Yusuf AKSOY
Bir yılı daha eskiterek uğurlamamıza birkaç gün kaldı. Gerçekte eskiyen ise yıl değil, sessiz çoğunluğun beklentileri, umutları oldu. Umut edilir ama beklemez. Ona ulaşma adına harekete geçmek gerekir. Bu anlamda dileklerimizin hepsi bizi beklemekten yorgun düştü. Ülkemize bir el uzatımı uzaklığındaki Orta Doğu’daki çatışmalar, savaşların yol açtığı büyük acılar ve üzüntüler hepimizi derinden etkiledi. İsrail’in Filistin’e soykırım düzeyinde saldırıları sonucu çoğu çocuk ve kadın olmak üzere elli bin Filistinli dünyanın gözü önünde katledildi. Aynı zamanda ülkemizde yakılan ormanlar; ölüm barınaklarında, sokak başlarında katledilen sokak hayvanları, kadın cinayetleri ve intiharlar yediğimizi, içtiğimizi boğazımıza dizdi. Kapitalist neo liberal ekonomi politikaları enflasyonu azdırdıkça azdırdı. Emekçiler, emekliler ve işsizler için bu politikaların sonuçları açlık sınırında yoksulluk ve çaresizlik içinde debelenen milyonlar oluyor. 2024 yılından en büyük dileğimiz salgınların, afetlerin, kadın cinayetlerinin, çocuk işçiliğinin, çocuk gelinlerin, istismarın, hayvanlara eziyetin ve savaşların bir daha olmamasıydı. Ama maalesef dileklerimiz havada asılı kaldı.
Soyut dileklerimizin de anlamlı olmasının koşulları var oysaki. Beklendik ya da beklenmedik tüm hasarların, kötülüklerin, acı ve hüznün üretildiği koşullar var. Bu üretilen koşullar örgütlü ve politiktir. İnsana, hayvana ve tüm bileşenleriyle doğaya yönelmiş kötülüğün sahipleri var. Bu azınlık sahipler, kendi mutluluğu için hepimizin mutluluğunu çalabiliyor. Bu yavuz hırsızlara karşı örgütlenip savaşmadan mutluluğa erişmemiz de pek mümkün olmayacaktır. Her tarihsel dönemin buhranları olmuştur, olacaktır da. Buhranlar bireysel düzlemde genellikle psiko-sosyal ardıllıdır. Bunlar hırs, duygusal erişemezlik, başarısızlık vs. biçiminde olmaktadır. Bu türden dönemlere tepkiyi estetik bir eleştiri olarak Louis Argon’unun “Mutlu aşk yoktur.” diyen dizelerinde duyumsarız belki de. Her dönem olabilen iç sıkıntılarımız zamanla azalıp sönümlenebilir özellikte olabiliyor. Toplumsal ve evrensel buhranlar ise çok büyük kitleleri uzun dönemler içinde etki altına alıyor. Hele ki bu buhran beslenen politik bir buhransa, bir bütün çağa mal oluyor. İşsizliğin, yoksulluğun, açlığın, savaşların ve afetlerin bile yarası bir şekilde sarılabiliyor. Yarası sarılamayan, açlığı, yoksulluğu da bastıran en büyük yıkım ise ‘adaletsizlik’ ile gelen kirli buhran dönemleridir.
Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, örgütlü kötülükten yana olmamakla suçlu ilan ediliyorsunuz. Ve sizi savunabilecek mekanizmanın olmadığını görüyorsunuz. Adaletsizlik, neredeyse adalete karşı en büyük güç olmuş durumda. İşte tam da bu zamanda yurttaşlık duruşu çok önem arz ediyor. İşte tam da böyle bir zamana tekrar sesleniyor Brecht “Karanlık zamanlarda şarkı da söylenecek mi? Elbette, şarkı da söylenecek, karanlık zamanları anlatan." Şarkılarını söyleyebilenlerden hatta mırıldanabilenlerden dolayı yarına güven duyabildiğimiz bir dönemden geçiyoruz. Her şeye rağmen bizim mahallelerde çok şeyler konuşuluyor. Ama buzu kırıp yolu açmak için “Aslolan değiştirmektir” diyen Marks’ın öngörüsünden hala çok uzakta konuşanlar.
Bilim ve teknolojin baş döndüren gelişiminden dolayı yaşamın tüm argümanları meta odaklı bir hız içerisinde tüketilmektedir. Bu sürece de egemenler ‘Hız Çağı’ adını vermektedir. Hız sömürebildiğin her alanı her şeyi aşırı hızda sömürmek; ahlak-etik ve adalet kavram ve duygusunun yok edilişini fark edilmeyecek bir hızda tüketmekten öte bir şey değildir gerçekte. Fark edilmeyecek bir hız da kadın cinayetleri, çocuk işçiliği, çocuk gelinler ve her yönden yer yöne göçler, yoksulluk ve açlık tehdidini yok hızında unutma dönemi.
Çok geriye gitmeyeceğim. Mütevazi bir şekilde yeni yıldan isteklerimi geçen yıl bu zamanlar aynı konu ile ilgili yazdıklarımdan paylaşacağım:
“İnsanlık tarihi şüphesiz ki sayısını bilemeyeceğimiz çoklukta takvimlere başlangıç yapılacak olaylar yaşamıştır. İnsanlık tarihi her şeyden önce sınıfların tarihidir. Tarih boyunca süren kaos ve kavganın hep iki tarafı olmuştur: Ezenle ezilenlerin uzlaşmaz kavgası! Orta da olanlar yok mudur? Soruna yanıt: Hayır olmamıştır! Ortada olmak, seyirci olmaktır. Seyirci olmak ezenden, kötülükten yana olmaktır. Sekiz milyar insan nüfusunun küçük azınlıklar tarafından tepelenmesinin ardında biraz da bu gerçeklik yatar. Daha bir yıl önce bugün durağan toplumun ‘bireyleri’ olarak kırıntıları bırakılmış tüm beklentilerimizi, düşlerimizi, tozpembe hayallerimizi oturduğumuz yerden klavye ile sanal dünyaya havale etmiştik. Havalelerin çok büyük kısmı da boşlukta, konformizme uygun genişlikte yer bulamadığından çarpışarak, dağılıp birer birer yok oldular. Hayat bulan ve bulaşan kıymetli mesajların sahipleri de penceresiz bir metre kare yerlerde duymazlığa tıkıldılar ya da bilmem kaç km uzaktaki diyarlara yollandılar. Akıbetleri bilinmeyenler hala bilinmiyor. Bilinmeyenleri bilip bulunmayanların peşine takılarak yeniden heyecanlanabiliriz.
Heyecanlanmada ciddiysek yol, iz sürerek kendimizi buluruz ve kendi olanlarla yeniden hayaller üretip yaşama sarılırız. İnsan olduğumuzu, onurlu bir canlı olduğumuzu hatırlarız bilgiye, bilime ulaşma becerisi gösterebildiğimizde. Bu diyalektik düşünce sistemi bizi bilinçli ve üreten cesaretle buluşturur. Ve sorgulama süreci başlar: Afetler doğal değildir! Savaş cinayettir! İşsizlik, yoksulluk kader değildir! Salgınlar doğanın talanı ve canlı türlerine uygulanan işkence ve soykırımla ilgilidir! Çocuk işçiliği sermayenin tercihidir! Zorunlu göçler ve sürgünler kapitalist emperyalizmin vahşeti ile ilgilidir! Kadın cinayetleri politiktir! Çocuk gelinler konusu politiktir! Tarımda zehirli kimyasallar hepimizi öldürür! HES’ler su kaynaklarını bitiriyor! Nükleer Santraller Savaş teknolojisi için kurulur! Siyanür altın dağıtmaz; toprağımızı, suyumuzu zehirler, öldürür! Tarikat ve cemaatleri okullara sokmak; laik ve bilimsel eğitimi yok eder, ülkemizin geleceğini karanlığa gömer.
Yeniden bir yeni yıla girerken yeni yıldan ne istiyorsak onun da bizden istedikleri olacağını unutmayalım. İsteklerimizin peşinden koşacağız! Nazım ustanın dediği gibi “ Yaşamı ciddiye alacağız!” Alın terine uzanan kirli ellerle dost olmayacağız. Sadece kendi kanayan yaralarımızı değil, başkalarının da kanayan yaralarını göreceğiz ve kanayan neredeyse gidip el basacağız yarasına. Şarkıları susturulanlarla karanlığın orta yerinde sokaklara çıkıp şarkılar söyleyeceğiz: Aşka, barışa, emeğe, adalete, laik yaşama, sanata, bilime, hürriyete ve umuda.” Yazımın son sözleri Nazım dizleriyle yeni yıl yıldızları gibi parlasın:
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle: işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet…
コメント