Eski İmece-2
top of page

Eski İmece-2

Güncelleme tarihi: 16 Ara 2020


Daracık kapının önüne dizilmiş telis çuvalları görünce , ‘…Burada telis çuvalın işi ne? Burası dergi kapısı, samanlık seyranlık değil ya!..’ bilsemesiyle kapıyı çalıp girdim. Hoş geldinizin ardından Nebi Öğretmenim yüzüme ezik bakarak;

“ Bana yardım eder misin? Postane kapanmadan dergileri postaya verelim. Sonra gelir konuşuruz, çayımızı içeriz .” dileğini sıralayıverdi.

“Tamam, Nebi öğretmenim. Benim de İmece’ye katkım olsun.”

Kalkıp kapıdan dışarı çıkarken yakaladığı elinden kocaman bedeninin sıcaklığı bedenimi ısıtırken, babamın yanındaymışım duygusu içimi yaladı. Gözleri ıslanmıştı. Birer telis sırtlayıp arka arkaya indik Demir İşhanı’nın merdivenlerinden. Yakındaki Büyük Postane’ye iki dönüşte taşıdık, kalan son telisi de sırtlayıp getirdiğimde, Ankara öğle sonrasının soğuğundan korkmuş olmalı ki;

“Koş git dergide bekle beni, terledin, hasta olma!” duyarlılığındaydı.


Küçük çalışma odası yine de sıcaktı. Tahta sandalyeyi çekip eski masada sürdürümcülerin adreslerini sarı zarflara yazıp sıralıyordum. Mehmet Koç öğretmen dalgın, sigara dumanları arasında gelen yazıları okuyup ayırıyordu. Kapı tıklatılıp açıldığında içeriye girene başımı çevirip bakarken, Koç öğretmen ayağa kalkıp elini uzatırken;

“ Hoş geldin Kartal*! Nerelerdesin kardeşim? Yazın geliyor kendin görünmüyorsun.”

“Hoş bulduk Koç! Buralara kadar yolum düşünce uğrayım dedim.”

Kartal’ın önemli biri olduğunu duyumsadığımdan ayağa kalkmıştım, köşeden bir kırık sandalye alıp güneş giren pencere önüne sırtını vererek oturuvermişti. Önüne dikilip ‘… Hoş geldiniz! ..’deyişimi önemsizleştirmişti.

Koç Öğretmenim;

“ Arkadaş Öğretmen Okulunda Öğrenci, Makal’ın da yeğeni. Her hafta uğrar, yardım etmeye çabalar.” dese de ilgi göstermemişti.

‘…İmece de ara sıra yazılarını okuduğum ‘Kartal’bu muymuş?..’ bilsemesinde işimi sürdürürken, anlatılanlardan Eskişehir’de Tarih Öğretmeni olduğunu, ODAİE’nde öğrenci olduğunu da öğrendim. Asıl ilgimi çeken giysileriydi. Lacivert takım giysisi ak gömleği ve kırmızı kravatı, ütüsü, ayakkabılarının parıltısı ilgi çekiciydi. İlginçliğini tamamlayan yüzünün ak ve tıraşlılığından çok, kara saçlarının parıltılılığı, taranış biçimiydi. Bacak bacak üstüne atıp küçük taneli Oltu tespihini çakarken de ilginçti ama odaya soğukluk yansıtıyordu.

Dadal Öğretmenim kapıdan eğilip gördüğünde içeri girmeden hanın çaycısına dört çay söylemeyi unutmadı. Elini sıkıp hoşlarken kırmızı Türkmen yüzünde bir sıcaklık da görülmedi.

“ Yorulduk ama işi de gördük!” diyerek geriye kalan tahta sandalyeye otururken sıkışan soluğunu koyuverdi.

Gelen çaylarımızı içerken içim ısınmış işime daha içten sarılmıştım. Dadal öğretmenim de ortalığı toplamaya başlamıştı. Kalan dergileri sergenlere yerleştirip kitapları düzeltirken Koç öğretmen kendinden geçmişçesine anlatıyordu.

“ Milli Demokratik Devrim tamamlanmadı aslında. Kurtuluş Savaşı başlattı ama tamamlayamadı. Atatürk’ün erken ölümü ülkemiz için şanssızlıktır. Kaldığı yerden sürdürmek gerekir.” dedikçe Kartal Bey kızışıyordu. Kendisi gibi süslü sözcüklerle yanıtlamaya çalışıyordu.

“ Bunlara gerek kalmayacak devrim gerçekleşince. Denenmiş örnek gözümüzün önünde, Sovyetler nasıl yapıyorsa uygularız olur biter. Yorma kendini Koç kardeş.”

Koç öğretmenin susası yoktu, ağzı köpüklenerek sigara dumanları içinde anlatmayı sürdürüyordu.

Bir yandan işimi sürdürürken de usuma not düşüyordum. ‘Ne demek milli demokratik devrim, Sovyet modeli, devrimler nasıl yarım kaldı? Öğrenmek gerek bunları.’ Dadal öğretmenim sırık ucuna geçirilmiş eski bir süpürgeyle yerlere dökülenleri süpürürken kapıyı da açmıştı.

“ Toz toprak içinde devrim mevrim olmaz, önce yaşadığımız ortamı temizleyelim,” derken alaysı bir gülümsemeyle yüzüme bakıyordu.


Kartal, tozun görüntüsüne, saçına, ayakkabılarına zarar vermesinden mi, yoksa sözlerden mi ayağa kalkıp küçücük boşlukta gezinirken pencereden dışarılara bakınmaya başlamıştı. Koç öğretmen Kartal’a:

“Otur, sözü tamamlayalım!” derken Kartal dışarıları süzüyordu.

Dadal Öğretmenim de sandalyesine oturup ikinci sigarası yakıyordu.

“ Yok oturmayacağım. Hava fena değil, Ulus’dan Kızılay’a doğru ağır ağır yürüyeceğim belki bir kız tavlarım. İki yıl buradayım, inanması için bir yüzük takarım. Okul bitince de çeker giderim.”

Dadal öğretmenimin Erciyes dağının eteklerince engin yüzünün alev aldığını, gözlerinin kocaman olduğunu görünce içim titremeye başladı.

“Kartal! Bildiğimce sen evlisin değil mi?”

“Evliyim abi! Hanım Eskişehir’de bir ortaokulda görev yapıyor.”

“Sokaklarda sürteceğine evine gitsen!”

“Yol uzun, masraflı oluyor. Hem bir değişiklik olur benim için.”

“Aynı değişikliği yengemiz de yaparsa ne b..k yiyeceksin?”

“Yapamaz benim gibi bir adama!”

“Bilemem de aklıma takılan bir şeyi soracağım.”

“Nedir Dadal abi?”

“Sabahtan beri Koç’la kafa s..ktiniz devrim nasıl olur diye. Senin devrim anlayışın ‘… Kapıya şapkayı asıp girmek…’ kazığında bağlı geldi bana. Gideceksin… Suçu günahı olmayan genç bir kızı tavlayıp tertemiz duygularını kötüye kullanacaksın… Sonra da çekip kaçacaksın. Kız ne olacak diye de düşünmeyeceksin… Yaşamın boyunca duyuncun nasıl dingin olacak? İnsanların karşısında nasıl dürüstlükten devrimcilikten söz açacaksın. Kötülük yakamızdan düşmez, nereye gidersek bizi izler. Beklemediğimiz bir yerde, belki de kalabalıklarda yüzümüze dikiliverir. Delikanlı olmalısın, bizim Türkmen töremizde buna yol düşkünü derler. Toplumdan da uzak tutarlar. Yoksa yazdığına da inancım, saygım kalmaz.”

Şaşkınlık içerisindeydim ‘yol düşkünü’ ne demekti? Düşünürken kapıyı açıp dışarı fırlayan Kartal öğretmen;

“ O sizin dünya görüşünüz, tutucu bir yol. Çağdaş olun biraz!” diyerek kapıyı çarpıp çıkmıştı.

Suskunluk odayı basmıştı ama içimdeki kırıklık acıya dönüşmüştü. ‘…Dergideki yazılarını, şiirlerini okumuştum. Boşuna mı okudum?..’ yazıklanmasında kararsız kurgulardayken yerinden kalkan Dadal Öğretmen pencere önüne, Koç öğretmenin yanına yaklaşarak döktü içini.

“ Nerden çıkar gelir böyle zirzoplar bilmem? Yazdığına, kalıbına bakarsan adam bellersin. Ettiği sözler şu çocuğun ağzından dökülse güler geçerim de bunun sözleri ağırıma gitti. Bundan sonra gelen yazılarını ben okuyacağım.”


Koç öğretmen, kaşla göz işmarla üç çay istediğini vurgulayınca kalkıp dışarı çıktım. Toplum Yayınları’nın kapısında bir kalabalık vardı. Birkaç kişi çıkarken bir kaçı da girmeye yönelmişti. Ocağa yönelip çayları söyleyerek içeri girdiğimde kapıda gördüklerimden biri Kartal’dan boşalan sandalyede oturuyordu.

Talip Apaydın

Bizi koç tanıştırdı Talip Apaydın’la. Şaşıp kalmıştım beklemediğim karşılaşmadan. Yarım saat önce sinirlendiren Kartal’dan sonra; efendiden, orta boylu, sıkıntılarını içine saklayıp gülümseyebilen, konuşurken sesindeki okşayıcılıkla gönül alan, gençlerle çabukça iletişim kurabilen, Talip Apaydın öğretmenimin elini öptüm. İçim sevgi ve saygı kaynamasına durmuştu. Kucaklarken, yaptığım işe beğenisini dilendirdi. Söz arasında da;

“Makal’ı görüyor musun bu günlerde? Ben de görmüyorum epeydir. Adana’dan da sürülmedi mi daha?”

“ Görmüyorum Talip öğretmenim. Ben zaten cumartesi günleri çıkıp geliyorum buraya. Pazar günleri okuldan çıkmıyorum.” dedikten sonra susmak gereğini duymuştum.

Amasya öğretmen okulundan, Tokat’tan söz açıyordu. Soruşturmalardan, müfettişlerden, kararlardan usandığını, durumunu buralardan araştırmaya geldiğini, Fakir Baykurt’u görmek istediğini anlattıktan sonra;

“Sizi çiğneyip geçmek istemedim Dadal’ım. Nasıl gidiyor işler? Benim kitapların satışı nasıl?”

“İyi Talip can! İstenen her yere gönderiyorum. Ortakçılar çok satıyor.”

Birden yüzüme baktığını duyumsadım.

“Sen okudun mu?”

“Okumadım öğretmenim. Memleketten param gelince alacağım.”

Dadal Öğretmenimin yüzüne bakıyor, belki de gözle istiyor. Dadal Öğretmen’in uzattığı “ ortakçılar” kitabının kapağını açıp cebinden çıkardığı görümlü kalemle imzalayıp uzatırken de gönlümü almayı unutmuyor.

“ Parasını düşünme! Makal’ı görünce alırım.”

Dergiye gönderdiği yazıları anımsatarak kalktığında, elini öpüp teşekkür etmeyi unutmadım. Kapıdan çıkıp merdiven başına dek uğurladıktan sonra odaya dönmüştük.

“Benim gitmem gerekiyor. Yemeğe yetişmeliyim!

Akşamın karanlığı çökmeden armağan kitabı alıp ayaklandığımda, Dadal öğretmenim az önce karıştırdığı tereklerden bulduğu kitabını da imzalayıp iki dergiyle tutuşturdu elime.

“ Boş kaldıkça okursun. Yine bekliyoruz haftaya.”


Ellerini sıkıp iyi akşamlar dilediğimde merdiven başı kararmıştı. İki kilometre yolu koşar adım gitmem gerekiyordu. Cebimde yirmi kuruş yol param da yoktu.

__________________________________________________

*NK. Daha sonra yanlış davranışları nedeniyle soruşturmalarımıza da konu olmuştu. Uzun yıllar sonra Tarih üzerine yazdığı kitapları olduğunu öğrendim.

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

AZALIYORUM

1/3
bottom of page