Gölbaşı'nda
top of page

Gölbaşı'nda

Uzayan koridorun sonunda sıkıca kapatılmış pencereye başımı dayıyorum… “Bu yıl kış erken girdi Ankara’ya. Gölbaşı’nın tepeleri beyaz önlüğünü geçirmiş… Tıpkı bu etrafı ıssız üç katlı binanın doktorları gibi.”

Geniş, ağır kapıdan içeri giren ambulansın sesi büyülü ıssızlığı bozuyor. On yedi ya da on sekiz yaşlarında, beline kadar uzanan simsiyah saçlı bir kızı, zor zaptediyor hastabakıcılar. Çığlıkları karlı tepelerde yankılanıyor:

- Hadi giyinin!.. Neden hazır değilsiniz siz? Neden beyaz giyindiniz? Beyaz!!! Her şey beyaz… Biz düğüne gitmiyor muyuz? Neden bu kefenler üzerinizde?.. Hadi hazırlanın. Anne… Abla… Kızlar!.. Hadi…

Bırakın beni!!! Dokunmayın.

Kızı eli kolu bağlı içeri alıyorlar. Uzun süren bağrış ve koşuşturmaların ardından, şırınganın ucunda teni sızlatan ince bir uyuşukluk… Genç kızı, yarı cansız, dört kişilik odanın boş yatağına bırakıyorlar. İki yüz on iki numaralı odanın beyaz yastığını simsiyah uzanan saçlar örtüyor.

Uzun süredir elimde tuttuğum sigarayı, koridorun sağında, çakmakların bağlı olduğu hemşire odasında yakıyorum. Koridoru adımlarken biryandan da ağzımın içerisinde geveleyerek: “İçerdekiler mi, yoksa dışarıdakiler mi?..” diye tekrarlayıp duruyorum.


Adı Sakin… Adının aksine, dönem dönem nöbetlerinden pek sakin olmadığı kesin. Hırçınlıkları ilaçla dondurulan Sakin, sonraki günlerde, yanık sesiyle, içli türkülerini dolduruyor odamıza. Bu yemyeşil gözlü güzelin, dünyayı bağışlayan cömert yanı, bana gökteki Ay’ı bağışlıyor. Güler Duman ve türküleri baş tacı olsa gerek ki, Ona Güneşi veriyor öncelikle. Kendinden başka altı kardeşi daha var. Ziyarete geldiklerinde Kürtçe konuşuyorlar kendi aralarında. Sık sık ellerini yıkayıp banyo yapıyor.

Kirletildiğini, doktorların, üzerine beyaz bir çarşaf örtüp, elini ayağını bağlayarak kendisini kirlettikleri sanrısını yineliyor günlerce.


Sakin’ in yanındaki odada, bu güne kadar sesini hiç bilmediğim, yatmadığı zamanlarda kendini ileri geri sallayıp duran iki çocuk annesi olduğunu; kendisini adammış sanan kocasından öğrendiğim; küskün kadın Zeliş var. Benim yanımdaki odada ise siyasal mezunu - tek konuşabildiğim arkadaşım- Sevil kalıyor. Hukuk mezunu genç bir avukat olan eşi Harun’u çok seviyor. Hastaneye yattığı sırada aldırmak zorunda kaldığı bebeğine üç aylık hamileymiş. Eşini baba olmaktan mahrum etmemek için boşanmak istiyor: “Açmazlarıyla çatlatmış bir anne ve eş… haksızlık bu” diyor. Bu kadının gerçekten hasta olduğunu düşünmek çok zor. Harun her Allah’ın günü hastanede. Gözünün içine bakıyor. Karısına âşık olduğu her halinden belli.

Sevil’in iki ağabeyi, kendisi gibi siyasal mezunu seksen öncesi sol örgüt içinde yer almış, yargılanmış kişiler. Ailesi karşıt görüşten bir genci seçtiği için tepkili.

Gurup terapilerinde duyup, dinlediğim bir dolu farklı, ancak bir o kadar da insana dokunan olaylar ve hikayeleri…

En verimli, en ilginç zaman dilimi benim için. “Bu kadar da olmaz ki “ dedirtecek türden enteresan insan öykülerinin anlatıldığı saatler. Aklı zorlayan şeylerin insanı neden çıldırttığını daha da iyi duyumsuyorsun. “Düşünce yoksunu insan, kendinde olmayan şeyi neden zorlayıp çatlatsın ki?”


Beni de buraya alıp getiren şeyin bir incitilmişlik hikayesi olması çok doğal. Ancak o başka bir öykünün konusu… Şimdi ben burada, bu kış ayazında dinleyip, dinlenirken, bol bol günlüğüme notlar alıyor, yeni öykülerime kahramanlar yaratıyorum.

Herkes derin uykudayken kahramanlarıma hipermetrop gözlükle bakıyorum...


23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

GELECEĞİM

KARANFİLSİZ

1/3
bottom of page