top of page
1/2

BURALARDAN BİR ANNE GEÇTİ

Nurten B. AKSOY


*

Anneliği Yaşayan ve Yaşatan Tüm Annelere

Günümüzde “üvey anne, üvey baba, üvey evlat” kavramına toplumun bakışı hayli değişse de çocukluğumuzda okuduğumuz, dinlediğimiz ya da izlediğimiz kötü üvey anne veya üvey baba öyküleri iz bırakmıştır çoğumuzun yüreğinde. İster istemez duyduklarımızın etkisiyle onlara hep öfkeyle, önyargıyla belki de nefretle baktık yıllarca. İşte bu kötü algıyı değiştirecek sıcacık bir üvey anne-kız öyküsünü bir Anneler Gününde sizlerle paylaşmak istedim… Yüreği anne sevgisiyle dolu tüm annelerin günü kutlu olsun…


****


Bizler 60’lı-70’li yılların çocukları, Kemalettin Tuğcu'nun yazdığı acıklı öykülerdeki üvey annelerin yaptıklarını okurken gözyaşları içinde hep lanetlerdik onları. Çevremizdeki üvey anneleri izler, gözlerdik merakla; çocuklarına nasıl davranıyorlar, ayırım yapıyorlar mı diye. Hep eleştirilecek bir şeyler arardık, hep kusur bulurduk o annelerde. Ben de büyürken ister istemez aynı duyguları taşıdım ve hep "zavallı çocuk" diye acıdım o çocuklara. Bir gün kendimin de bir "üvey anne" olacağını nereden bilebilirdim ki?


İnsanlar genellikle evlendikten sonra anne olurken, ben daha evlendiğim gün anne olmuştum, hem de on yaşında bir çocuğun annesi. Henüz genç bir kızken öğretmen arkadaşlarımdan çocuklu-dul erkeklerle evlenenler olmuştu. Bense o zaman onları yadırgamış, belki de farkında olmadan kınamıştım. Oysa birkaç yıl sonra eşim bana evlenme teklif ettiğinde, eşinden ayrılmış dul bir adamdı. Bir kız çocuğu olduğunu söylediğinde nedendir bilmem, ağzım dilim bağlanmış, çocuğunu hiç problem etmemiştim.


Evliliğimizin ilk aylarında babaannesi ile kalan ve bana “abla” diyen eşimin kızı, yani üvey kızım, bir müddet sonra bizim yanımıza yerleşti. Bu arada üç yıl arayla oğullarımız dünyaya geldi. Kızımız ilk kardeşi doğduğunda onu hayli kıskansa da zamanla kardeşlerini çok sevdi, âdeta onlara ikinci bir anne oldu, tabii onlar da ablalarını çok sevdiler. Oğullarım bana anne dedikçe kızım da farkında olmadan bana “anne” demeye başladı.


Bizim ilişkimize gelince; birbirimizi tanımaya çalışırken zaman zaman hırçınlaşıp çatışsak da birbirimizi anlamaya ve sevmeye çalışıyorduk. Zaman içinde üvey kızımın benim için oğullarımdan hiçbir farkı olmadığının ayrımına vardım; ama çevremiz hatta en yakınlarımız bile hep bizi, daha doğrusu beni izliyorlardı merakla. Biz kızımla birbirimize bağlandıkça onlar aramızı açmaya çalışıyorlardı niyeyse.


Liseye başladığında kızımın üstelik bir de öğretmeni olmuştum ve aynı şeyleri zaman zaman okulda da yaşamaya başlamıştık. Kızıma iyi davransam "Bak çocuğuna farklı davranıyor" diyorlardı; sert davrandığımda da "Eee, tabi üvey anne, ne olacak" deniyordu. Yani üvey anne olduğum için ne İsa'ya ne de Musa'ya yaranabiliyordum.


Derken yıllar geçti; çocuklar büyüdü, kızım üniversiteye gitmeye başladı ve o uğursuz yıl geldi... Babamızı aniden yitirdik ve hepimiz yetim kaldık. Ama bu acı kayıp kızımla beni ve kardeşlerini daha çok bağladı birbirimize, sevgimiz daha bir çoğaldı, pekişti. Yıllar sonra kızım evlendi, anne oldu, hem de mükemmel bir anne. İki tane dünya güzeli yavrusu var şimdilerde, yani benim torunlarım.


Kırk yıla yakın, geçen bu zaman diliminde aramızı açmaya çalışanlar hiç ama hiç başarılı olamadılar çok şükür. Biz artık hem anne-kız hem de çok iyi iki arkadaş ve dert ortağıyız. Şimdi ayrı şehirlerdeyiz, aramızda mesafeler var; ama ne çıkar, sevgimiz öylesine büyük ve sağlam ki...

Kızımın sıkıntılı bir döneminde onu görmek için iki üç günlüğüne yanına gitmiştim. Döndükten birkaç gün sonra mailimde bulduğum, aşağıdaki mektup belki de ondan aldığım en güzel hediyeydi…


Buralardan Bir Anne Geçti



Hayat bazen insanı öyle dibe vuruyor ki hiçbir gücün onu bir daha yukarı çıkaramayacağına inanıyor insan. Eğer hâlâ nefes alıyorsan, öyle zamanlarda bile yaşama dair bir umudun var demektir. Benim halim işte bu umutsuzluk ve dibe vurmuşluk hali. Uzun zaman içime dönüp baktığımda hiçbir ışık, heyecan ve umut bulamadım. Bitkin, bezgin, bıkkın ve bu durumu anlatabilecek ne kadar kelime varsa hepsinin etkisi yüreğimi çevrelemiş, sıkıyordu. Hep bir kaçış ve kurtuluş yolu arıyordum; ama insan kendisinden nasıl kaçıp kurtulabilir ki?


İhtiyacım olanlar; bir samimi kucaklama, sırtımın sıvazlanması, beni kendime getirecek birkaç söz, gözüme içtenlikle bakılması, yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımın silinmesi gibi şeylerdi aslında. Tüm bunlar için eşimin verdiği desteği asla göz ardı edemem. Hatta hayatımın hala sürüyor olmasının sebebi onun desteği, çocuklarımın sevgisi ve bana olan ihtiyaçlarıydı.


İşte böylesi sıkıntılı günlerimde bana gelen bir büyük destek de bir annedendi. O beni doğurmadı. Sadece anne nasıl olunur, evlada neler yapılabilir iyi biliyordu ve bu bilgiyi beceriye dönüştürdü. Bana zaman ayırdı, benim için çaba harcadı. Sevgi emek ister ya hani, işte bana onu verdi. İnsanlar, “Doğuran anne ve bakan anneyi" tartışadursun, ben gerçek annenin “Anneliği hissettirebilen” olduğunu öğrendim.


Beni görmeye geldiğinde birlikte geçirdiğimiz sayılı günlere rağmen, o günleri dolu dolu yaşattı bana bu anne. Birlikte geçirdiğimiz son akşamda, ona omuzlarına alsın diye bir şal verdim. O gece kullandı ve ertesi gün kaldığı odada bıraktı gitti şalı. Odayı toparlarken şalı elime alınca kokusu burnuma geldi, içime çeke çeke kokladım ben de. “İşte!” dedim, “Mis gibi anne kokuyor.” Bu kokunun bana hissettirdiği şey gerçek anneliğin ne olduğuydu.


Onu bana gönderdiği için Rabbime şükürler, bana geldiği içinse o anneye teşekkürler olsun… Dilerim ki; Allah tüm annesizlerin yüreğini avutsun. Artık başladığım cümleyi tamamlayabilirim… Buralardan bir anne geçti, bana kokusu kaldı…”


Kızın Elif


Kaynak: “İmza: Ben” Kitabı


161 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/669
bottom of page