top of page

PENCEREMDEN

Fadime Y. KAROĞLU

*


ree

Yazın dünyasına adım atan yazarların, öncelikli durağının dergiler olduğunu hep okurdum… Onlarca kitap yazmış ve edebiyatımızda önemli yerlere gelmiş yazarların illa ki bir dergi macerası vardır. Ya dergi çıkarmış ya da dönemin en popüler dergilerinden birinde sürekli yazıları yer almıştır.


Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Kelebeğin Rüyası filmi, İkinci Dünya Savaşı yıllarında yaşamış ve o yıllarda “Varlık “ Dergisinde şiirleri yayınlanmış iki genç şairin yaşamından esinlenilmiştir. Bu iki şiir sevdalısı gencin adları ve şiirleri günümüze kadar taşınmış ve filmlere esin kaynağı olmuşsa, bunun tek nedeninin edebiyat dergileri olduğu tartışılmaz.


Bu nedenle ben dergileri bir okul olarak görüyorum. Yazarın hem yazdıklarını sınaması, hem de okur bulmanın en güzel ve geçerli yolu dergilerdir diye düşünüyorum.


Benim yazma öyküme gelince... Eğitim hayatında öğretmenler önemli yer tutar kuşkusuz. Ancak yaşamınıza yön veren, örnek aldığınız, kişiliğinizi şekillendirecek ilkokul öğretmenleri apayrı bir yer tutar. Hele hele öğretmeniniz aynı zamanda babanız ise…


Düşünüyorum da, şanslı bir öğrenciydim çünkü, Hem Köy Enstitülü bir öğretmenin çocuğu, hem de okulda öğrencisi olmak inanılmaz zenginlik katmış hayatıma. Çok okuyan, evinde dünyanın kitabı bulunan, edebiyata ilgili, gazete ve dergileri takip eden, günlükler tutan bir baba… Bütün bunlar sizin alışkanlıklarınıza şekil veren, sizi yazmaya yüreklendiren, edebiyat dergileri kanalıyla yazarlarla tanıştıran güzel şeyler. Ancak, hem ebeveyn, hem öğretmen olma durumunun benim için tek şanssız yanı; yetenekleriniz ve başarılarınız en önde bile olsa, kayırıldığınızı düşünecekler endişesi ile öne çıkarılamamanız. Sonraki yıllarda başarılarınız ne kadar takdir edilse de bu öğretilmiş mahcubiyet, yaşamınız boyunca sizi takip eder. Bir türlü öne çıkamaz, çekingen ve tutuk geride durursunuz.


Yazmak sessiz bir eylemdir aslında… Yazılanları gün ışığına çıkarıp ses haline dönüştüren tek adresin dergiler olduğu - ilk öykülerimin KimseSiz, Aykırı Sanat, Damar, başka dergiler ve maviADA dergisinde yayımlanması, aynı zamanda maviADA Dergisinin kuruluşunda ve yönetiminde yer almam - gerçeğini benim gözümde daha bir sağlamlaştırmıştır.


Oysa, onca zaman sessiz bir tarafta yazıp durduğunuz şiirleriniz, öyküleriniz, denemeleriniz nerede ve nasıl ses bulacaktı, anlatacaklarınız olduğunu kimler dinleyecek, hatta yeni çıkan kitaplarınız ve aldığınız ödüllerinizi nerede duyuracaktınız? Fener gibi yolunuzu aydınlatan edebiyat dergileri, tam da böyle bir zamanda yardımınıza yetişir.


O nedenle, MaviADA Dergisi’ nin benim için anlamı tarif edilemeyecek kadar büyüktür. Benim gibi bir çok yeni kalemin de, ilk öyküleri, şiirleri ve hatta kitapları maviADA’dan çıkmıştır. İlk defa ismini dergimizde duyduğum bazı yazarlar, sonradan Türkiye’nin önemli Ödüllerine sahip olmuşlardır.


Ancak şunu vurgulamadan geçemeyeceğim bir gerçek daha var ki, biz yazarların dergilere muhtaçlıkları gün gibi ortada iken, önemli bir vefasızlık da izlemekteyim. Dergilere yalnız yazı göndermekle yetinmeyip, uzun ömürlü olmaları için omuz vermenin de önemli olduğunu düşünüyorum. Hele ki, ticari amaç güdülmeden, imece yoluyla kendisini döndürmeye çalışan Anadolu dergiciliği sahipsiz bırakılmayı hak etmiyor.


Yazmak kendi pencerenizden gözlemlediğiniz, döneminizin sos yo ekonomik ve toplumsal sorunlarına, ahlaki değerlerine, bir ayna tutmaksa, bireylerdeki karşılığı ve yansıması çeşitlilik gösterir doğal olarak. Kimisi bu gerçekliği tümden reddedebildiği gibi, kimisi de içselleştirip kendi karakterlerini ve öykülerini kendi oluşturur.


Artık yazdığınız öyküler sizin değildir. Kendi yatağından sıyrılıp, değişik kollardan akan ırmaklara dönüşmüştür. Eğer insan gerçeğinde evrenselliği yakalamışsa, dönemini aşıp yüzyıllara yayılır kalıcılığı. İnsan dünyaya geliş nedenini sorgulayıp, kafa yormaya başlamışsa bir kez, geleceğe kendinden bir kalıt, bir kanıt bırakmak düşüncesi ağır basar. Salt yeme içme, üreme dışında bu Dünyaya ne katabilirim, ne bırakabilirim? İyi baba, anne, evlat, eş… Olmak size yetmez. Burada duygular devreye girer. Duyguları yönetme, dostluk, arkadaşlık, sevmek sevilmek, aşık olmak, üretmek ve ürettiklerinin bir anlam bulması. Özbenlik kontrolü… Bir de kendi kontrolü dışında gelişen doğal afetler, savaşlar, salgınlar…


Bunlar üzerine şiirler, öyküler, romanlar denemeler yazmak… Edebiyat tarihi bunun yüzlerce örneği ile karşımızdayken, yine de insanın söyleyecek sözü hep olacaktır. Başka türlü insan nasıl yaralarını sağaltır ki?


Yeter ki, size özgü ve özgün olsun. Yani belli bir zümrenin ya da siyasi otoritenin sözcülüğünü yapmadan, toplum gerçeğine duyarlı ve insanı önceleyen yazın, yarın mutlaka tarihte yerini bulacaktır.





Yorumlar


bottom of page