top of page
Tamer UYSAL

AHMET UYSAL’dan BURSA’ya ŞİİRLER...



(1)


Sevgilim bir kaşı eğik bursa ikindisiydin sen (Ahmet Uysal)


Hölderlin, "insan yeryüzünde şairane mukimdir" der. Yani hayat bir şiirdir aslında ucu sonu belli buna layık olmak isteyen bir insan gibi, şair dili ile bu yaşamı dokur... Yani onu alelade olmaktan çıkartır yeniden kurar ona yeni bir mana katar... Kuru toprağı işlemek mümbit hale getirmek gibi bir şey bu...


Ahmet Uysal'ı seviyorum. Bana hep yakın bir şair gelmiştir... Yakınlık cismani hale de gelmiştir. Ölümünden kısa bir süre önce şiirlerinden tanıdığım Ustayla en son katıldığı kitap fuarı Bursa'da karşılaşmamızda vesile olmuştu (bir kitabını imza için kendine uzattığımda (Acının Gümüşü) başka bir tanesini de hediye olarak sunmuştu bana (Eylül Ebruları)...


Bursa'ya emeği geçmiş bir eğitimci idi. Bursa'da görev yaptığı sırada da bir edebiyat dergisi (Düşlem) çıkarmış çocuk kitapları yazmış değerli bir şair ve yazardı Kendini hem de yazdıklarım dolayısıyla ismen tanıyordum. Böyle bir ustayla karşılaşmışım, daha büyük mutluluk olabilir miydi benim için?


Hem sevdiğim hem beni iten bir tarafı vardır fuar salonlarının... Şimdi biraz frenk işi yani kibarca olsun diye herhalde stand diye adlandırılan sergilerden birinin önünde karşılaştık.. Sanırım benim gibi bir yeri arıyordu... Aman hocam sakın bana sormayın ben de karıştırıyorum demiştim de gülmüştü...


Bursa... Vefasız bir şehir... Haykırsan sesin işitilmez başka bir şehirde olsan nefesin duyulur falan derler.. Sanırım o öteki şehir olsa olsa İstanbul olsa gerek... Taşralılık İstanbul dışındaki mütefekkirin en umumi kaderi... Bunu hala kıramamışız. Nasıl kırılsın ki metamorfoz her yıl tersine işleyen bir saati gibi memleketin. "Müsademe-i efkârdan barika-i hakikat doğar" demiş ya Namık Kemal. Yani gerçeğin şimşeği düşüncelerin çatışmasından doğar... Bırakın bu fikri bile benimseyemedik ve hakkını veremedik bir türlü... Bir başlangıcı mutlaka olması gerekliyken takılıp kalmışız halbuki ve o muammalı kaseti geri sarıp durmuyor muyuz?


yağmur: güz görümlüğüdür orada. kadınlar: böğürtlen kokusuna bürünmüştür. mahfel: şiir sözlüğü yazdığım mekândır. güzaltı: şiir avlusudur. bursa: aşk yerine geçen şehirdir. çekirge:ebruli bir gömlektir. maksem: orada söz yağmur olur. sevgili: dağın öte yüzüdür. sokaklar: ömrümü çelmiştir.

Bursa'yı Bursa yapan kaç şair kaç şiir vardır ki.. Voltaire'i büyük bir mürşit sayan yaşadığı ve dünyaya hediye ettiği kent hala kendi adıyla anılır. Ona sunulan büyük bir vefakarlık ve saygı misali... Ya bizde... Bir taş parçasına kazılı bir iz bile yoktur... Oysa hayatı ebedi kılan ve balkıyan o şehrengizvari dizeler varken... Hala eksik tarafının iliklerine kadar işlediği bu sebeple varlığından yokluğundan şüphe duyarak sahiplendiğimiz geçmiş... Onu yarına taşıyacak kitapların o bir çiçek gibi sararıp solan yapraklarında mı saklanmalı? O zaman bundan dolayı ne diye müştekiyiz ne diye sızlanıp duruyoruz ki... Artık ne zaman şehirde dolaşsam bir şiir dizesi takılıp kalıyor aklıma eski zamandan...


Şehrini arayan bir nehirdim Arar gibi eski bir sevgiliyi Her yanım toprak, tuz ve kum Köpüğü dağılmış bozkırda Çoktan unutmuş çıktığı vadiyi


Şehir şiir olmadan hangi yüreği titretir. Setbaşı, Yeşil, Tahtakale... Bir mahal hüviyeti olmaktan öte kaç mana ifade ederdi ki... İşte Ahmet Uysal Bursa için böyledir. O Bursa'yı yeniden ören bir yürek işçisi gibi. Adı ve yüzü taşlardan oyulmasa da o yüreği ve şiiri ile ebedi belleğimizde.

ömrümü çelmeseydi bursa unuturdum o sokakları kalmazdı kaçamak günlerden bu ıslak gül kokusu da

ısırılmış elmaların tadı gizli sıyrıklar dudağımda dolaşıp durmazdı ürpertisi sularda, kuruyan otlarda

rüzgârlı taş avlular, serin çınar gölgeleri aramazdım göçü yıktığım şehirlerde bir orman kadar ıssızdım

bursa’yı sevdim ya, sanki kırgın bir aşk acısıyla sürüklenip gidiyorum yırmi yıldır oradan oraya

yağmurlu bir güz akşamı dönecekmiş gibi bursa’ya


(2)


Güz geldi ah, güle ne söylesem Sana ne söylesem ömrüm Toparlan, kanınla katıl haydi, Kalan ömrünle, kanayan yanınla Bir yoğunluğa koy günlerini

Şair hiç kamelyalı şiir yazmamış kamelyalı şarkı yok. Bir kaç ad bilirim kamelyaya ilişkin adını ondan alan. Alexander Dumas Fils tarafından yazılan “Kamelyalı Kadın” adlı bir roman, bir de aynı romandan uyarlanmış film: Ünlü aktrist Greta Garbo ile Hollywood jönlerinden Robert Taylor oynuyordu. Verdi’nin bir bestesi bu romandan esinlenilerek yaratılmış.Namık Kemal'in İntibah romanı da Kamelyalı Kadın'ın etkisinde yazılmış.. Gül öyle mi ki; ad olmuş, büyük ve doğurgan aşklara timsal. Çiçek ve edebiyat denince nerdeyse o akla geliyor. İranlı şair Furuğ Ferruhzad;

kızıl bir gül sürgün vermekte kızıl gül kızıl bir bayrak gibi ayaklanmada

Ah, ben gebeyim, gebeyim, gebe


diyor bir şiirde…


Kamelya ise bir çay türevi, çay bitkisinin tek çiçek vereni., bütün çaylar gibi yediveren. Kışın genelde açmayan bildiğimiz gülün boşluğunu dolduruyor. Lakin gül narin, tutkulu aşkın sembolü olduğu kadar yazların ve güneşin de habercisi. Ama devrimci şiirimizin bizde en uygun düşen paylaşılan çiçeği başka, tıpkı Adnan Yücel'in bir şiirinde belirttiği gibi:


Adı karanfil ki suçu rengidir Özgürlük dilinde bir imge Tutsaklık dilinde bir söylencedir Karanlıkta bir el koparır dalından Artık ölüme varmış bir işkencedir


Bursa'da bir meydan (Altıparmak) kerameti kendinden menkul, mütedeyyin belediyece yaza doğru kırmızı kamelyalarca donatılmış. Hani şu ara verdikleri Osmanlı'ya bir savurganlık ve şatafat devri olarak kullanılmış ya, bana lalelerden sonra yeni bir dönem çiçeği mi diye sordurtmadan edemiyor. Hayal tüccarları hayalet olasınız, kamelyaları da gayelerinize alet edecektiniz sonunda.Pes doğrusu yani bravo size!..

artık gizlisi kalmadı arka bahçemin ele verdim saklı orman yolumu

yaşlı kadınlara dağıttım kurutulmuş otlarımı da

genç şairlere gönderdim, kırk yıldır biriktirdiğim rüzgârları

seksen öncesi, sonrası, ben hep bir kırgınlığı yazdım

nasıl olsa bilirdi büyük ustalar, yalnızca gül alıp satmadığını bir şairin

(Ahmet Uysal, Güzaltı Şiirler)


(3)


Hüzünlü eylüller saklardı Yaralı bir çınar dalında İnce akan sulardaydı Islak, ıtır rengi bir güz

(Ahmet Uysal)


Bahar yeşil elbisesini giydiğinde en tazesinden, çınarlar daha bir heybetli sokaklar mis gibi akasya kokar Bursa'da. İlkbaharla yaz aylarının tadını çıkartmak için gidilecek müstesna bir köşe, en çekici yerlerden birisi Setbaşı’dır Bursa’da. Karın yağması ve Uludağ'dan yaz boyu eriyerek buradaki dereden akıyor olması bu mekandaki farklılığa bir renk daha da bir güzellik katıyor. Serin mi serin en ferahından, gökdere ile çevresi. Devasa bir paludaryum sanki kesinlikle korunması gereken bir güzellik. Öyle saklı cennet falan da değil: Şehir betonlaştırıldıkça şehir için değeri kat kat artan adeta ormandan bir parça koparılmış da buraya konmuş gibi duruyor. Yakın zamanda kaybettiğim babam DSİ’de işçi idi. Ankara Yolu’ndaki bölge müdürlüğüne taşınmazdan önce çok emeği geçmişti buralara. El bebek gül bebek yetiştirdiği fidanları hala görür gibi oluyorum. Bir serası vardı. Küçükken ziyaret ederdim. Şimdi Tabipler Lokali’nin hemen karşı sırasında Atatürk İlköğretim Okulu’nun yanıbaşında bir girişi vardır. En son bir dostla girmiştim DSİ'nden kalan tek iz orası, DSİ lokali de oradadır. Yeşilini koruyan eski Bursa'dan hala izler taşıyan saklı bir güzellik gibi Setbaşı semti.

Ve Mahfel Çay Bahçesi. Hep cıvıl cıvıl. En son gidişlerden birinde orada oturacak yer bulamayınca civardaki cafelerden birinde soluklanmak istemiştik de konuşmalarımıza kulak veren çevreden bir esnaf bizim yoğunluktan şikayet ettiğimizi duyunca haklı olarak “Bursa'nın en güzel yeri” demişti. Cafeler işini bilen işletmecilerin günbegün Bursa'daki kalabalığı paraya tahvil etmek için uğraştığı, masa sandalyelerle donattığı, dere boyunca yeni katlar çıkarttığı bir eğlence mekanına dönüşüyor.


"Şiir şairin yüreğidir”. Mutlaka. Kaç şaire uğrak yeri kaç şairin yüreğine şiir uçurmuştur Mahfel. Tanıyıp sevdiğim ama yakın zamanda da kaybettiğimiz eğitimci şair Ahmet Uysal da “Bursa: Benim Ütopyam" adlı şiirini aşığı olduğu Bursa şehri ve Mahfel için yazmıştı:


bursa: benim ütopyam, hayal ülkem benim!

zaman kırıkları topladığım leylâk rengi şehir!

yosun kokusu biriktiren evlerin evim olsaydı!

yağmurunla ıslanan ince yaz yolların yolum olsaydı!

mahfilde içilen sabah kahvesinin buğusuna karışsaydı yüzüm.

setbaşı köprüsünden, kar sularına düşürseydim yazdığım şiirleri.



İleriki bir tarihte cafe ve benzeri yerlerin artacağını, Gökdere boyunca Temenyeri’nden başlayarak Demirtaş'a kadar bu bölgenin kentin mesire yeri haline dönüşeceğini görür gibi oluyorum. Önceki belediye yönetimlerinin buraya özel önem vermeleri boşuna değildi. Şimdikiler ise bunun kaymağını yemekle meşguller. Irgandı köprüsü ve çevresi de başka güzellik tabi. Temenyeri tarafı bambaşka… Yok öyle çakma taşlardan beyhude suyu akıtmak. Saçma, habesle iştigal sahte şelale yaparak parayı saçmak. Ünlü Gezgin boşuna dememiş: "Bursa velhasıl sudan ibarettir” diye…


söz yağmur olur bursa’da maksem’den yeşil’e doğru savrulur gider rüzgârla

her gece gökdere’yle öpüşür mahfel kahve’nin oralarda nice şairle görülmüştür

tahtakale’nin eski evleri gibi sokulur sisli sokaklara kozahan’da inceltir ipeğini

98’de bir güz günü bursa’ya uğradım da gördüm şiirin yağmur olduğunu


(4)


erguvan buğusu sokaklar kaldı bana o şehirden


acemler’de kükürtlü vaktine soyunan masumiyet


koza han’da ağırca taşı zamanın


ıslak, ıtır kokusu sürünen ahşap evler


hüsnü züber’le girilen külliyeler avlusu


erguvan buğusu yağmurlar kaldı bana o şehirden

(Ahmet Uysal)



Bursa’ya Şiirler kitabının ilk şiiri “Erguvan Buğusu”. Hiç unutmam bir gün Alanya dönüşümde Antalya terminalinde bir genç otobüste yanımdaki koltuğa oturdu Kız arkadaşı Bursalıymış. Tanışma faslımızdan sonra güzel sohbetle Bursa'ya kadar geldik. Pencereden gördüğü palmiyeleri göstererek "Buranın palmiyeleri çok küçük" dedi gülümsedim "Onlar buraya özgü değiller ki, nasıl Antalya'nın palmiyeleri güzelse Bursa'da da çınarlar vardır böyle" dedim. Otobüslerde gençlerin yanıma denk gelmeleri beni mutlu ederdi. Yine doğu kökenli olduğunu tanışınca öğrendiğim sempatik bir genç Ankara dönüşü aynı şekilde yanımdaki koltuğa denk geliyor. Tanışıyoruz. "Abi ben hayatımda hiç zeytin ağacı görmemiştim" diyor Bursa'daki ablasını arada bir ziyaret edermiş. Tebessüm ediyorum bu defa o soruyor ben yanıtlıyorum: "Bunlar daha bile küçük Denize yakın yerlerde daha gürbüz olanlar var" diyorum. Hoşuna gidiyor.


Her zaman şaşarım ve aklım bir türlü almaz İnsanlar eldekinin kıymetini bilseler öbürkülerde olana değer verirler miydi? Bu herhalde bir çeşit meraktan kaynaklanıyor ya da özentiden, farklı görünmekten. Komplekslikten de olabilir kim bilir? Boşuna taş yerinde ağırdır dememişler. Palmiyelerden sözediyorum: Fomara'daki İtalya’dan ithal edilen palmiyelere dikkatlice baktım geçen. Seneler geçti halbuki. Kimi tıfıl kalmış kimi biraz daha iri. . Bir ara da yapay ışıklı palmiyeler vardı. Basına yansıyan haliyle Trabzon ve Urfa'da sorun olmuştu bu palmiyeler. Bursa'da da vardı böyle bir furya. Bir palmiyelerimiz eksikti neyse ki erguvan daha popüler oldu ve palmiye konusu unutuldu gitti. Ondan önceki belediye yönetimi lale düşkünü idi. Şimdikiler ise kamelyalara kafayı taktı gibi, ne yapacakları hiç belli olmuyor...


Tepeler yamaçlar onlarla süslüymüş bir zamanlar. Şimdi onlar da kente mahkumlar, kırlardan dağlardan uzaktalar; kah bir çocuk parkı kah bir mezarlıkta rastlanıyor erguvanlara. Ya da bir alışveriş merkezi bahçesinin zoraki mahpusları gibiler...


Erguvan dinsel metinlerde adından sıkça sözedilen bir ağaç. Hristiyanlar Erguvan’a, İsa’nın çarmıha gerildiği ya da onu eleveren havarinin pişmanlıktan kendisini astığı ağaç olarak bakarlar. Baharı müjdeleyen erguvanlar nisan mayıs aylarında kendine özgü renkte çiçekler açar. Hristiyanlara göre önceleri beyaz açan çiçekleri sonra kan ve pişmanlıktan şimdiki eşsiz renge dönüşmüş. Romalılar soyluların giydiği o ulvi erguvani renkli esvablarını bir hayvancığın kanıyla boyarlarmış.


Osmanlının lale ve gül kadar sevmese de uğruna fasıl ilan ettiği ağaç. O yıl çok açarsa bolluk ve bereketli olacağına inanırlarmış. Turgay Fişekçi,


Kıskanılacaksa büyük şair Hayatıyla kıskanılmalı. Şiir, hayata göre kolay bir eylem. Bir gün uğraşılarak güzel bir şiir yazılabilir: Mavi bir göğü pembeye boyayan Birkaç erguvan ağacını, Bir çınar gölgesindeki Serin bir su sesini, Bir yakınlığı düşleyerek.


diyor bir şiirinde. Erguvan tipik maki yani bir Akdeniz bölgesi bitkisi. Halk arasındaki adı: Boynuz. Edebiyatımızda da mazisi olan bir ağaç ve dizelerden eksik olmamış bir çiçektir halbuki. Yahya Kemal'de baharın simgelerinden biri dağ dağ kızaran erguvanlar, Mehmet Emin Yurdakul'da bütün renkler arasında en güzeli.…Baki'nin en sevdiği, Tanpınar'ın gülden sonra bayramı yapılacaksa çiçeği....Devrimci edebiyatımız için ise bir zenginlik değil biraz hüzün demektir erguvan ve erguvanlı baharlar...

Nazım Usta kendisini tanıttığı (otobiyografik) şiirinde,


kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin


demişti.. Çok severim bu dizeleri çünkü insan kendini bulduğu her şeyi sever. Kültür çiçeklerini yani saksıdaki çiçekleri bahçedeki çiçekleri kısaca yanıbaşındaki narin el bebek gül bebek misali binbir meşakkatle büyütülen çiçekleri bilir de kır çiçeklerini tanımaz pek ot der çalı der onlara geçer... şehirli insanlara belki uzak olduklarından belki de onlara ulaşmanın olanaksızlığından... elbet karanfili gülü de severim ama bana hep daha ilginç daha hatırlı gelmiştir kır çiçekleri... süs bitkilerini babadan gelen bir ilgiyle tanıdım bazılarını bilmesem de çoğunu isimleriyle sayarım (babam özgün; latince isimlerini ezbere bilirdi) Kır çiçeklerine de sonradan merak sardım..



Uludağ ya da Olimpos eski adıyla keşiş dağı Bursa'ya eteklerini uzatır... Uludağ'ın Bursa'ya armağanı ovayı şenlendiren suları olduğu kadar eteklerinde yetişen sayısız bitki kuşağıdır (Mayr adında Alman bir botanikçi belirtmiştir ilkin, toplam 7 kuşak, her kuşakta ayrı bitki türleri mevcut olduğunu) Son yıllarda kent betonlaştıkça sanki inadına bazı türler beliriyor.. Bu türlerden bazılarını zaman zaman resimliyorum: Aslanağızları, sığır kuyruğu (verbascum thapsus) ve çan çiçekleri... Efes'in bu ünlü endemik bitkisinin bazı türleri Bursa surlarını da süslüyor...


Bu çiçekler öyle saksıya pencereye gelecek türden değil bir sur dibinde, bir burcun en keskin yerinde bitiveriyor... Ah bir de o çakma restorasyonlar olmasa...

İda sözlüğü’ne ektir:

ida sözlüğü inadına mavidir;

tutar yeri göğü.

güle tutkundur üstelik;

gül: anlam mı bırakır bir sözlükte!

sözlük bir çiçeğe yenilirse, karşılığı ne olur lâlenin?

ahmet uysal mı, lavanta kokulu,

tozlu bir yolmuş meğer!


(5)


Biz birkaç büyük şairin dizelerinden de okumuştuk Bursa’yı Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın düz yazı ve şiirinde, Nazım ise kapatıldığı bir hapishanesinde yazmıştı bu şehri…


Ahmet Uysal’ın Bursa şiirlerinde Bursa’nın dünü dışında geçmişe dair hiçbir tarihsel övgü abartısı, hamasi nutuk ve vaaz yok. Hayatından öncesi sadece Bursa’ya dair, kendine ait bir yaşanmışlık ve bugün var.


Ahmet Uysal’ın şiirlerinde Bursa sanki büyük bir çiçek bahçesi ve her şiir bu şehre bir güzelleme gibi..


Leylak rengi şehir, Itır kokusu, gül kokusu ve erguvan buğusu gibi tamlama ile betimlemelerde de görüldüğü gibi Bursa şehri çeşitli çiçek ve kokularla özdeşleştirilir. Bu renkler mor diken, mor renk, mor zambak, mor ikindi ve Bursa moru ile gül, leylak ve erguvan’da odaklanır. Bilhassa gül, şairin nerdeyse Bursa’yla ilgili yazdığı şiirlerde ilk akla gelendir. 30 şiirin 12’sinde de kullanılmıştır. Kızıl alev gül, Böğürtlen kokusu ve şarap rengi de bu çiçekli Bursa tablosunu oluşturan farklı renklerdir. Az da olsa menekşe ile nilüfer de şiirlerde yer bulmuş, Bursa’yla bütünleşen genel olarak ifade edici bir renk olan yeşil ise çınar ve Yeşil Türbe’de bir ayrıntı olarak kalıyor.


Leylak rengi Bursa şiirlerindeki dizelere bakınca Ahmet Uysal’a özgü bir renk sayılabilir. Kiminin Bursa’nın tarihsel ve mistik simgelerinden saydığı erguvan 6 şiirde yeralmış ve 1 şiirdeki başlıkta kullanılmıştır. Leylak da 5 şiirde kullanılmış ve 1 şiirin başlığıdır..