KOZAK YAYLASI ve BERGAMA
top of page

KOZAK YAYLASI ve BERGAMA

Güncelleme tarihi: 27 Tem 2023


Şenol YAZICI

18 Temmuz 2022


Kozak Yaylasını hep duyardım. Dev ağaçlarla kaplı bir orman denizi canlanırdı gözümde.


Danıştıklarım, herkes, bir şey söylüyordu, birleştikleri bir nokta yoktu. Hissettiğim, güzel demek için uğraşıyorlar, ama öyle aman aman bir güzellik de yok, sonunda bir yol yapmışlar, emek vermişler, ne desinler ki? Vardığım yargı, farklı doğal güzellikleri olan bir orman alanı, deneyimlemekten keyif de alabilirim, düş kırıklığına da uğrayabilirim daha güzel bir seçeneğin yoksa düşünmeli.


Bana en çok sıkıldığın gün hangisi deseniz "Babalar Günü" derim. Hem senin günün olacak, hem de kendini ve çevreni de eğlendirecek, özel kılacaksın. Kolay mı? O zaman Kozak Yaylası sevimli göründü. Bergama ise bildiğimiz PERGAMON, her dem sevilir. Anısı yeter.



Allahın Ağacı


Bir ağaç düşünün ki kayalık ve susuz bir dağ başında büyüyor, gölge veriyor, odunundan dalından budağından yararlanıyorsun, yetmiyor dünyanın en değerli endüstriyel meyvelerinden birini, çam fıstığını da de sunuyor ellerine...


Ne güzel diye geçiyor aklımdan; her yan fıstık yüklü çamlarla dolu... İyi de para ediyor, zorda kalırsan uzan bir dalına topla, götür sat...


Ne şanslı insanlar, diye düşünüyorum.

Şuradan bir yer çevirsem, içinde bir kaç kök çam olsa... Allahın ağacı işte...


Hiç de öyle değilmiş; bu ağaçların her biri kişilerin tapulu malı.

Dikmesi bir dert, bakması bir dert... Sonra devasa ağaçlara bakıyorum, bunların dallarına erişilir mi? Toplaması herhalde bin dert...


Özel toplayıcıları var, 4-5 metrelik sopalar kullanıyorlar.

Bir yerlerde okumuştum; onları bekleyen bir meslek hastalığı varmış: Çoğunun ikinci çocuğu olmuyormuş.




-

Gidişli gelişli tek şerit asfalt yol virajlı olsa da bakımlı...


Yol kenar çizgilerini algılayan bir araç olsa, elli kilometreye sabitle...


Bu orman bir derya...

Dışarıdan vahşi bir hayatın bir parçası gibi duran orman sürprizleriyle şaşırtıyor. Antik devirden bu yana fıstık çamı, üzüm, ceviz gibi meyveler yetiştiriliyor. Bir insanın varolabilmesi için her şeyi barındırıyor .


Orman granit bakımından da zengin ve taş kaliteli.


Yol kenarındaki levhalara dikkat ederseniz daha ilginç şeyler de görmek mümkün.

Roma hamamları, ören yerleri de var.



Hayat Bir Okuldur, Fıstıkçamı da Öğretmen


Öğreniyorum.

Fıstık çamı ilk meyvesini 8 yaşından sonra vermeye başlar. Dereceli olarak 20 yaşına kadar verim artışı yükselerek devam eder. Tam verimini 25 ile 50 yaşları arasında yapar hale gelirmiş.


Peki sonra... Yaşlanan ağaçlar ne olur?

Bunun yanıtını alamıyorum.


Ortalama iyi bakılmış yerini seven 10 çam fıstığı ağacından 50 ila 75 kg arası mahsul alınabiliyormuş. Temmuz 2023 fiyatlarına göre endüstriyel bir bitki olan çam fıstığının kilosu ortalama olarak 1000 L çevresinde...


Çam fıstığı hasatı her yıl kasım ve mart ayları arasında yapılır. Hasat yapılan kozalaklar kuru ortamda bekletilerek temmuz, ağustos aylarında açık alanda güneş ile kurutulmalıdır. Kuruyup açılan kozalaklardan meyveler makine yardımı ile kolay bir şekilde hasat edilebilir. Makineden çıkan künerleri su ile yüzdürüp temizleyerek tekrar kurutularak satışa hazır hale gelmektedir.


İnsanlarla konuştuğumda bazı ağaçların yeterince kozalak üretemediğini, bazen hiç vermediğini ya da tane tutturamadığını söylüyorlar.


Geçmiş yılları her geçen gün arıyorlarmış. Çitçinin hayatından memnun olduğunu hiç görmedim ama bu verimsizlik hayra alamet değil.


Bence ağaçları gençleştirmek gerek. Ezbere konuştuğumu düşünüyorlar, bu konu hiç açılmıyor. Oysa fındıktan bilirim. Yaşlanan dal nazlanır artık.

Bir ağacı gençleştirmek en az on yıl beklemek demek. Çok zaman...


Bazı insanlar iyice umutsuz.

"Bu dağlarda çam fıstığı biterse Bergama aç kalır." diyorlar. Dur bakalım, Bergama'nın daha neleri var, altını, tarihi.... Kalmazlar belki ama fıstıkçamı olmadan zorlanacakları kesin.


LOKANTALAR


Yayla da çok yerde , piknik yapma şansı var. Ayrıca çok sayıda lokanta da...

Ünlü tatil beldelerine yakın diye o donanım da hizmet veren yerler bekliyorsanız heveslenmeyin, fiyatları biraz benzese de ilgisi yok.

Bir kere Bolu dağı lokantalarını hiç andırmıyorlar. Basit, ilkel, ama umduğumuz gibi doğal değil ve pahalı dükkanlar...

Gerçi, artık ne ucuz diyeceksiniz de, karşılığını alamıyorsanız çay bile pahalıdır; bu tip lokantalarda bazen yakalanan o lezzet, yöresel bir tat da yok.


Yaylada herhalde kuru fasulye yenilir, diye istediğim yemeğin fasulyeleri sanırım doğru zamanda kabarsın diye suya konulmadığından tüfek saçması gibiydi.


Bir gözleme dünya para...

Herhalde sır otundadır diye sordum, adam meslek sırrı dedi.

*


DOĞA RASTLANTILARIN SANATÇISIDIR


Siz hiç bir kayaya hayranlık duydunuz mu?


Şu güzelliğe baksanıza... Doğa en büyük sanatçı demez misiniz? Rastgele attığı fırça darbeleriyle dünyanın en kusursuz tablolarını yaratıyor.


Sanki Şeker Ahmet Paşa'nın en iddialı peyzajı...


Granit bunlar, mağmatik kayalar, işlenmeye çok uygun ve harika sonuçlar alınan bir taş...



Yollar ıssız ama hız yapmaya uygun değil, dikkat istiyor.


Başka türlü kendinize yapacağınız bir yana, bu güzelim çamlara ya da kayalara zarar verebilirsiniz.

Yolun bir bölümü böyle... çam ve kaya...


Ormandaki Atatürk

*

Bir taş atölyesini görmek için yoldan ayrıldığımızda bu heykele rastladık.

Öyküsünü sonradan öğreneceğim, güven veren o temiz yüzü görmek dağları tanıdık, bildik yaptı birden.


Garip bir hal, yirmi yıl önce aklıma bile gelmeyecek bir durum: Atatürk varsa çevrede ruhum kaygıdan azade, rahatlıyor; BURDA MEDENİYET ve ÇAĞDAŞLIK var diyorsunuz.


Atatürk Anıtı;


Türkiye deki Atatürk anıtlarının en farklısı BERGAMA – KOZAK YAYLASI anıtıdır.


Bu anıtta Atatürk, golf pantolonlu spor takım giysisi , başındaki kasketiyle bir kayanın üzerine oturmuş, elini üst üste dizilmiş beş kitaba dayanmış olarak dinlenirken görülüyor. Kitapların adları : (Milli Mücadele ) , (Cumhuriyet ), (Devrimler ), (Bilim ve Sanat), ve (Nutuk) olan bu kitapların adları uzaktan okunabilecek büyüklükte harflerle sırtlarında yer alıyor.


Yaşamını Almanya da sürdüren 30 yıllık eğitimci, doğa sever SÜHA ŞEN, Kozak Yaylasında fıstık çamları arasında yürüyüş yaparken bir heykel kaidesi görünümündeki iri bir kayayı görmüş ve köye giderek muhtara bu kayanın bulunduğu araziyi almak istediğini bildirmiş.


Arazi sahibi Bağyüzü Köyünden YÜCEL KORAY , Süha Beye bu araziyi ne amaçla istediğini sormuş, Süha Şen ( Bu kayanın üzerine bir Atatürk Anıtı yaptırmak istiyorum ) yanıtını alınca ; Arazi sahibi (Bu amaçla almak istediğin araziyi parayla satmam ! Çamlığımdan sınırını sen çiz, istediğin kadar araziyi bu amaç için benim armağanım olarak kabul et! ) demiş.


Daha sonra Süha Bey Türkiye de 18 ilde Atatürk ve Cumhuriyet konulu heykelleri ile 90 şehitlikte bu çeşit heykelleri bulunan Prof. Dr. TANKUT ÖKTEM beyi bulmuş. (Bu güzel girişime benim de katkım olsun ) diyen ve anıtı hiçbir ücret almadan yapan Prof. Dr. TANKUT ÖKTEM bey bu eseri tamamladıktan çok kısa bir zaman sonra trafik kazasında yaşamını yitirmiştir.

*

Bu fotoğraf ve altBilgi ; Şafak OMAN


adresinden alıntıdır

*



GÜZELLİK DETAYDADIR

*

Fıstık çamlarının arası doğanın rastlantıda yakaladığı o estetikle gelişi güzel serpilmiş granit kayalarla dolu. Granit dayanıklı ve işlenmeye iyi yanıt veren bir magmatik oluşum.


Heykel Atatürk, daha küçük bir kayanın üstünde oturuyor, elini kitaplarının üstüne koymuş dinleniyor.

En güzel yanı da Atatürk'ün heykellerinde görmeye alıştığımız görünümde değil de spor kıyafetler içinde tasarlanması ...

Sanki bir yürüyüşten dönüyor ya da gidiyordu. Oraya şöyle bir uğramış soluklanıyordu.


Her zamanki militarist giysileri ve tavrı yoktu üzerinde. O çelik bakışları da... Dikkatle yarattığı ülkeyi ve zor öğrenen yurttaşlarını kusur arayan bakışlarla izlemiyordu.

Bakana "Savaş bitti, rahat ol " der gibiydi.


Öyle bir şey yazmıyordu ama Atatürk, bu kez başka bir şey söylüyordu:


"Benden bu kadar, artık başınızın çaresine bakın. Bildiğimi öğrettim, yapacağımı yaptım sizin için. Kazanımlarım, mirasım doğru kullanırsanız torunlarınıza da yeter.

Daha iyisini siz yapın, yapın da göreyim."


Çeşmenin duvarı da doğal kitabe olmuş. ATA'nın kendi sözlerinden alıntılara, hakkında söylenenlere yer verilmiş.



BERGAMA

Batı Giriş


Orman giderek seyreliyor, ovaya iniyoruz. Solda tanıdık bir tepe görüyorum: PERGAMON, AKROPOL


Binlerce yıldır bu toprakları bereketli bir ovaya çeviren BAKIRÇAY havzasındayız.

Evlerin Arkasında Tepede Akropol





.

Bu evlerin arkasında dik bir tepe vardır, 334 metre yüksekliğinde. Tepenin çapının ne olduğu konusunda bir fikrim yok, aradım bulamadım. Biri biliyorsa sevabına yazsın.


Akropol orda...


Tepenin bir düzlüğü yok. Tıraşlayarak, teraslama yöntemiyle kurulmuş antik şehir.

Dışı da surlarla çevrili.



Sevgili PERGAMON


87'de ilk görmüştüm.


Bu muazzam antik kent ondan sonraki süreçte kabem olmuştu. Ne zaman, kiminle yolum bu tarafa düşse mutlaka uğrardım. Hoş düşmese de bir yolunu bulup düşürürdüm. Yolarkadaşım taş görse hemen harç döküp inşaata başlayacak Laz müteahhit olsa bile benim sanki kendi hikayemmiş gibi sahiplenip hırs ve inatla anlattığım tarihsel hikayelerden etkilenip sonunda arkeolog kesilip teslim olur,


Dağı dolanan oldukça rampa, belki antik çağdan beri kullanılan patika üstüne işlenmiş dar bir asfalt yolla çıkılırdı tepeye.

Başlangıcında da girişe bakan bir kulübede görevli olurdu.


99 yazında, depremden az önce, nerden dönüyorsam akşama doğru ancak ulaşabilmiştim Bergama'ya. Araçla girmeme izin vermedi görevli. Ben de:" Yürümemizi istiyorsun galiba," deyince üstümüzde yükselen dağın dik yamaçlarına bakıp hınzırca gülmüştü; "Hadi çıkın da görelim."


O üç yüz kusur metre dik yokuşu, ayaklarıma takılan çanak çömlek, tuğla, mermer parçalarına aldırmadan tırmanmıştım.


Tepede de dilim dışarıda, iki sütun arasına susuzluktan yanmış vaziyette oturmuş aranırken, halime acıyan bir gezgin kadının verdiği sütü içip güneşin batışını izlemiştim.


Şimdi bir de teleferik açılmış, tepeye ulaşan.


KIZIL AVLU


M.S 2. yy’da İmparator Hadrian döneminde inşa edilmiş ve muhtemelen Mısır tanrıları Serapis, Harpokrates ve İsis... tapım görmüştür.


270.00 x 100.00 m alanda inşa edilen, 60.00 x 20.00 m. boyutlarında olan tapınak, antik devrin Pergamon'unun en görkemli anıtsal yapılarından birisidir. Tapınağın tamamının kırmızı tuğladan yapılmış olması ve büyük ön avlusu sebebi ile halk arasında “ Kızıl Avlu” olarak adlandırılmıştır.


İncil'de adı geçen 7 kiliseden mekanı bilinen tek kilise bu yapının içinde yer alır, aynı bölüm günümüzde cami olarak hizmet vermektedir.



KIZIL AVLUDAN BİR DETAY


Tersine Bir Kültür İstilası

*


Roma'nın bir kasaba dolduracak kadar kendi tanrısı varken Kızıl Avlu'da Mısır tanrılarını racon keserken görürüz.


Kleopatra, Sezar ve Marcus Antonius'tan çok sonra, 2. yüzyılda Roma'nın en başarılı beş imparatorundan 3.sü olan ilk kez sakallı olarak büstünü yaptırtan Hadrianus tarafından yaptırılır Kızıl Avlu.


Kleopatra'ya sırılsıklam aşık Sezar'ı ve Marcus Antonius'u anlarsınız da Hadrianüs'e ne oluyor ki Mısırlı tanrıyı da taşımış Bergama'ya?


Tarih hiç unutmuyor. Hadrianus de bir Mısır aşığıdır aslında, ama onunki başka bir AŞK...


Sebep ne olursa olsun bir tersine istila halidir bu.

İlk adımı, Kleopatra için kendi donanmasını yakarak zamanının en büyük kitaplığı olan İskenderiye kitaplığının bir bölümünün de yanmasına sebep olan Sezar'ı saymazsak İskenderiye Kitaplığını da aşarak çağının en büyük kitaplığı olan Pargemon kitaplığındaki 200.000 kitabı Kleopatra'ya bağışlayan Marcus atmıştır hem de...




Bergama Üzerine


Athena Tapınağı


Aslı Berlin Müzesinde

-

MİLLET olarak bulunduğumuz kentte bir ören yerini, bir müzeyi ziyaret etme olasılığımız, meraklı bir konuğumuz gelmedikçe neredeyse sıfıra yakın... İyi biliyorum ki, Bergamalı olsam belki de türlü hastalığa iyi gelen bir yatır denilerek ikna edilmemişsem, bir kez tarihini okumaz, ören yerlerini gezmezdim... O zaman ne diye üzülüyorum anlamıyorum, ama şimdi ZEUS SUNAĞININ Berlin'de olmasına felaket kızıyorum.

Bu kızgınlığı ve isyanı hangi psikolojik yaklaşım ile açıklayabilirim bilemiyorum? Öyle ya elimizde olsaydı kimbilir hangi ahırın duvarına yama olacak taşları mermerleri elin adamı çalmış, korumuş, bir de ona müze yapmış.


Benzeri boşandığımız, ayrıldığımız kadınlar için de var. Değerini bilmediğimiz o kadınları ayrıldıktan bilmem kaç yıl sonra başkasıyla görünce hangi ruh haliyle delirdiğimiz olur.


Bu seferde öyle...


Carl Humann Anadolu'da demiryolu inşa işinde çalışan şimdiki adı Almanya olan Prusyalı bir mühendisti. Bergama'da denk geldiği Zeus Altarı ve Athena Tapınağı ilgisini çekmişti. Tonlarca ağırlığı olan iki antik devir yapısını yerinden söktürmüş, Dikili'ye taşıtmış, gemilerle İzmir'e, ardından Berlin'e göndermişti.


Bu aylarca sürmüştür, hiç mi kimse farketmemiş, bir dağdan sökülecek, ovaya indirilecek... diyeniniz varsa bunun için gerekli izinler önceden alınmıştı.


Bu kazı için Maarif Nezareti’nden 2 Ağustos 1878 yılında izin alınmış, denetçi olarak da Ali Rıza Efendi kazılara iştirak etmişti. Yani kazı tamamen yasaldı mesele çıkartılan eserlerin içeriği ve Almanya ile olan tarihi eserlerle ilgili anlaşmaya ne kadar uydukları idi Ayrıca merkezi idarenin izin vermemesi düşünülemezdi, zira Almanya’ya olan dış borcumuz bir hayli fazlaydı. Ayrıca yapılan anlaşma gereği inşa ettikleri tüm demiryolları ve bu güzergâhların 20 kilometre yakınlarında bulunan her türlü maden ve tarihi eseri çıkarma imtiyazı Almanlara tanınmıştı. Kazı çalışmalarında buluntunun 3 te birini kazıyı yapan alır, maddesi vardı. Osmanlı Devleti'ne ise payına düşeni ödemişlerdi. Yani izinli... Kendimizi avuttuğumuz gibi hırsızlık değil.


Tıpkı Ulu Hakan Abdülhamit tarafından özel fermanla hediye edilen Milotos Agora Kapısı gibi...


Theodor Wiegand idaresindeki Alman arkeolojik araştırma ve kazıları sonunda hemen hemen tümüyle Güney Agorasi için anıt "Milet Pazar Kapısı" taş taş parçalara ayrılmış; taşlar Almanya'ya taşınmış ve yapı yeniden birleştirilmiştir.

Ortaya çıkan bu şaşaalı antik eser Berlin'de Bergama Müzesi'nde özel bir odada gösterilmektedir.


Günümüzde Berlin' deki Pergammon Müzesi, ziyaretçilerine İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak;


'Köylüler bu eserleri ufalayıp, toprağa katarak yeni ev yapıyorlardı , bunun için bu sunak burada '

şeklinde yazıldığı görenlerce söylenir.'


Şimdi geri istiyoruz öyle mi?


Atı alan Üsküdar'ı geçmiş, hem de iyi ki geçmiş,.. o zamanın sözü müydü?

ÖLÜMÜN GİREMEDİĞİ YER


Asklepion

-

İsmini sağlık tanrısından alan Bergama Asklepion , antik çağın hastanesi olarak tanımlanır.

Asklepios, mitolojide Apollon’un oğludur ve hastalıkları tedavi etmesiyle ünlüdür.


Kapısında "Ölümün Giremediği Yer" yazan hastanenin bir özelliği öleceği kesin görülen hastaları almayışı...Yani iyileşecek hasta kabul edilerek bu ünvan elde edilmiş...

Uyku odalarında hastaların istihare uykusuna yatırılması, su sesi, çamur kürü, şifalı su, hacamat, açlık tokluk kürleri, terapi ve müzik dinletisi gibi çeşitli yöntemlerle hastalıklar tedavi edilmeye çalışılmıştır.


Hipokrat’tan sonra en önemli sağlık insanı olarak bilinen Galenos burada yaşamıştır. Bergama meydanında Galenos için yapılan bir heykeli de görebilirsiniz. Asklepion’un geçmişinin M.Ö. 4. Yüzyıla kadar gittiği düşünülüyor.


Kutsal çeşmeyi, Galenos'un büstünü, şimdi bile tıp biliminin kullandığı simgelerden bir sütuna sarılı iki yılanı görebilirsiniz.


ZEUS ALTARI


Aslı Berlin'de


-


Pergamon Krallığı'nı yöneten Attalos hanedanı tarafından MÖ 2. yüzyılda yaptırılmış anıtsal dinsel bir yapıdır. At nalı biçimdeki yapı Bergama Akropolü üzerinde bulunur. 35,64 m genişliğinde 33,4 m derinliğindedir. Yapının ön tarafında bulunan merdivenler 20 mt genişliğindedir.


Dışında ve iç mekanlarında bulunan mermer kaplama üzerindeki freskler sanat tarihinin en önemli yapıtları arasında sayılır. Dış cephe freskleri antik Helen dünyasının Olimpos tanrıları ile devler (Gigantlar) arasındaki savaşı, iç alandaki freskler Pergamon'un kuruluş söylencesi olan Telefos söylencesini anlatır.


Bu görkemli yapının kalıntıları 1870'li yıllarda Alman mühendisi Carl Humann tarafından, o zamanın Prusya'sına götürülmüştür. Bugün, Berlin'de bulunan Pergamon (Bergama) Müzesi'nde sergilenmekte ve her yıl binlerce insan tarafından ziyaret edilmektedir.



BERGEMA KAĞIDI


PARŞÖMEN


Parşömen, üzerine yazı yazmak veya resim yapmak için kullanılan özel hazırlanmış hayvan derisidir.


Parşömen ismi Bergama'dan gelmektedir ve "Bergama Kağıdı" anlamında Latince Charta Pergamena'dan türemiş ve bütün dillere de buradan geçmiştir.


Pergamon, PARŞÖMENİ üreterek antik çağın en büyük kitaplığını burada kurmayı başardı. Marcus Antonyus oradan aldığı 200 bin kitabı Kleopatra'ya hediye etmeseydi, nasıl bir zenginliğimiz olacaktı düşünün.


Mısır firavunu , Bergama Kütüphanesi'nin İskenderiye Kütüphanesiyle yarışır hale geldiğini görünce Anadolu'ya papirüs ihracını yasakladı.

Bergama'nın Kralı II. Eumenes de yeni bir kâğıt icat edecek olana büyük ödüller vadetmiş. O zamanki kütüphane sorumlusu Krates oğlak derilerini işleyerek yazılabilecek hale getirmiş ve krala sunmuştu.

Parşömen MÖ II. Yüzyıldan başlayarak Bergama'dan bütün dünyaya yayılmıştır. IV. yüzyıla kadar papirüs ve parşömen birlikte kullanılmış, daha sonra XII. Yüzyıla kadar tek yazılı aktarım aracı olarak kültürü sonraki yüzyıllara taşımıştır.


Özenle işlendiğinde her iki yüzüne de yazılabilmesi, neredeyse yırtılamaması, yanmaması, olağanüstü dayanıklılığı, hat ve tezhip sanatına uygunluğu, üstündeki yazıların okunmasının gözü yormaması, hayvanların yaşadığı her yerde üretiliyor olması gibi birçok avantajı düşünüldüğünde, şaşırtıcı olan yanı parşömenin papirüsün yerini alması değil, bunun bulunmasının niye bu kadar geciktiğidir. En akla yakın yanıt parşömen yapımının zaman içinde birçok deneme ve yanılmanın ardından mükemmelleşmiş olduğudur.


Parşömen yapmak için deri kirece yatırılarak kıllarından arındırılır, fazla et ve yağları alındıktan sonra gerilir ve kurutulur. Yazım için hazırlamak üzere değişik malzemelerle zımparalanır. Her işlemi tekrar etmek sonuçta elde edilecek parşömenin kalitesini arttırır. Son üründe derinin orijinal dokusu gayet açık görülebildiğinden hiçbir parşömen diğerinin aynı değildir.


Bugün hâlâ parşömen yapımını bir bilimden ziyade bir zanaat olarak görmek gerekir. Mağara duvarı, kil tablet, mermer, balmumu tablet, papirüs, kâğıt, bilgisayar ekranıyla karşılaştırıldığında kaliteli bir parşömen insanlığın kullandığı en mükemmel yazı malzemesidir.


Bazen 40 yıl önce yazılmış bir kâğıt üzerindeki yazı zor okunurken, 1500 yıllık parşömenler sanki dün yazılmış duygusu uyandırmaktadır.


Parşömen günümüzde maliyet nedeniyle az da olsa hat sanatı ve özel belgelerde kullanılmaktadır.

*

Aklımdaydı ama yazı çok uzayacak diye değinemedim; Bergama'nın tarihi de çok ilginç. En son geride bir velihat olmadığından kendi gönlüyle başka bir devlete katılan ilk ve belki de tek örnek olması bir yana, o zamanın parasıyla 9000 Tales altınla işe başlayan kaç devlet vardır? Sonraki yıllardaki zenginliğinin ve gücünün de buradan geldiği söylenir. İlginizi çekerse araştırın, yazın oyle bir yazı, yer verelim ya da yorumlara ekleyin.

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page