Çapar, ufak tefek, ince yapılı, köse bir oğlandı, Necdet. Memuriyete başladığında, her şeyi öğrenmeye hevesli gözleri, ışıl ışıldı. Köy çocuğu olduğundan mı, yoksa memurluğu fazla önemsediğinden mi bilinmez, öğretildiği üzere, amirleriyle ‘sayın’sız konuşmazdı. Pek alışık olunmayan erkek sekreterdi. Dışardan bakıldığında, telefon bağlamak, randevuları ve toplantıları ayarlamak gibi önemsiz uğraşlardı tüm yaptığı. İşi gereği giyim kuşamı her zaman tertipli ve temizdi. Küçük kasabaların, il olması furyasının yaşandığı o yıllarda, en genç ilin yetkili müdürlerinden birinin yanında çalışmanın verdiği bir hava taşıyordu yürüyüşünde. Kendisi gibi şehirleşmeye hızla geçiş yapan bu ilde çalışıyor olmak, yaşadığı köyde el üstünde tutulmasını sağlıyordu ayrıca.
Yerel yönetimlerin siyasi yapısı gereği, idarecilerin atamalarında yaşanan değişikliklerden Necdet de payını alıyor, sık sık müdür değiştirmesine neden oluyordu ya… Neylesin?..” Gelen ağam giden paşam” deyip, görevini yapıyordu.
Kalabalık, çoğunluğunu genç kadınların oluşturduğu, birçok farklı bölümü aynı işyerinde barındıran bir yapısı vardı kuruluşun. Ancak kimse kimsenin işini yapmaz, ayrıca öğrenmekte istemezdi. Eskiden beri alışılmış sanki askeri bir düzen hâkimdi. Müdürün, günde birkaç kez, beklenmedik ziyaretlerine gelişiyle bütün çalışanlar ayağa fırlıyordu. Hangi müdür çıkarmıştı şimdi hatırlamıyordu, ama herkes bu kuralı bir zorunluluk gibi yerine getirmeye gayret ediyordu.
Görev yaptığı on yıldan bu yana her tipten müdürle çalışmış, ama böylesine ilk defa rastlamıştı Necdet. Müdür gelmeden namı gelmişti işyerine; amir ve memurlarına karşı inanılmaz dengesiz biri olduğu, çalıştığı hiçbir ilde altı aydan fazla barınamadığı… sonra yaş haddinden emekliye ayrıldığı ve kanunun iptal edilmesinden yararlanarak tekrar göreve döndüğü... döndükten sonra da, buranın gezdiği bilmem kaçıncı şehir olduğu… Olsundu. Nasılsa tanıyıp, huyunu suyunu kabullenip, alışırlardı. Hangisine alışmamışlardı ki? Böyle düşünüyor, büyütmüyordu da gözünde.
O gün, sabah saat sekizde herkes, yeni müdürlerini hazırolda bekliyorlardı. Makam arabasının binaya yaklaştığını gören görevli kapıya koştu. Makam şoförü seri bir şekilde arabadan kendini atarak, arka koltukta oturan, kalın çerçeveli siyah gözlüklü, kısa boylu, saçı simsiyah boyalı ve sinekkaydı tıraşlı müdürü, saygıyla ceketini ilikleyerek, arabadan indirdi. Sonra, muhtemelen karısı olduğunu düşündükleri bir hanım, kendi başına arabadan inerek onları takip etmeye başladı. Müdür, aynalı binanın merdivenlerine doğru ilerlerken başını kaldırarak etrafı kolaçan etti. Şoföre:
-Bu… bu… bayrak.. değişecek!.. Daha yeni ve büyük olmalı!.. Suçtur…
Necdet kapıda, ceketinin önünü iliklemiş, olanları izleyerek, bekliyordu:
-Hoş geldiniz , sayın müdürüm!..
Odasına geçti. İçeride dört dönmeye başladı. Cebinden bir tarak çıkararak saçlarını taradı aceleyle.
Necdet hala kapıda dikiliyordu. Ola ki bir emri…
-Bü… bü… bütün per..soneli bu… bu… bura… ya topla!..Hep.. sini tek tek tanımak is… is… is… istiyorum. En yakın il… il… çesi neresi buranın?
Necdet şaşırmış, söylemek istediklerini, soracaklarını unutmuştu. Adam kekeliyor, lafları ağzında yuvarlayıp, can çekişiyor gibi kafasını sağa sola çevirerek, ağzını yaydırarak konuşmaya çabalıyordu. Dikkatlice yüzüne baktığında müdürün gözünün birinin kapalı ve gözlük camının da diğerinden daha koyu renk olduğunu fark etti. İçinden:
-Yandık!.. İşimiz var… Bu adam hem kör, hem de kekeme.
-Efendim, bir şey içer misiniz, çay, kahve?
-Buyurun efendim, göstereyim.
Necdet döndüğü zaman, bütün personel odasında toplanmış, onun gelmesini bekliyorlardı. Aralarında fısır fısır konuşmalar devam ediyordu ki, kapıdaki sesle herkes irkildi. Müdür kapıya toslamış kafasını ovuşturuyor, bir yandan da dağılan saçlarını düzeltmeye çalışıyordu. Gülmemek için dudaklarını ısırıyordu personel. Hep bir ağızdan:
-Hoş geldiniz efendim, hayırlı olsun!..
Geçti, koltuğuna oturdu alelacele. İri kalın çerçevenin altındaki tek gözüyle, sorgulayan yargıç edasıyla, sırayla herkese görevlerini sordu kekeleyerek.
Şube müdürleri sırasıyla kendilerini tanıtıp, çalışmalar hakkında kısa bilgiler vermeye çalışırken, müdür hiç oralı görünmüyordu. Necdet’e dönerek:
-Ça…ça… çay.. söyle arkadaşlara!.. Ba… ba… bana da bir bir bardak su.
Çalışanlar çaylarını yudumlarken, müdür suyun çoğunu bir çırpıda içmiş, bardağın dibinde kalan suyu da, koltuğun arkasında duran deri kaplamalı fona, şımarık bir çocuk gibi fırlatarak, hiçbir şey olmamış gibi, cebinden çıkardığı tütün tabakasından sarma bir sigara yakmıştı. Savrulan ağır tütün dumanı, çalışanların yüzünde bir şamar gibi patladı.
-He…he..herkes i..i.. i.. işinin başına şimdi!..
Çalışanlar, allak bullak odalarına dönerken, müdür, sekreter odasında, geldiklerinden beri köşede oturan hanımı Necdet’e göstererek:
-Bu ha…ha hanım da kim?.. Ne ..o o oturuyor bu bu burada?.. Ne is..is...tiyor?
-Eşiniz olduğunu söylemişti efendim.
Sonra kadını gene unutarak, yeni emirlere girişmişti:
-Şoför arabayı ha… ha… hazırlasın hemen!..çıkacağız!
Müdür, teri henüz soğumadan, ilçelerde aldı soluğu. Çoğu ziyaretlerini jet hızıyla aynı gün tamamlayan müdür, her ilçede mutlaka bir eksik bularak, garip davranışlarıyla ilçe müdürlerini alt üst etti ilk günden.
Müdürün eşini ağırlamak ise Necdet’e düşmüştü:
-Hanımefendi, size ne ikram edeyim, ne içersiniz?
-Teşekkür ederim, ben bir şey almayayım. Yalnız nerede kalacağımı, ayarlarsanız sevinirim.
-Tabi efendim. Ben size misafirhanede yer ayırtmıştım, lojman boşalıncaya kadar kalacağınız yeri göstereyim.
Necdet, Hanımefendinin kalacağı misafirhaneye kadar eşlik ederken, içinden, kadının gerçekten hanımefendi olduğunu, eğitimli birine benzediğini, müdürü… ve kadını görmezden gelen garip tavrını düşündü… Uyduramamıştı bir türlü. Çocukları var mıydı? Sorsa mıydı acaba? Nasıl biriydi müdür?
Necdet görevine döndüğünde mesai bitmek üzereydi. Müdür, ziyaretlerinden henüz gelmemiş, çalışan diğer personel ise koridorda, kendince gülecek bir şeyler bulmuş, günün kritiğini yaparak, gözleri yaşarıncaya kadar katılarak gülüyorlardı.
Ertesi gün, Necdet eşinin güzel sözleri ve minik kızının öpücükleriyle uğurlanmıştı işe. Karısı , eşinin, diğer köy delikanlıları gibi gündelik işçiliğe talim etmeyip, temiz tertipli bir işi olmasına şükrediyordu.
Koridorlar, köpüklü sularla silinmiş, aynalı binanın, aynaları dahi parlatılmıştı. Büyükçe yeni bir bayrak asılmıştı, direğin tepesine. Sabah çayları içilmeye hazır, mesai saati başlamıştı. Dışarıdan bakana, büyük bir holding görünümü veren bu yeni binanın içerisi de alabildiğine konforluydu doğrusu.
Necdet, böyle bir işyerinde çalışmanın kıvancıyla bacak bacak üstüne atmış, keyifle çayını yudumluyordu ki, aniden kapıda beliren müdürü görür görmez çayı üstüne başına dökerek fırladı.
-Günaydın, sayın Müdürüm!..
-Se..se..sen de , ki… ki… kimsin, böyle?..
-Efendim, hatırlamadınız mı? Ben, sekreteriniz Necdet, dün tanışmıştık.
-Sen git!.. O gü gü güzel, i..i…iri me… me… meli, aş ..aş..aşağıda gö… gö… gördüğüm kız gelsin bu… bu… buraya.
Necdet aptallaşmış, öylece kala kalmıştı. Amiri olarak, saygıda kusur etmemeye çalıştığı bu adam neler söylüyordu böyle, utanmıyor muydu? Çaresiz merdivenlerden aşağı kata doğru inerken, tırabzanları silip, kurulamaya çalışan ufak tefek, hakikaten iri göğüslü temizlik şirketinden gelen , hanıma takıldı gözleri: Acaba ?...Daha neler?...
Bundan mı söz ediyor?.. Allah allah!..
Karar verememişti, Ayniyat servisinde çalışan Esma Hanım’dan söz ediyor herhalde, aşağı katta tek iri göğüslü hanım o, diye düşündü sonra. Esma Hanım’a ne diyecekti ki? En iyisi hiç bir şey söylemeden, sadece ayniyat memurunu istiyor demeliydi.
Aşağı kata inip, Esma Hanıma:
-Hayırdır, Necdet Bey!..Ne yapacakmış ki beni? Daireye malzeme mi alınacak, yoksa demirbaşlarımı soracak bana?
-Hiç bilmiyorum, Esma Hanım. Gidelim mi?
Birlikte Müdür Bey’in Odasına girdiler. Müdür Necdet’e:
-Bu… bu… bu… değil… Ö…ö…öteki.
-Sö…sö…söyledim ya!..Aş...aş…aşağıdaki…
Necdet merdivenlerden koşarak inip, tırabzanları silen iri göğüslü kadını kolundan tuttuğu gibi müdürün yanına getirdi kargatulumba.
-Ge…ge…ge gel bakıyım,i..i..i..içeri!..
-Kadın neye uğradığını şaşırmış, Müdürün arkasından içeri girdi. Müdür cebinden çıkardığı peşkir büyüklüğündeki mendille burnunu göstererek:
-Ge…ge…gel, ba..ba..bakıyım…yanıma da, Ş..ş..şu… bu..bu..burnumun i..i..içine bak, ne var? Çı..çı..çıkaramadım, sa..sa..sabah…tan beri, ş..ş..şu pisliği…Ka..ka..kaş..ınıp…duruyor. A…a..al me..me..men..dili!..
Kadının rengi sararmış, tuhaflaşmıştı. Müdürün elinden çekerek aldığı mendili taş gibi yere fırlatarak, hiddetle:
-Beyefendi… beyefendi? Ben, yer temizliği yaparım sadece!.. Sizin özel hizmetçiniz yok burada!.. Kendi burnunu temizlemekten aciz…Çattık vallaha!.. Oldu…başka yerinizi de temizleyelim bari, temizlikçi olduk ya!...Kadın içeriden çıkarken, hırsını alamamış, söyleniyordu hala merdivenlerden inerken.
Necdet ise Esma Hanım’a; müdürün, geçende eşini, bugün de kendisini tanımadığını; binanın içinde odasını bulamayıp, başka başka bölümlerde gezdiğini, telefonun ahizesini kulağına ters tutup, sonra da kabahati telefonların bozukluğuna yüklemesini; bunca yıl müdürlük yaptığını duymasa tımarhanelik olduğunu, düşünmeye başladığını… anlatmaya çalışıyordu.
Müdür yeniden odasından çıktı. Necdet’ten , bütün servisleri dolaşmak için kendisine eşlik etmesini istedi. Esma’ya da dönerek:
- Bu…bu…bundan sonra, se…se…sen, bu… bu… burada,. be… be… benim ya… ya… ya… nımda ça… ça… ça... lışacaksın.
Esma kendi kendine; neden hemen odasına dönmeyip, oyalanıp, çeneye daldığına hayıflanarak, çaresizce:
-Ama efendim…Ben sekreterlikten anlamam ki.Kaç yıldır ayniyat memurluğu görevi yapıyorum ben.
-O..o..olsun. He..he..herkes, he..he..her gö..gö..görevi bi.bi..bilecek!
Esma, daha ne diyeceğini bilemeden, sekreterlik koltuğunda bulmuştu kendini. Necdet ise satın alma ve ayniyattan sorumlu olacaktı bundan böyle.
Daha sonraki günlerde müdür, canı sıkıldıkça, görevlilerin yerini değiştirir olmuştu. Şimdi herkes yeni göreve başlayan acemi birer memur gibi davranıyordu. Kimsede huzur ve heves kalmamış, yarın hangi serviste, ne görevde çalışacaklarını ne iş yapacaklarını düşünür olmuşlardı.
Necdet, mesleğinde ilerleme kaydetmek istiyordu ama böyle… şamar oğlanı gibi… her gün farklı bir serviste… Belki de yarın yerleri sildirecek, belki de bahçede çalıştıracak…
Müdürün kararsız davranışlarıyla sık sık yer değiştiren memurlar diken üstünde; iş üretemiyor, yetişmesi gerekenler dağ gibi yığılıyordu. Üstüne üstlük, müdür, sağda solda kendi kararsız davranışlarını kapatmak için, çalışan elemanların iş bilmezliğinden, tembelliğinden, emirlerine karşı gelip, saygısız davrandıklarından, işten çok, laf ürettiklerinden söz ediyordu kekeleyerek.
İstek dışı yapılan atamalardan kaynaklanan huzursuzluklar, tuhaf görevler, bu kurumun daha önce ne iş yaptığından bile habersiz yöre halkının bile, birdenbire gündemine oturuvermişti. Gün olmuyordu ki -gazetelere manşet- komik olaylar yaşanmasın kurumda. Emekliliği dolanlar bir an önce ayrılmaya karar vermişti. Çalışanlar ise, sınav kazanarak geldikleri bu işyerinde, ne görev yaptığını söylemeye çekinir olmuşlardı.
Necdet o özenerek gittiği görevine, artık ayaklarını sürüyerek gidiyordu. Müdürü; toplantıya gönderirken bahçede tıraş etmekten tutunda, ayakkabılarını boyamaya, arabaya binerken kafasını kapıya vurmasın diye, küçük bir çocuk gibi itinayla arabaya bindirmeye, binada kaybolduğunda, sığınakta müdür aramaya kadar varan, garip görevler, memuriyetten iyice soğutmuştu.
Çok geçmemiş, müdürün küfre varan konuşma üslubu ve hitap şekilleri, iş için dahi dışardan gelen memurlara tuhaf uygulamaları, çalışanların huzursuzlukları ve işlerin aksaması, en yüksek mülki idare amirinin de kulağına, gidivermişti.
Necdet, dönüp dolaşıp yine eski görevi olan sekreter koltuğuna oturmuştu. Aralıksız çalan telefonun ahizesini kulağına götürerek:
Karşı taraftan valilik sözcüğünü duyan Necdet, gayri ihtiyari; Vali, karşısındaymış gibi ayağa fırlamış, bir yandan ceketini iliklemeye, bir yandan da telefon hattını, müdür odasına bağlamaya çalışıyordu.
-Sayın müdürüm, vali bey sizinle görüşecekmiş, valilikten arıyorlar, veriyorum.
Nasıl anlaştılar, müdür nasıl yanıtladı konuşmaları… Bilemiyordu Necdet. Çünkü şimdiye kadar telefon görüşmelerini hep sekreteri aracılığı ile yapmıştı. Kekelemesi oldukça zaman alıyor, üstelik kimse de bir şey anlamıyordu.
Neden sonra müdür, süklüm püklüm odasından çıkıp gitti.
Necdet, notuna aldığı arayanların listesini gözden geçiriyordu. Müdür geldiğinde öncelikle söyleyeceği, acil olanları işaretliyordu. Bir yandan da; bu düzensizliğin nereye kadar süreceğini, bu duruma daha ne kadar katlanacağını düşünüyordu; bulgur kazanı gibi kaynayan bu yerde… Çok zor… Yoksa… yoksa… başka bir kuruma mı geçmeli? Müdür her yaptığı hatanın bedelini çalışanlara ödetmeye çalışıp, onur kırıcı davranışlarıyla herkesin sinirlerini zıplatıyordu. Sinirlerine hâkim olamayıp bir gün adam akıllı benzetecekti birisi. Bari ben de patlamasa diye geçirdi aklından.
Neler geçti vali ile arasında bilinmez müdür geldiğinde sinirli gözüküyor, kendi kendine söyleniyor, ağzı köpürüyordu:
-Ge..gee..ge..gel içeri!..ba..ba..bakıyım s..se…sen!..Bu..bu..bu..budala!...
Necdet, tuhaflaşmıştı birden, ne yapmıştı ki?
-To..op.lantı va..var..mış… ha..ha..haber ve..ve..vermedin?
-Nasıl olur efendim, ben size söyledim ya, siz de, bakarız, demiştiniz, hatırlamadınız mı? Özellikle önemli olduğunu da söylemiştim.
-Se.. se.. sen, çoook ko.. ko.. konuşma!.. Ya..ya..ya..yalancı. Ne za..za..man? Sa..sa..sarsak, se..sen..de!Ko..ko...kovarım bak se…..se….seni… Şi..şi.. şimdi, defol!..Ma…..ma..manyak!
Necdet, müdürün suçlamaları ve küfre varan konuşmalarıyla deliye dönmüş, sarı benzi hırsından pancar kesilmişti birden. Açık olan müdür kapısını içeriden hızla kapatıp, bir kaplan kıvraklığıyla müdür’ün üzerine atladığını hatırlıyordu sadece.
Olan olmuştu artık. Öfkesine hâkim olamamıştı. Sabrın da bir sınırı vardı.
Müdür ‘ün patlak gözleri ve kesik kesik hırıltısının ardından bir çocuk gibi hıçkırarak ağlayan sesi, kendine getirdi Necdet’i. İnanılacak gibi değildi.
-Haaa..ha..hayır o değil!..,o nu tanı mıyorum!..O..de..de..değil!..Ta..ta..tanımıyorum!..
Sürekli aynı şeyi bozuk plak gibi tekrarlayıp duruyordu kekeleyerek.
-Kimi tanımıyorsun?.. Kim?.. O değil?..
Diyecek oldu… Ama ne müdürün kimseyi duyacak hali vardı, ne de kendisinin bunları çekecek hali… Necdet daha fazla oyalanmayıp, dönmemek üzere kapıyı çekip çıktı.
Müdürün başka bir şehre atandığı ancak, o kentin valisinin kendisini göreve başlatmayıp, emekliliğe zorladığı anlatılıyordu sağda solda.
Zavallı müdürün, daha küçük bir çocukken günün çoğunu birlikte geçirip oyunlar oynadığı, kardeşi gibi sevdiği can arkadaşının boğazlanarak kuyuya atılmasının ardından, ceset teşhisi için savcılık tarafından olay yerine götürüldüğünde, kendini kaybederek uzun bir süre kimseyle konuşmadığını, büyük bir travma geçirdiğini ve tedavi gördüğünü, köylüsü olan makam şoförünün ağzından aylar sonra üzülerek dinleyecekti, Necdet.
Fadime Yıldırım Karoğlu: Bir kamu kuruluşunun idareciliğinden emekli Fadime Karoğlu maviADA dergisinin yönetiminde ve yayın kurulunda yer aldı. Denemelerinin yanısıra şiirleri ve öyküleri dergilerde çıktı. 2006'da Kuşlar Geçiyor adlı bir öykü kitabı yayımlandı. Çehov tarzı öykülerinde sıra insanın küçük serüvenlerine humanist bir bakış açısıyla değiniyor.
Comments