Bileyim de Öyle Öldürün
top of page

Bileyim de Öyle Öldürün


Van Gölü’nün Akdamar adası gizemlidir. Ona bu gizemi veren adada bulunan kilise ve anlatılan efsanedir. Yöre halkı ona dair başka başka hikâyeler, menkıbeler de anlatır. Bunlardan en önemlisi, en çok bilineni Tamara’nın hikâyesidir.


Tamara bir keşişin dünyalar güzeli kızıdır. Dünyalar güzelidir ya, buna sebep Van’ın bütün gençleri, evlisi, bekârı Tamara ile evlenebilmek için dünyaları vermeye hazırdır. Ona âşık olanların içinde ağası, beyi de olunca Tamara’ın ünü bütün Anadolu’ya yayılır. Tamara, ne ağaya, ne beye hiçbirine ışık vermez; çünkü o gönlünü bir çobana kaptırmıştır.


“Öğretmenim, bundan sonrasını müsaadenizle ben anlatabilir miyim?”


“Tabi Ruhan, çok memnun olurum, haydi yol senin!”


Öteden beri, mümkün mertebe derslerimde, bir hikâye, bir fıkra anlatmaya çalışırım. Eğitim enstitüsünde öğretmenim Baki Gözen tavsiye etmişti. Ben de Baki öğretmen gibi, Sabit Öğretmen gibi dersimi renklendirmeye öğrencilerimin ilgisini her daim canlı tutmaya çalışır, öyküler, fıkralar anlatırım...


Erciş’te mesleğimin üçüncü yılıydı. Erciş, Van’ın en güzel, güzel olduğu kadar da en büyük ilçesidir. Eğitimci, şair Celal Gazioğlu: “Hocam, Erciş Karakoyunlu Türkleri tarafından kurulmuştur,” dediği beynimde asılı durup durur hala. Güzel günlerim oldu Erciş’te ve hala görüştüğüm çok güzel dostlarım da.


Kar yağışlı bir şubat günü ayak bastım. Van’a. Otobüsten indiğimde kar yağıyordu, yalnızlık, yabanlık bütün uzuvlarımı esir almıştı. Cumhuriyet Caddesinden kalacağım otele doğru yürüyordum. Yolda havanın soğuk olmasından olacak çok kimse yoktu. Gri bir hava şehrin üstüne çökmüş, nefes aldırmıyordu adeta. Merhaba diyeceğim, yüzüne tebessüm edeceğim bir Allah'ın kulu yoktu.


İlk kez geldiğim bu şehirde yalnızlık bir hançer gibi saplanmıştı yüreğime. Bu esnada gözümden akan masumiyet yaşları, yanaklarımdan aşağıya süzülüp gitmişti. Masumiyetimin ağırlığı, göreve başlama sevincini silip süpürmüştü. Oysa bir gün sonra göreve başlayacak, ilk maaşımı alacak, çocukluk hayalime kavuşacaktım. Öğrencilik yıllarım tarifsiz zorluklarla geçmişti. Desem ki “ben canımı ortaya koyarak sahip oldum öğretmenliğe, abartmış olmam…


Muhteşem bir şeye imza atmış, imkansızı olur yapmışım, böylesi çetin bir mücadeleyi kazanabilmek, gerçekten zordur. Ortaokula başladığım yıllarda da okullar eylül ayında açılırdı. Ben on beş tatile kadar ailemi göremediğim gibi telefon olmadığı için sesini bile duyamazdım. On bir yaşında ailemden ayrı şehirde kira evlerinde, yarı aç, yarı tok okudum!”


Ruhan anlatmaya başladı:


“Tamara aynen dediğiniz gibi öğretmenim, güzeller güzeli bir kızmış, o kadar güzel, o kadar güzelmiş, dünyalar güzeli. Ağası, beyi, hiçbirine yüz vermemiş; çünkü o, gönlünü bir çobana kaptırmış. Gönül bu ya hiç ummadık, beklenmedik, hiç istenmedik yerlere konuverir. Tamara’nın babası keşişmiş!”


“Keşiş mi, keşişler hiç evlenmez, öyle biliyoruz değil mi, nasıl olmuş bu?”


“Efsane böyle diyor öğretmenim, bizim keşiş kurallara uymayan asi bir keşişmiş! Öyle olmasaydı, efsane olmazdı! Varsın uymasın, bakın ne güzel bir efsane armağan etmiş bize. Derken efendim, bizim keşiş kızının bir çobana âşık olduğunu öğrenince deli divane olmuş! Fakat kızını çok sevdiği için ona hiçbir şey söylemeden bu meseleyi halletmenin yollarını düşünmeye başlamış. Geceler boyu düşünmüş, uykuları kaçmış, uykusu kaçınca evinin bahçesindeki bir taşın üstüne oturup, çareler üretirmiş. Sonra birden: Aha buldum demiş gecenin bir vaktinde!

Van Gölü’ndeki Akdamar’a bir kilise yaptıracağım. Burada bizi bir Allahın kulu göremez de bulamaz da; hele o çoban hiç bulamaz! Bu sevinçle yatmış, günlerden beri yaşadığı uykusuzluğun üstüne huzurlu bir uyku çekmiş…”


Erciş’te On altı martta göreve başladım. Burada, acemi bir öğretmen için rol model olarak seçebileceğim biri olmadı. Yönümü, yolumu kendim tayin ettim. Okulumuzun yöneticileri yerliydi. Yerli yabancı ayrımı ayan beyan ortadaydı. Bu durum da çoğu tecrübesiz, genç öğretmenlerin motivasyonunu düşürüyordu. Eğitim camiasında olmaması gereken şeyi görmek, beni çok üzüyordu: Yerli - yabancı… Eğitim adına ayıbın doruğuydu.


Erciş de hayatımın ilklerini yaşadım, o açıdan hiçbir zaman unutmadım, hiçbir zaman da unutamam. Burası benim İlk görev yerim, burada çalışırken evlendim, ceylan kızım Yelda burada dünyaya geldi.

Yerli - yabancı ayrımı olmasına karşın çok kıymet verdiğim insanlar da oldu: Kadir Kazancı, Tekel müdürü Celal abim, Mehmet Kılıç, Ahmet Yılmaz…


Ruhan, efsanenin havasına kaptırmıştı kendini iyice, heyecanla anlatıyordu. Anlatırken, Tamara’nın keşiş babasına da için için öfkeleniyordu besbelli. “Öğretmenim ya” dedi anlatımına ara vererek,


“Ne oldu kızım?” dedim.


“Seven insanların önüne ne diye engel koyarlar, bıraksalar da insanlar kendi hayatlarını kendileri yaşasalar olmaz mı?”

“Yaşa kız, yarınlarda tam bir cumhuriyet öğretmeni olacaksın, yaşa!”


Tamara’nın keşiş babası, Akdamar Adası’na bir kilise yaptırır, gözlerden, gönüllerden ırak! Keşiş baba kızını çobandan uzaklaştırdığını düşünerek mutlu olur; fakat onlar, kimse duymadan, kimse görmeden gece gece buluşur aşkı sevdayı doruklarda yaşarlarmış!


Günler böyle akıp giderken Tamara’nın sakin tavırları keşiş babanın keyfini kaçırır." Bunda bir şey var; ama ne" deyip bir gölge gibi ona sezdirmeden takip etmeye başlar ki bir de ne görsün. Tamara bazı geceler sahile iniyor, feneri yakıyor, aşığı da ta karşı kıyıdan yüze yüze Akdamar’a geliyor. Kızını aşığından korumak için kilise yaptıran keşiş baba kara kaygılara girer. Kızına hiçbir şey söylemeden gizli gizli planlar yapmaya başlar.”


Öğretmenlik benim çocukluk hayalimdi. Bu mesleğin birinci ve en önemli özelliğinin sevgi olduğu gerçeğinden yola çıkarak, ayrımsız bütün öğrencilerimi sevdim. Benim en büyük rehberim her daim vicdanım oldu. Yastığa başımı koyup deliksiz uyabilmeyi yaptığım işin sağlaması olarak gördüm hep!


Erciş Lisesi’nde bütünleme sınavları zamanıydı. Sınavlar iki binada yapılırdı. O gün ben ortaokul binasında gözetmen olarak görevlendirilmiştim. Sınav sorularını öğrencilere verip sınavı başlatmıştık. Sınav tam bir sükûnet içinde yapılmıştı. Tesadüf bu ya lise binasında hep yerli öğretmenler görevlendirilmiş, onlar da öğrencilerin yardımlaşmasına göz yummuş.

O gün akşamüstü okuldan çıkmış, bakkal İhsan’dan bir iki şey almış Vanyolu Caddesi’nde bulunan evime doğru yürüyordum. Birden Vanyolu Camii Sokağından iki kişinin üstüme doğru yürüdüğünü fark ettim.

“Hoca Hoca,” dedi birisi. Baktım, lise son sınıfta okuyan okulun en yaramaz öğrencisi.

“Hocam, seni vuracağız, öldüreceğiz,” dedi.

“Neden öldüreceksiniz, bileyim de öyle öldürün,” dedim.

“Lise binasında herkes kopya çekmiş, sen bizim kopya çekmemize izin vermedin, hayatımızla oynadın,” dedi.

“Ben görevimi yaptım çocuklar, yanlış yapan lise binasındaki öğretmenler. Bu sebepten öldüreceksiniz, durmayın hemen öldürün dedim. Öldürdükten sonra da bu torbaları evime götürün, eşim yemek yapacak beklemesin beni, hadi durmayın öldürün, insan bir karar verdi mi de yerine getirmeli!” dedim.


O gece uyku girmedi gözüme, “korktunuz mu” derseniz, evet korktum. Fakat onların karşısında acze düşmüş vaziyette olmayı yediremedim kendime. Öte yandan çocuklar haklıydı, lise binasındaki arkadaşları sınıfı geçecek, bu çocuklar sınıfta kalacak veya mezun olamayacaktı. Eğitimde çarpık çurpuk uygulamalar yurdun diğer yerlerinde kim bilir nelere sebep oluyordur.


“Keşiş baba, Tamara’yı kesin olarak aşkından kurtarmak için, planlar yapmaya başlar yine. Bu sefer yaptığı planlar tepeden tırnağa imansızcadır!”

“Aferin Ruhan, anlatımda, deyimleri yerli yerinde çok güzel kullanıyorsun. “Tepeden tırnağa” imansızca, aferin, devam et, çok güzel gidiyor.”


“Keşiş baba, Tamara’nın geceleri bir fenerle aşığına işaret verdiğini, onun da yüze yüze karşı kıyıdan Akdamar’a kadar geldiğini tespit etmiştir... Rüzgârın deli deli estiği bir gecede Keşiş baba, elinde fenerle işaret verir. Tamara’nın aşığı, “bu fırtınalı gecede Tamara beni neden çağırıyor,” diye kendi kendine sorar. Sorar, sormasına da duygularına söz geçiremediği için atar kendini Van Gölü’nün dalgalarının içine. Dalgalar, geçit vermez, onları aşmak çok zordur. Kulaç atmaktan iyice yorgun düşmüştür. Tamara aklına geldikçe, daha bir aşkla atar kulaçları, her kulacında gölün sodalı suyu, yüzüne, gözüne çarpıp gücünü dermanını keser. Delikanlı, Ada’da yanıp sönen ışığı gördükçe daha bir aşkla savaşır dalgalarla.


Bugüne kadar defalarca yüzüp geçtiği Van Gölü sanki okyanus olmuş, o ışığa yaklaştıkça, ışık kaçmaktadır. Işığa koşan pervaneler gibi delikanlı ışığa doğru yüzmektedir. Delikanlı yüzer, ışık kaçar, delikanlı yüzer ışık kaçar. Keşiş baba, delikanlıyı kayalıkların bulunduğu yere doğru çekmektedir. Dalgalar büyüdükçe büyür, minare boyu yükselir, sonra birden delikanlıyı alıp kayalara çarpar. Sonra çarptıkça çarpar, çarptıkça, delikanlı “ah Tamara, ah Tamara diye inler. Tamara diye inledikçe sesi, Van Gölü’nün dalgalı sularından Tamara’nın odasına, hatta Van şehrine kadar ulaşır.

Sesi duyan Tamara, yattığı yerden kalkıp sahile doğru koşar. Azgın dalgalara karışan “ah Tamara” sesi Tamara’yı deliye döndürür. Sonra birden o da kendini dalgaların içine atar. İki âşık hiç ayrılmamak üzere kavuşur. Hikâyemiz de burada biter, beni dinlediğiniz için teşekkür ederim…”


“Harika bir anlatım, yaşa kızım!

Sevgili öğrencilerim, kültür milletlerin tarihsel süreçte yaratmış olduğu, dünden bugüne; bugünden yarına aktardığı tekmil değerlerdir. Yani efsanelerdir, masallardır, türkülerdir, atasözleri, deyimlerdir…

Bugün biz, dersimizle tarihe bir not düştük, katkı koyan kültürel değerlerimize, Ruhanımıza gönül dolusu teşekkür ediyoruz, haydi bakalım kalın sağlıcakla…

25 NİSAN 2020 SALİHLİ


Etiketler:

111 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

GELECEĞİM

KARANFİLSİZ

1/3
bottom of page