Rüzgar Kırdı Dalımı
top of page

Rüzgar Kırdı Dalımı

Güncelleme tarihi: 17 Oca

Nurten B. AKSOY

*


Griye çalan gökyüzü altında sanki sonsuzluğa doğru uzanan mavi-gri bir deniz... Siyah ve beyaz renkli kuşlar birbiriyle dalaşıyor, denizde çırpınan gümüşi balıkları kapmaya çalışıyorlar. Tüm güzelliğine karşın o çirkin sesleriyle avaz avaz çığlık atan martılar kara bulutların kapladığı göğü süslüyor ve giden gemilerin ardından bembeyaz kanatlarıyla süzülüyorlar.


Hayli yaşlı, hayli yorgun bir kadın oturuyor rıhtımda yalnız başına, içini ürperten soğuk havadan korunmak için sımsıkı sarınıyor atkısına, buz kesmiş parmaklarının arasına sıkıştırdığı sigarasından bir nefes alıyor, dumanını savururken bulutlara doğru, puslu havanın içinde gözleri engine dalıyor... Dumanların arasından göz kırpan vefasız yüzler sanki alay ediyor, yitip giden günleri düşüyor aklına...


Yıllar önce ailesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen liseyi bitirmiş, üniversite sınavlarına girmiş, hukuk fakültesini kazanıp bu koca şehre okumaya gelmişti. Çok gençti, güzeldi, yalnız ve yabancıydı bu bilmediği şehirde... Bir yandan geride bıraktıklarına özlem duyarken bir yandan da yeni geldiği bu deniz şehrine alışmaya çalışıyordu... Henüz kimseyi tanımıyordu, aslında pek de ihtiyaç duymuyordu yeni arkadaşlara; çünkü o kendiyle baş başa kalmayı severdi hep. Dersinin olmadığı günler kitabını yanına alıp sahile koşuyor, her gün yeni bir semtini keşfediyordu bu gizemli şehrin.


Saatlerce oturduğu sahilde kıyıya vuran beyaz köpüklü dalgalara dalıp giderdi. O, denize hasret bir şehirde doğmuştu. Deniz kuşları yoktu oralarda; sıcaktı, kuraktı büyüdüğü şehir, bazen sıcak yaz gecelerinde akrepler çıkardı; dik kuyruklu, zehirli, siyah akrepler...


Korkardı yalnız, annesiz yaz gecelerinde. Özlerdi küçücükken yitirdiği annesini, sığınacak bir kucak arardı hep... İşte o sahile vuran dalgalar özlemine iyi geliyordu. Dalıp gittiği dalgalar hep annesini hatırlatırdı ona niyeyse... Sonra yavaş yavaş alıştı bu deniz şehrine. Yalnızlığını paylaşacağı arkadaşlar edindi farkında olmadan, sevdi onları ve artık çok da gitmez oldu o yalnızlığını paylaştığı sahillere.


Deniz'le ikinci sınıfın sonlarına doğru samimi olmuşlardı. Uzaktan bakışarak geçirdikleri birinci sınıftan sonra, yavaş yavaş konuşmaya, not alıp vermeye başlamışlardı birbirlerine. Pek çok huyları, zevkleri, fikirleri, yürekleri uyuşuyordu sanki. Zaman zaman el ele tutuşup sahile inerlerdi, ellerindeki şiir kitaplarından şiirler okurlardı birbirlerine Nazım'dan, Ahmed Arif'ten...


"Yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim Yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar Şimdi orda her şey seninle başlıyor Şimdi orda hiçbir şey yok senden önceme ait Ve sana ait olmayan..."


Zor günlerdi o günler, ihtilal günlerinin kara bulutları kaplamıştı her yeri. Ortalığın toz duman olduğu o günlerde canlarının derdine düşmüşlerdi, doğru dürüst okula gidemiyor, eski günlerdeki gibi sık sık buluşamıyorlardı. Ama her şeye rağmen arada gidebildikleri okullarını nihayet bitirip mezun olmuşlardı. Nihayet ayrılık vakti gelmişti, herkes kendi şehrine gidecek, yolunu çizecek, yeni bir yaşama başlayacaktı. Kim bilir, belki de birlikte yeni bir yaşama başlarlardı... İleride tekrar buluşup görüşmek üzere sözleşip vedalaştılar.


Artık yeni bir yaşam, yeni sorumluluklar bekliyordu onları; hakimlik sınavını kazanmış, kuralarını çekip yeni görev yerlerine gitmişlerdi. Bir uçtan bir uca savrulmuşlardı, denize ve sevgiliye hasret günler başlamıştı. Deniz, gittiği yurdun en ücrâ köşesinde isyan ediyordu her şeye... töreye, özleme, doğaya...


"Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza, ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü... Bu, namustur Künyemize kazınmış, Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara Sarıl da büyü..."


Diyerek mektuplar yazıyorlardı birbirlerine şiir dolu, özlem dolu... Öğrencilik yıllarında okudukları Nazım ve Ahmed Arif şiirlerine Cemal Süreya'nın şiirleri de eklenmişti şimdi...


"ben bütün hüzünleri denemişim kendimde canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını bir bir denemişim bütün kelimeleri yeni sözler buldum seni görmeyeli"


derken içindeki özlemi anlatıyordu kız sevdiğine...


Günler, aylar geçmişti ama ortalık hala toz dumandı; tutuklamalar, ölümler tüm hızıyla sürüyor, insanlar haksız yere yargılanıyor ve acı çekiyorlardı inandıkları, düşündükleri yüzünden. İşte o zor günlerde bir fırsat yaratıp zar zor buluşmuşlardı yeniden, o deniz şehrinde. El ele tutuşup martıları seyretmiş, dalgaların sesini dinlemişlerdi.


Rüya gibi geçen üç günün ardından "Elbet bir gün buluşacağız/ bu böyle yarım kalmayacak" diyerek vedalaşmışlardı. Ama olmamış, olamamıştı, o bekledikleri "bir gün" bir türlü gelmemişti... Sonra günler günleri kovalamış; aylar, yıllar geçip gitmişti... Ne bir ses, ne bir nefes gelmişti uzaklardan. Biraz hüzün, çokça öfke dolu yılların ardından, tam kırk yıl sonra deniz kenarında üşüyen kadın haber almıştı Deniz'den. O habersiz, yalnız geçen günlerin bedeli, bir hapishane koğuşu, siyasi bir mahkumiyet, mutsuz bir evlilikle geçen bir ömürmüş meğerse... Pek çok şeye bedel, boşa gitmiş bir ömür... belki de vefasızlığın bedeli.

Kadın şimdi sahilde martıları seyredip geçmişi düşünürken bir yandan heba olan ömürlere yanıyor bir yandan da bir şarkı mırıldanıyor, gözleri nemli...

"Rüzgar kırdı dalımı, ellerin günahı ne / erken ağardı saçlar, yılların günahı ne..."

72 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

DEĞİŞİM

1/3
bottom of page