bela eden anlı şanlı yetişmiş, ergin zengin ve kodaman ve kocaman adamları mı?
15 dakikaya tüm özgürlüğünüzü ve bir ömrü feda etmeyi mi, yoksa yığınla bulaşığı ve tek başına sereserpe yatacağınız yataklarınızı mı? Bir anlık performansıyla en orjinalınden sandığın bir de bakıyorsun çakma Mahmutpaşa malı çıkıyor, " ah gözüm..." gibi oluyorsun;
O hali mi?
Hemen yanıtlamak zor değil mi?
Oysa onlarla ayakta kalıyoruz.
Gel de sevme onları; angarya bir yaşamı yaşanılır kılan yaşam güzellerini.
YAZ BENİ DER YA HAYAT !
Ya da anlat, der ya... Öyle yap ki, Fransız meşesinden bir fıçıya yatırılmış iki bin yıllık destansı bir Homeros şarabı gibi tadım ve öyküm olsun...
Diyorsun ki; beni içen sen olma... Şifrelerin ve kodların oldu hep. Ne demek o? Çalış, üret, ama kullanma ya da en son sen tat... Düşünüyorum da...sen de bu açgözlülük oldukça ömrüm yetmez bir damla tatmaya. Öyle ya insan bitmez.
Kanatmaz mı bu, hem de şahdamarından hayatın?...
Hayırlı, uğurlu olsun. Giremeyeceğin bir ülken, kocaman bir yalnızlığın ve düşlerin olsun... derim ben de, çeker giderim.
Alınganlığını büyütme; nasıl bir yoldan geldin biliyorum. Ama şimdi bakmak ve beklemek zorundasın..
Şehrin ayaklarının altında uzandığı, göğün katlarına kurulu sadece iki kişinin sığdığı bir balkonda beklemenin zorlayıcı ve romantizmi öldüren bir yanı var diyorsan, bak karagözünden balığın, deniz börülcesinden mezen var...
Kıyıya vuran dalgalara, kentin ışık oyunlarına bakarak "Bu YaşamGüzelinin tadını çıkarmalıyım," diyerek içkiyi istemeyen sensin... İçseydin tahammülün artar, bu denli kötü gözükmezdi her şey: Balkon, yükseklik ve ötekiler...
Şimdi yakınma niye, susuzluk ne ki? Sakla...
Ne ince düşünmüşsün ve ne kadar çok... Yaşamın insan düşüncesiyle ve inceliğiyle ancak lükse döndüğünü görmen ne güzel, ama bilmiyorsun ben de gördükçe hasretim artıyor... Bilmiyorsun, ama sen de onlardansın.
Çünkü sen de bir YaşamGüzelisin...
O yüzden anla beni; görüp de dokunamamak sabrın da ötesi...
Anlatacak çok şey olsa ya da hiçbir şey olmasa da düşlerimle büyütüp destan yapacağım, giremediğin Dağılıcası, onca güzelliğine karşın niyeyse hep yalnızlığa büyüyen gülibrişim, yıldızlarla paylaşılan balkon, kendini zehirleyen bir kırılganlık, titreyen mum alevi, boğulmaya yüz tutmuşken uzanır gibi duran elin, Ege'yi öteki denizden ayırmaya kıyamayıp suya burunlarını sokan dağlarda arayı da bulamadığın halim...
Ya öteki?.. Dante'nin Cehennemi'ne götürülecek kadar bile görmediğin performansım, yani güldüren halim...
İnsan dediğin zayıf bilmiyorsun... Dimdik dolaşıp hayata meydan okurken aldığı bir kötü haberle dümdüz olup yere yapışan insan tersini de çok rahat yapar.
Yine de çok acımasızsın belirtmeli; senin de kötü günlerini görmeli...
Ah! Sanırdım salt acıtandır anlattıran; sen ki öylesine sahici, içten ve öyle güldüren bir masalken anlatmam mı?
Ne var ki aklımın öncelerden alıp ekleye ekleye güzellediği sen, öyle Kybele gibi dururken, bana sadece bak ve dinle düşerken, bu iki kişilik balkonda depremi beklemem niye?
Önce yaşasam, sonra dinlesem seni; hani o ilk vuslata erişten sonra zamana gereksinmen olur ya, o zaman dinlesem... Yıldızlarına yaslanıp dinlesem...
Dirilene kadar, yeniden...
Sen ki yaşam ustasısın, bilmiyor muydun o arayı?
Tanrının dişiye ceza, erkeğe ödül yazdığı o arayı...
Bu da insanın öteki mucizesi belki. Dimdik bir insan o en mutlu halde bir paspasa döner ve bir süre ne yapsa beklemeden düzelemez.
Bunu kadınlar bilmez, ama öğrenir:
Beklemek kendini oldurmanın ve hazırlanmanın bir yolu değil; tek yolu...
Hazırlanmak bu kadar uzun sürmüşken mi?
Sözcüklerin kulaklarımda uğultu, vaat ettiklerin sanki sana ulaşmayı olanaksız kılacak gibi...
Yani geldin, gördün, gittin... olacak gibi... Akşam menünde ben yokum hali... Yetmezmiş gibi bir de en öğretmen halinle parmağını sallayıp dinle diyorsun...
Seçimin değilsem kabullenmem zor olmaz, ama neyi duymam gerektiğini sen söyleme şimdi, bak o zor....
Seni duymam. Umutsuzluğum, kör sağırlığıma döner...
Meşe ağacından yontarak bir fıçı yap ve o fıçıda bin yıl damıt beni, şıraya dönmeyeyim diye bekle; gün ışığı görmeyen odalarda yatırıp sakla, tortulaşmasın tadım, düşlerini büyüt, sabrını çoğalt...
Delirt sabrını...
Ben azat olacak değilim ya beni de...
O gün gelsin, del fıçıyı, delme, kır... Bilinmeyen zamanlardan bu yana bekleyen 0 altın rengi şarap dört yana aksın ve sen bir kadeh bile içemeden aksın gitsin, niye? Senin anlatacağın bitmedi diye...
Anlıyorum ki, bir ikili hayatta doğal koşullara aykırıysa bile kendin olmak, bir hayat mayat kavşağındaysan bile kendin kalmak önemli... Olduğunda da ötekine mutlaka dört el sarılacağı bir umut bırak; bekleme ve hayal kurma şansı bırak...
O umuttur, bir canavara dönebilecek kediyi köşeye sıkıştırmayan; düş kurma şansını veren ve bekleten odur işte...
Hiç gitme derim ya, ama mecbursan, dört yanım duvarken bile bir dokunuşla cennet kılan, hem de en incelikli halinden ve okşanmaya en muhtaç yerimden dokunmayı bilen becerin yanında olsa da yine de duyan, gören ve düşünen yani insan halimi sula, güneş gören bir yere bırakıp... öyle git, gideceksen...
Dönecek ülke, benim bu zindan yalnızlığımı öldürmeye yetecek bir umudum ve seni güzelleştirecek düşlerim olsun.
Diyorsun ki; İLYADA'da TRUVA DESTANI başından değil, 9. bölümden başlar ve gecenin ötesi hep vardır; kaygılanma güzel olacak....
Umudum olsun işte...
Beklerim...
Umudum var ya beklerim.
Çünkü sen bir YaşamGüzelisin.
HAYAT BİR AHMET HAŞİM GECESİ...
Yanılma payı çok yüksek, hayat bir "Ahmet Haşim gecesi"...
Yalan çoğu, gözünüzün, aklınızın uydurması, bir yanılsama, öte yüzüyle serap... Yine de nasıl oluyorsa kendimizi katmamıza olanak veren, anlamlar yükleyip bizim yaptığımız o sisli hal, o geceli, karanlığa yatkın ve o alacakaranlık hali bizi mutlu eden sanki... YAŞAM GÜZELİ saydığımız...
O anlar belleğimize kazınan, anıları yaratan, yineleyerek yaşamaya çalıştığımız ve hayata tutunmamızı sağlayan baharlar gibi...
Öteki hal yani rasyonel hayat, doyurulmuş bir benliği ve zora gelmeyen bir kalbi idare eden sıradan mevsimler sanki...
Hepsi ayrı bir güzel...
Yine de karşı koyma yeteneğimizi artıran, hasretimizi ayağa kaldırarak motive eden YAŞAM GÜZELLERİ bizi ayakta tutan... Az da olsalar, sırtınızdan kanatlar çıkaran onlar..
Tıpkı o güzel insanlar gibi... İnsan denizinde ne kadar azlar... Ama bir denk gelirsen...
Yepyeni anlamlar yükleyebileceğine bir denk gelirsen... Aklın rasyonel gerçeğini bir yana atıp ona umut ve gelecek ve aklını da zorlayan ama sanki sahiciden sahici gibi bir vaat etme yeteneği yüklersen o zaman da AŞK başlıyor... Bir esir olma hali...
Ne ilginç... Kendi esaretine böylesine düşkün, sorarsan akıl küpü insan... El öptürecek kul ararken, öteki yanıyla öpecek eller arayan yarı tanrılar...
Tanrının mucizesi düşünen, akıllı, bilge, aristokrat ,ciddi ama bir o kadar zavallı ve absürt insanlar... Onu sevmemek mümkün mü?...
Ve o inanmasa ardından milyonların gittiği dinler ve peygamberler nedir ki?
..VE BİZDEN 'BEN'İ YARATANLAR; en çok KİTAPLAR...
Olmasaydılar, Yunus diyesi bir ten kafese döneceğimiz; eşsiz dağlarımızı, derin vadilerimizi, aydınlık göklerimizi yaratan ve bizi donatanlar... İnsanın ezelden ebede en büyük yaratımı; KİTAPLAR...
Asla doymak bilmeyen yol arkadaşları, memnun edemediğiniz dostunuz, ömrünüzü harcasanız da ödeyemediğiniz diyet değil...
Hep bekleyen ve sadece ötekine asla tahammül edemeyen ve istemeyen böylece de kendiniz olabileceğiniz saatleri yaratan eşsiz sevgililer..
Yaşam güzeli bir başyapıt; insanın sevme hali...
Ya senin tercihin hangisidir?
Anlamaya çalışıyorum... belki de sorum kendime?
Ama yanıtı zor bir soru olduğu gerçek... Belki insan komplike; hepsiyle oluşuyor ve kendini olduruyor...
Belki, ama düşlerin olmadığı bir yaşam çok renksiz olmaz mı? Keşke duruma göre ikisini de becerebilsek... keşke... aslında beceriyoruz... o yüzden mevsimler gibiyiz ya...
Ne güzel bir betimleme; mevsimler gibiyiz doğru... ama galiba en çok sonbaharı yaşıyoruz... Ondan değil mi YAZ bitti diye telaşımız… Niyesi belli, yaz hayallere izin veren bir mevsim, olmasa bile olabilirlik hissi yok mu?
Olmaz mı, var tabii ama o his de tıpkı yazın sıcağı gibi bazen insanın canını yakıyor...
Hayalin gerçek olsun istiyorsun, sonra bir bakıyorsun yok... Ama olacak diye beklerken... Halini düşün... nasıl da adrenalin yükseliyor, bazen de hormonlar deliriyor...
O umutla bir adama ya da bir kadına kırk yıl vaat ediyorsun... on beş dakikaya bir elli yıl... nasıl bir akılsa?..
hayali üretmek sonra adam etmek... adrenalin ve hormonlar... onlar bile hayal...
Bir anlık performansıyla en orjinalinden sandığın bir de bakıyorsun Mahmutpaşa malı çıkıyor... ah gözüm... gibi oluyorsun...
ya da kucağına en sıcağından çay dökülmüş benim gibi... hayat çok manyak bir şey...
Ve belki o on beş dakika bir ömre bedel... akıl tutulması bu olsa gerek... aynı zamanda da matrak.. güzelmiş... dur buna göre de bir yaşam güzeli bulayım... yazmaktan kurtulurum...
sevişen ama porno olmayan bir çift resim gerek...
çünkü o da yaşam güzeli, hem de başyapıt...
SEVİŞMEK... yaşam güzeli bir başyapıt...
DİYORSUN Kİ; bir şans ver bana, tam lacivert olmadan BİTMELİYİM...
DOĞAM BU:
Şaşırırsın, çok şey değişti elbet, renklerimiz yaşımız, ömrümüz, dile kolay... Ama şimdi en sonuncuyu en çok anımsıyorum ve bir kadife eldiven gibi saran sıcaklığını özlüyorum... orda mı ömrümce kalsaydım...
İnsan oğlu doyumsuz, karaya çıkmayı bilmiyor. Gitmen gerekti, gittin… Yeni türkülere de çalışmak lazım.
Kal demeyişine sevindim... Bir ülke istemiyorum salt, artık bütün ülkeleri istiyorum... Benim olsun diye değil, inanılmaz bir meraktan...
Onların senden başka ülke olduğunu fark etmemiş olmaları ya da şansları olmayışı ne güzel, sevinmelisin bence,
Yoksa öyle kös kös yalnızca seni bekleyerek bahar mı gelir ?
Çok gerçekçisin… Bu kadar gerçekçi olup yine de her kezinde başka birine hem de aynı aşkla sarılmayı bilmek… kolay değil…
Yine de çok inandım, biliyor musun… Ama şimdi bu güzel yalana inanmam için bir tek neden yok... Bu olsa olsa karşındakinin boynuna atılan bir kement... çoğunun takıntıları, eşleri, sevgilileri hep vardı...
Sadece YAŞAM GÜZELİydim... Saksıdaki CAMGÜZELİ gibi…
O da bir şey, bazı güzellikleri elde tutmak iyi değildir, altın suyuna batırılmış mangır gibidir çoğu... Sanması güzeldir.
Kaplaması akınca.. belki o yüzden naftalin kokulu uzak sandıklarda saklar kadınlar... su görüp akmasın diye mi yani…
akıllıymışlar.
Bana yani arkaik bir arabaya, son model frenler takıyorsun… Heyecanlanma, gaza gelme, o kadardı diyorsun… Anlıyorum, senin için eğlenceli, biraz farklı biraz adrenalin biraz, hormon, biraz öteleri gösterenden öte bir şeyim biliyorum.
Epey arkadaş, epey güvenilir, epey anlar, epey sevilebilecek... de…
Ama emin değilsin.
Güldürürsün, kalbinin de böyle kodları varsa ve ben kahin değilsem nasıl emin olurum…
Hem niye bu benim çaresizliğime dönüyor. Taşlar bağlanıyor, köpekler salınıyor. Kokuma delirmiş azgın köpekler…
Ama sorum o değil, bunları biliyorum, ama daha ötesi miyim?
Ötesi olsaydı ne olurdu? Olmayacak bir dua şimdi… Dua tutmayacak diye camiyi yıkmanın da bir alemi yok, yine de bir tadı var, huzuru var,
yaşanmalıydı yaşandı…
Acıtıcı bir rasyonellik bu… gerçeğinin farkındasın, ötekinin de... yalana hiç ihtiyacın yok... Tuttuğunu adam gibi tutuyorsun...
Bunu biliyorum da içim ürperiyor, satır aralarında ben herkese öyleyim diyorsun diye, bak o zaman morarım... bakma hala mavi mavi gülümsüyorum...
As'lolan o... belirgin gösterge o; sana gösterdiği özen...
Değerin de ederin de o; gerisi hikaye... BENCE...
YANİ TANIM DEĞİL.
Bu doğru, kabullenmek doğaya aykırı, ama doğru, yüksek heyecanı da ondan… GELECEĞİ yok, DOĞASI bu… Heyecanı ve vazgeçilmez hali de...
GÜN iyice laciverte dönmeden mecburum; ateş topu da olsam.... SÖNMELİYİM…