Bir Uçtan Bir Uca
top of page

Bir Uçtan Bir Uca

İzmir’den yola çıkıp Elazığ’da başlayan,

Malatya ile devam edip Kars’a uzanan

ve

Erzurum’da son bulan bir gezi...



Anılara asılı kalacağımızı bilmeden, güneşin getirdiği mutlulukla, hayalini kurduğumuz gezi günlerimiz geride kaldı. Evde olduğumuz zamanlarda eski günleri hatırlayarak umutla o güzel günlerin geri gelmesini bekliyoruz.

‘’Kuşlar uçarken, insanlar ise düşlerken özgürdür’’ demişler.

İzmir’den yola çıkıp Elazığ’da başlayan, Malatya ile devam edip Kars’a uzanan ve Erzurum’da son bulan geziyi gerçekleştirirken, yaşananları satırlara sığdırmaya çalıştım. Kışımı bahara çeviren, umuda yelken açtıran, neşe dolu anları çoğaltabilmek adına çılgın gezgin olmaya devam edeceğim.


Okulların yüz yüze olduğu zamanlarda tatil planları eşe dosta danışılır, araştırma yapılır, heyecanla gidilecek tarihin gelmesi beklenirdi. Günler öncesinden bavul hazırlanıp, odanın köşesinde yerini aldığında gezinin verdiği neşenin katsayısı arttırıldı. Türkiye’nin batısından en doğusuna gitmeyi sabırsızlıkla bekleyen kırk gezgincinin yola çıkışı temmuzun ilk günüydü.

Gezmeye sevdalı öğretmenler olarak, lunaparkta oyuncaklara binme sırası bekleyen çocuklar gibi neşeyle, havaalanında buluştuk. Paylaşılan her konuda birbirine cömert davranan arkadaşlarla gezmenin tadını ancak yaşayanlar bilir. Her branştan öğretmen olunca gökkuşağındaki renkler gibi birbirimizi tamamlayarak geziye başladık.


ELAZIĞ(Harput Kalesi)

İzmir’den bindiğimiz uçakla ELAZIĞ’a doğru hareket ettik. Mavinin gizemli tonlarına, yeşilin cazibesi de eklenen Hazar Gölü’nü seyretmenin keyfine varmak için iki saatlik uçuş yapmak gerekiyor. Bavullarımızın yarı dolu olmasını önceden söyleyen tur sahiplerine gözü kapalı güvenerek otobüsümüze binip geziye başladık. Elazığ’ı panoramik dolaştıktan sonra şehrin ilk yerleşim yeri olan HARPUT kalesine çıktık. Kaleye tırmanırken, güneş kendini hissettiren sıcaklığı ile bizi kucaklıyor. Yokuş çıkmayı da sevmediğim için en sona benim kalmış olmama eşim şaşırmıyor. Dönüşte koşarak inerken düşme tehlikesi yaşasam da umursamaz çocuk tavrıyla, gruba yetişip, en öne geçen gene ben oluyorum.


Rehberimiz ARAP BABA TÜRBESİ’ne bizi yürüyerek götürürken yöresel kıyafet giyenleri görüyoruz. Türbeyi bekleyen kişiyle uzun uzun sohbet ederken zamanın hızla geçtiğini fark etmiyoruz. Daha sonra minaresi eğri olan ULUCAMİİ ziyaret edip Etnografik yaşantının sergilendiği ŞEFİK GÜL KÜLTÜREVİ’ni geziyoruz. Gezilerimiz ardından HARPUT yerleşim merkezindeki Müslüman ordularının başkumandanı BALAKGAZİ’NİN HEYKELİNİ resimleyip, aynı ismi taşıyan tesislerde öğle yemek molası veriyoruz. Açlıktan mı yoksa yörenin yemeklerinin güzelliğinden midir bilinmez tabaklarda bir lokma bırakmıyoruz. Harput kahvesinin içimi hafif diye düşünürken ’’ne var bu kahvenin içinde’’ sorumuza ’’ne yok ki’’ diye cevabını alıyoruz. Kokusunu gezi boyunca duyacağımızı bilmeden, aldığımız bir paket kahveyi çantamıza atıyoruz.


ELAZIĞ’dan ayrılıp KARAKAYA BARAJ GÖLÜ manzarası eşliğinde KALE-ÇOLAKLI üzerinden MALATYA’ ya varıyoruz. Aklımız fikrimiz Nemrut Dağı’na ne zaman çıkacağımızda. ''Güneşin batışı mı doğuşu mu güzel olur?'' diye sorulduğunda; çoğunluğun isteğiyle gün batımını seyretme kararı veriyoruz.


Zamanı iyi değerlendirmek için Malatya’nın kayısı pazarına gittiğimizde herkes bir dükkânı işgal edercesine saldırıya geçiyor. Tadına bakılan her kayısı çeşidinden alırken gözümüze küçük şişeler çarpıyor. Kayısı çekirdeği yağının kırışıklık giderici olduğunu öğrenince ikişer şişe alıyoruz. Gezide kadın sayısının çok oluşu esnafın yüzünü güldürmeye yetiyor. Alışverişin yanı sıra Malatya halkıyla sohbet etmek hoşumuza gidiyor.

NEMRUT hakkında Adıyaman’a mı Malatya’ya mı ait oluşunun tartışması süre dursun günü kaçırmamak için fazla oyalanmadan oradan ayrılıyoruz.


MALATYA (Arslantepe Höyüğü)


Yolumuzun üstünde 2014 yılında UNESCO Dünya Miras Geçici Listesi’ne alınan Arslantepe Höyüğüne uğruyoruz. Türkiye’nin en büyük höyüklerinden biri olan binlerce yıllık tarihinde, Hititlerden Roma ve Bizans’a kadar birçok medeniyetin izlerini de görebileceğimiz Arslantepe Höyüğü ile ilgili bir diğer ilginç bilgi ise; buradaki yerleşim ile birlikte yerel bir hakim sınıfın ortaya çıkışı ve bu kişilerin ekonomik, dini, politik gücü de ellerinde bulundurması. Duvarlarında siyasi gücün sembolize edildiği pek çok renkli figür ve rölyef ile erken devlet sisteminin izlerine rastlanan höyük, dünyadaki en eski kılıçlara da ev sahipliği yapıyor. Bu sebeple Anadolu’daki ilk şehir devleti olma özelliğine de sahip olduğunu öğreniyoruz. Grup fotoğrafımız girişteki heykellerin yanında çekilince ilginç sahnelere neden oluyor; herkesin yüzü gülüyor.


NEMRUT DAĞI

Gizemi hala çözülemeyen, yeryüzünün gökyüzüne değdiği yer; NEMRUT DAĞI’na çıkma vakti gelince, yolun ve yolcuğun tehlikeli oluşu bizi korkutuyor. Dünyanın 8. Harikası kralların dağı NEMRUT'a 2135 metre tırmandıktan sonra, nefes almakta bile güçlük çekerken gördüklerimiz bizi tam anlamıyla şaşırtıyor. Rehberimiz Nemrut’un hikayesini ve Nemrut Dağı’nın sırrını uzun uzun anlatıyor. Yaz günü olmasına rağmen dağın zirvesinde üşüyoruz. Fotoğraf çekerek bu anı ölümsüzleştirmek için yarış yapar gibi oradan oraya koşuyoruz. Rengârenk kıyafetlerle sürekli gülen, nereye gitsek karşımıza çıkan, kalabalık Japon turistleri görmezden gelemiyoruz; her resim karemize mutlaka eşlik ediyorlar.


Güneş bulutların arkasına saklanarak yeni gelin gibi naz yapmasına üzülüyoruz. Dağın doğu yakasından batı tarafına giden herkes soluğunu tutmuşçasına, sessizce, güneşin önce ortaya çıkmasına sonra da batışına şahit olmayı bekliyor. Ellerinde boş kadehlerle tepkisiz bekleyenler Antiochus tarafından, her biri birer tanrı olarak tasvir edilen heykelleri andırıyor. Zaman aleyhimize işlerken rehberimiz dönme vaktimizin geldiğini söylediğinde yüzümüz asılıyor. Herkes ayağa kalkıp otobüse yöneldiği anda; alkış seslerini duyunca gökyüzüne bakıyoruz. Güneş yüzünü gösterip adeta şov yapmak üzere bize çağrıda bulunuyor. Nemrut Dağı’nın zirvesinde o anı ölümsüzleştirmek için ellerimle yaptığım kalbin içine güneşi sığdırıyorum; zamanı bir anlığına durduruyorum. Şarap dolu kadehleri batan güneşe kaldıran sevgililer, aşklarını tüm dünyaya ispat edercesine bakışıp, öpüştükleri anı gülümseyerek belleğimize yerleştiriyoruz. ''Hey gidi gençlik'' diyerek yola devam ediyoruz.


Ölmeden önce gerçekleştirmemiz gereken hayallerimizden birini yaşamış olmanın huzuruyla, kör karanlıkta dağın zirvesinden aşağıya iniyoruz. Ayağımız toprağa bastığında Naim Süleymanoğlu’nun Bulgaristan’dan Türkiye’ye gelme anını hatırlıyorum. Toprağı öpesim geliyor. Otele ulaşıp uyuduğumda, yattığım yeri ilk defa yadırgamıyorum.


ERZURUM(Çift Minareli Medrese)

Doğu'nun İncisi; güzeller güzeli Erzurum’da Çift Minareli Medrese / Hatuniye Medresesi mimari açıdan Şelçuklu döneminden izler taşımakta. Erzurum’un sembolü halinde olan medrese, 13. yüzyılda yapılmış. Erzurum Çifte Minareli Medrese yapılış amacı ilim konusunda eğitim vermekmiş. Erzurum Çifte Minareli Medrese hayat ağacı motifi ile de ön plana çıkmakta. Yağmurlu olmasına rağmen yavaş yavaş sindirerek geziyoruz.

Çift Minareli Medrese’nin hazin hikâyesini dinleyip gezmek bizi hüzünlendiriyor.

Hikayesine kısaca değinecek olursak ;

''Çifte Minareli Medreseyi yapan bir usta ve onun bir çırağı varmış. Yapıt yükseldikçe çırağın yaptığı bölüm ustanın yaptığı bölümden daha görkemli ve göze dokunur olmaya başlamış. Ahalinin de dilinden gelen iltifatlar sebebiyle bir gün yine çalışırlarken çırak ustasına seslenerek su istemiş ve bunu duyan usta:''Usta idim, oldum çırak,At kendini aşağı bırak''

diyerek kendini yapıtın üstünden aşağı bırakmış ve orada can vermiş. Bu duruma çok mahcup olan ve ustasına dediği lafı çok içerleyen çırak ta oracıktan kendini yere atmış ve oda orada ölmüş. Geride hüzünlü bir hikaye bırakarak ölen usta çırak yüreğimizi acıtıyor.


ERZURUM’da, Milli Mücadele Kongre Merkezine girerek anı defterine duygularımızı yazıyoruz. Yıllar önce yapılan kongrenin duvarlarına yansıyan ve odaya sinen mücadele ruhunu, oturduğumuz sıralarda hissediyor, o günleri yeniden yaşıyoruz.


Gezide takıya meraklı arkadaşlar sayıca fazla olunca, Erzurum’unda meşhur oltu taşını duyunca, eşe dosta hediyelik bir şeyler de almak isteyince, Rüstempaşa Kervansarayı’na yani Taşhan’a geçiyoruz. Oltu taşından her türlü takıyı bulabileceğiniz Taşhan’da en popüler ürün tesbihler. Minyatür takılardan hoşlandığım için minik ama zarif takı seti alıyorum kendime. Oltu taşının esasında ardıç ağacının fosilleşmiş hali olduğunu ve karakehribar olarak da bilinmesi üzerine satıcıdan bilgi aldıktan sonra otobüste herkes aldıklarını birbirine göstererek yeniden mutlu oluyor.


Erzurum Evleri

’’Çay içmeden Erzurum’dan ayrılmayın’’ diyenlerin sözünü dinliyoruz. İki katlı tarihi Erzurum evleri kalın duvarlı, duvarlarda yüklükler ve rafları olan evlerini sokak aralarını hızlıca geziyoruz. Tarihi mekanda çaylarımızı yudumlamak gerçekten insana keyif veriyor. Dadaş çayını az demli olduğu için kıtlama ile çokça içebiliyoruz.


Otobüste eksik yolcuları fark edince Taşhan’dan hala gelemediklerini anlıyoruz. Benim aklım çeşit çeşit oltu taşlarında kalıyor. ’’Az olsun, kıymetli olsun’’ diye içimden geçirip teselli buluyorum. Otelimiz Palandöken’de olduğu için arkadaşlar geldiğinde yola düşüyoruz. Gece geç saatte otele varıyoruz. ''Misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş'' diyen otel çalışanları bizi karşılıyor. Ekmeksiz karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Sabah kahvaltısında akşamın acısını çıkartırcasına tabakları silip süpürüyoruz. Kışın kayak merkezi ne kadar güzel olabilecekse Palandöken’de gözümüze öyle görünüyor . Başımızı yastığa koyacak otel bulduğumuza şükrederek Serhatlar Şehri Kars’a doğru heyecanla yola çıkıyoruz. 1914 yılında donarak şehit olan doksan bin erimizin anısına yapılan SARIKAMIŞ ŞEHİTLİK ANITI’nı ziyaret ediyoruz. Hikayelerini ezbere bildiğimiz şehit askerler için duamızı yaparak oradan ayrılıyoruz.


KARS(Ani Harabeleri)



Ermenistan sınırında olduğumuzdan telefonları uçak moduna alıyoruz. Benim ANİ HARABELERİ’ni görmedeki sabırsızlığım gruptan ayrılıp bulunmadığımda ufak bir panik havası yaşatıyor. Eşim telefonla bana ulaşamayınca gördüğü herkese beni soruyor. Küçük bir kız çocuğu gibi ortadan kayboluşum sonradan herkesi güldürüyor. En güzel fotoğrafları çekebildiğim için mutlu mutlu grubun yanına dönerken bu yaşadığımın ilk olmayışını sonda olmayacağını kimselere anlatmıyorum.

Ani Harabeleri’nin çıkış bölümünde Kars kazlarının etrafımda çember yapınca ve resim karesine de bu neşeyle yansıyınca aldığım keyif ikiye katlanıyor.


Kars şehir merkezine gitmek üzere otobüsümüze biniyoruz. İşte asıl macera burada başlıyor. Kaz eti yemek isteyen bir grup arkadaş bizden ayrıldığında açlıktan ölsek bile Erzurum’da yiyeceğimiz meşhur Çağ kebabına kendimizi saklıyoruz. ’’Açken sakın alışverişe çıkmayın’’ diye bir söz vardır. Biz o sözü hiç duymamışız gibi tadına baktığımız her peynirden, baldan, kaymaktan alıyoruz.Yarı boş bavullar doluyor. Yedek çantaları çıkarıp yerleştirince dönüş yolu için artık hazır hissediyoruz. Kars yazısı yazan şehir merkezinde toplu fotoğrafımızı Kars kalesinin gölgesi altında çektirince gezinin sonuna geliyoruz.


Erzurum hava alanından eve döneceğimiz için meşhur Cağ kebabı yiyeceğimiz lokantaya nihayet geliyoruz. Midemiz doyuyor hemen doymasına da gözümüzü doyuramayınca eve paket yaptırıyoruz. Kadayıf dolmasını yerken biraz daha kalırsak kilo artışımız çok olacak diye gülüşüyoruz. Yolculuğun son anlarında, yağmur düşünce yolumuza şehir ağlıyor gidişimize diyerek son sözümüzü söylüyoruz.


Yorgunluktan sessizce havaalanına girip kendimize bir köşe bulup, gezide yaşadıklarımızı analiz etmeye başlıyoruz.

Hava alanında aktarmalı uçuş saatleri aralıklı olunca sabahlara kadar muhabbetin dibine vurmak ancak böyle olur diyoruz. Öğretmen olup da az konuşan gördünüz mü hiç! Çocukluk anılarımızdan başlayıp, ilk sevgililere, oradan öğretmenlik anılarına geçiyoruz. Uyuyan varsa da uyanıp bize katılıyor. Malatya’dan aldığı kayısıların içine badem koyup ikram edenler mi ararsın kahvesini paylaşanlar mı? Gözümüzden yaş gelene kadar güldüren konuşmaları sabahın beşine kadar sürdürüyoruz. Yeni gezi planı yapmayı da unutmadan sessizce vedalaşıyoruz. Yorgun ama huzurlu eve varıyoruz.


Bir gezinin daha sonuna geldiğim için biraz hüzünlensem de gezerek , görerek yaşadığımız her güne , her ana şükrederek iyi ki iyi ki gitmişim diyorum. Değerli şair Nazım Hikmet’in ’’Gitmek sadece bir eylemdir. Unutmak ise kocaman bir devrim.'' sözünü ilke edinerek gezdiğim yerleri unutmadan yazmaya devam edeceğim.




227 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

MESUT KARA

1/3
bottom of page