Mehmet Rauf ve "Eylül" üzerine
top of page

Mehmet Rauf ve "Eylül" üzerine




Ne zaman güz gelip de yapraklar bordoya boyansa; hani şu değeri pek anlaşılmamış, buram buram aşk ve hüzün kokan, tek eseri ile döneme ismini yazdırmayı başarmış yazarımız, Mehmet Rauf ‘un Eylül’ü gelir aklıma… İmkansızı istemenin, ruhsal bir çözümsüzlük içinde git-gel oluşturan zorluğu… ve aşk denen güçlü duygunun esareti altında çırpınan yaralı yüreğin seğirmesi…

Mehmet Rauf kimdir?

Kütahyalı Hafız Ahmet Efendinin oğlu olan Mehmet Rauf, İstanbul’da doğar. Soğuk Çeşme Askerî Rüştiyesinde, Mekteb-i Bahriyede okur. Henüz Mekteb-i Bahriyede öğrenciyken yazdığı öyküler, Servet-i Fünun’ da yayımlanmaya başlar. İngilizce ve Fransızca öğrenir. Deniz subayı olarak donanmaya girdikten sonra da yazmayı sürdürür. Donanmayla birlikte önce Girit'e sonra da Almanya'ya gönderilir. Servetifünun şair ve yazarlarından Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin ve Hüseyin Cahit'le tanışır. İngilizce ve Fransızca bilmesi, ona bu dillerin edebiyatlarını izleme ve tanıma olanağı vermiştir. Mekteb-i Bahriye’de öğrenci iken Halit Ziya’ya gönderdiği mektuplarla onunla tanışma fırsatı bulmuş ve bir çok yapıtını da onun sayesinde, gazete ve dergilerde yayınlatmış, sonrasında Servet-i Fünun şair ve yazarlar gurubuna katılmıştır.

İlk evliliğini , 1901 de Ayşe Sermet Hanım’la yapmıştır. Ayşe hanım, Tevfik Fikret’in hala kızıdır. Ondan iki kızı olmuştur. Sonra ilk eşinden ayrılmadan Besime Hanım’la ikinci evliliğini yapmış, bundan da bir kızı olmuştur. Sonra Besime Hanım’dan ayrılarak Muazzez Hanım’la evlenmiştir. Birçok gönül serüvenleri yaşayan Mehmet Rauf’un öykü ve romanlarında kendi özel yaşamından güçlü izlere rastlamak mümkündür. Sanki yaşadıkları ve yaşamak istedikleri öykü ve roman olarak karşımıza çıkar. Romancılığı üzerinde, romantizm akımının ve Paul Bourget ile Halit Ziya Uşaklıgil’in etkileri görülen Mehmet Rauf, eserlerinin çoğunda kadın ve aşk konularını işlemiş, dilde ise anlaşılır olmaya özen göstererek oldukça yalın anlatmayı seçmiştir. Mehmet Rauf birçok romana imza atmasına karşın hiç biri Eylül kadar adından söz ettirememiştir.

Mehmet Rauf ve “Eylül”…

Evli bir kadın olan Suat’la kocası Süreyya’nın yakın akrabası Necip arasındaki olanaksız aşkın izdüşümü, kaleme ancak bu kadar duygulu ve içli alınabilirdi. Bir kadınla bir erkeğin; ruhsal çalkantılar içinde gidip gelen, kah karamsar, kah umutlu , kırılganlık ve melankoli iç içe girmiş platonik aşkını konu alan Mehmet Rauf, Eylül’de yaptığı ruhsal çözümlemelerle Türk edebiyatında bir ilke imza atmıştır.


Sonbahar... Sarıya çalan yapraklarla beraber sararan umutlar ve heyecanlar...Yasak bir Aşk anlatılır Eylül'de, yasak olduğu kadar da temiz ve içten. Yaz mevsimiyle başlayan bir aşkın, sonbaharla birlikte solmaya başlaması ve ömür gibi bir son... Eylül…


"Ey sonbahar bu... Artık bu kadar letafet ve hararet verdikten sonra! Eylül'den daha ne beklenir. Eylül malum a hüzün ve matem ayıdır.

O zaman Suad'da hayatının şu devresi kendi ömrünün, kendi kadınlık hayatının eylülü gibi geldi. Eylül... Bir kaç gün hava ne kadar güzel olsa bu kadarcık fani bir güzelliğe bile minnettar olmak lazım gelen bir ay; içine birkaç günlük kış hücumundan acı düştüğü için, o güzel havaların, devamlı yazın artık nasıl geçmiş, sade bir mazi olmuş olduğunu hissettiren bir esef ve hasret ayı... Onun hayatı da böyle değil miydi? Son günlerin letafeti ile beraber, şimdi yine imkansızlığa, yine hüzün ve kasvete düşmemiş miydi? Tıpkı şimdi düşündüğü gibi, nasıl yaz elindeki saadetten bihaber geçip ilk kış hücumuyla teessüf ederse, o da demin anlamamış, tahassür etmemiş miydi? Tekrar hayatına başlamak arzusu, bu gün tekrar yaz olmak emeli değil miydi? Bir senedir onu harap eden endişelerin, melallerin ne olduğunu artık iyice görüyor, "İşte benim eylülüm!" diyordu."


Eylül bir Aşk romanıdır. Bazen soluk soluğa bazen hüzünle okuyacağınız bir Aşk. Roman karakterleri aşkları sebebiyle bir takım toplumsal irdelemelere girerler; aşk, erdem, yaşam, evlilik ve onun gerekleri sorgulanır. Günümüzde adına Aşk adı verilen sıradan ilişkilerden çok daha saf ve derin bir Aşk anlatılıyor Eylül'de. Sırf birbirlerini düşünen, dünyayı umursamayan bencilce yaşanan bir Aşk değil Suad ve Necib'in aşkı; Suad kocası Süreyya'yı da düşünür… Necib’se kuzeni Süreyya'yı da düşünür. İki aşık Süreyya uğruna kendi aşklarından vazgeçerler… Eylül, Türk edebiyat tarihinin önemli eserlerinden biridir, hem psikolojik hem de toplumsal incelemeler vardır romanda. Natüralist-gerçekçi akımın başarılı bir örneğidir. Heyecanlar, kıskançlıklar, umutlar, umutsuzluklar hüzün, gözyaşı…Ve aşk... olağanüstü içsel yolculuklar…


Rauf’un Yazın Hayatı:

Rauf’u ilk etkileyen Ahmet Mithat Efendi’dir. 16 yaşında okuduğu Halit Ziya’nın Nemide adlı romanı, onu pek çok yönden hayran bırakmıştır. Nemide romanını ve Halit Ziya’ya olan hayranlığı, ona Düşmüş adlı uzun öyküsünde esin kaynağı olmuştur. Resimli Gazete’de öyküler, Mektep Dergisi’nde mensur şiirler yayınladı. Garam-ı Şebab’ı, 1896’da İkdam Gazetesi’nde tefrika edildi. Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret, Cenab Şahabettin gibi kişilerle tanışma imkanı buldu. Bu kişiler gerek dil, gerekse konu itibarı ile Tanzimat şair ve ediplerinden farklıydılar. Mehmet Rauf da Servet-i Fünun gurubundan fazlaca etkilendi. Servet-i Fünun’da yayımlanan ilk yazısı, Uzaktan adlı küçük bir öyküdür. Bu gibi küçük öyküler dışında, Halit Ziya Hayatı ve Hususiyeti, Hayatı Muhayyen Muharriri, Tevfik Fikret Hayatı ve Hususiyeti gibi yazıları ile çağdaş yazarları değerlendirirken, Karmen ve Filalançi, Paul Baurget ve bir Cinayet-i aşk, Emile Zola’nın son romanı gibi eleştirileri ile bazı batılı yazarları da incelemiştir.

1901’de Hüseyin Cahit Yalçın’ın Fransızcadan Türkçeye çevirdiği Edebiyat ve Hukuk adlı makalesi Fransız Devrimi’ni çağrıştırıyor gerekçesiyle dergi kapatıldı. Yazarlarına da yazım yasağı konuldu. 1908 Meşrutiyeti ile Rauf ‘da hızla gelişen basın yayın alanında yeniden çalışmaya başladı. Ancak artık amacı geçimini sağlamak olduğundan piyasaya dönük eserler vermeye başladı ve bu yüzden de eski yazım düzeyini hiç bir zaman tutturamadı. Mehmet Rauf’un tek yapıtlık bir deha olduğu da söylenebilir. Tanzimat sonrası yine kazanç kapısı olarak gördüğü tiyatro alanında da eserler verdi. Örneğin: Pençe, Cidal, İki Kuvvet, Yağmurdan Doluya...Gibi. Pek de başarılı olmadığı bu oyunlarında aşk çekişmeleri erkeklerin namus ve aşk arasında ki bocalamaları kocaların pişmanlıkları gibi temaları işledi. 1908’de Mehasin’i (güzellik) dergisini çıkardı. Bu dergide magazin konuları işlenmiş H. Ziya'nın Ferdi ve Şükara’sı uyarlandı.

Eylül’de, romanda olduğu gibi bütün sanatlarda da başlıca temalardan biri olan yasak aşk teması işlenir.


Eylül’de gidişat sacayağı şeklinde; karı-koca-aşık arasında geçiyor gözükse de, yazar romanında kocayı yani Süreyya’yı tamamlayıcı unsur olarak kullanmış, evli kadın Suad’la, Suad’a aşık genç olan Necib’in duygularını, düşüncelerini ön planda tutmuştur. Bu tema, başta Halit Ziya’nın Aşk-ı Memnu’su (yasak aşk) olmak üzere bir çok Servet-i Fünun yazarlarının işlediği temadır. Eylül’de önemli olaylar, entrikalar, büyük tutkular, cinayetler yoktur. Dahası Eylül’de olay da yoktur. Roman, ( Necib, Süreyya ile evli olan Suat’a aşık olur) biçiminde özetlenebilir. Bundan dolayı da, romanda olay betimlemeleri değil ruhsal çözümlemeler yer alır. Mehmet Rauf’a bu yüzden ruhsal ayrıntıların romancısı denilebilir. Roman boyunca Necip’in ikilemi anlatılır. Bu ikilem dramatik çatışma da yaratır. Necib, aile içi cinsel aşk diye nitelendirilebilecek bir şekilde, halasının oğlu Süreyya’nın karısı Suat’ı sevmektedir. Bu sevgi, başlangıçta bir hayranlık şeklinde başlamış, daha sonra aşka dönüşmüştür.

Roman baş kahramanı Necib, bağımsız, savurgan, amaçsız bir yaşam sürdürmektedir. H.Ziya’ nın Aşk-ı Memnu romanındaki Behlül, Mai ve Siyah’taki Bekir Servet gibi, evliliğe pek sıcak bakmayan bir tiptir. Kadınlara karşı soğuktur. Ancak Suad, bütün düşüncelerini değiştirir Necib’in. Suad ve Necib arasında kaçınılmaz bir gönül yakınlaşması başlamıştır. Necip, bu aşkı sonuna değin götürmeye kalkışsa en sevdiği dostu Süreyya’ya ihanet etmiş; kendisini kocasının mutluluğuna adamış, belirli bir yaşamın insanı olmuş, dünyada en kutsal varlık diye yücelttiği Suad’ı kirletmiş olacaktı. Ama bağrına taş basarak sevdiği kadından vazgeçse, bu kez yine acı çekmek zorunda kalacaktır. Aralarında ki bu aşk, her ne kadar gizli bir aşk görüntüsü verse de, hiç bir zaman, Ahmet Cemil ve yasak aşkı, Behlül ve Bihter arasındaki aşk gibi yaşama geçirilmemiş, romanda aşkın başladığı noktadan sonuna dek gönüllerinde kalmıştır. Ayrıca, Suat ve Necib’in yakınlaşmasında, kocasının Suat’a ilgisizliği, karı koca arasındaki zevk uyuşmazlığı, dünya görüşleri arasındaki farklılıklar da etkili olmuştur. Nitekim, Suat’ın ve Necip’in müzik tutkusunun yanında Süreyya’nın müziğe kayıtsız kalması, Suat’ı ihmal etmesi, bu yasak aşkın en önemli başlangıç noktasıdır. Uygulamaya dönüşemeden tıkanma noktasına gelen olaylar, uyduruk, çok basit bir kazayla bağlanmıştır. Oysa, Suat ve Necip’e büyük ıstırap yaşatan bu aşk, yaşanılmadan bir ev yangınıyla sona ermiştir. Romanın böyle bağlanması, bir çok yazar tarafından romanın zayıf yanlarından biri olarak eleştirilmiştir.

Romanda Süreyya karakteri ise; geçim sıkıntısı nedeni ile yazlığa çıkmadığı için bunalan, boğazda bir yalı tutulunca da kendisini denizle uğraşmaya veren, her şeyi pek fazla dert edinmeyen, bu nedenle karısı Suad’ı ihmal eden bir gençtir. Hiç bir kötü düşüncesi olmadığı için Necib’i ısrarla tuttukları yazlığa çağırarak günlerce konuk eder…

Yapıtları Romanları: Eylül, Ferdâ-yı Garam, Genç Kız Kalbi, Karanfil ve Yasemin Böğürtlen, Define, Son Yıldız, Ceriha, Kan Damlası, Halâs, Yara.


Öyküleri: İhtizâr, Son Emel, Kadın İsterse, Pervaneler Gibi.


Tiyatroları: Pençe, Cidal, Yağmurdan Doluya, Sansar.

Düz yazımsı şiirleri: Siyah İnciler.


126 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page