Emine AYDOĞDU
O zaman gözlerin terlemiş.
Bir şey mi istemem lazım?..
Sürekli karşıma çıkıyorsun.
Beni takip mi ediyorsun?..
Nereye gitsem burnumun dibinde bitiyorsun.
Güzel bir arabanın üstünde oturmuşsun.
Senin olmadığına göre, kimin bu araba?
Yoksa, baba parası yiyen o eziğin mi?
Benim de oturmamın bir sakıncası yok o zaman.
Hımm… kaportası sağlammış, baksana, vurunca iyi ses geliyor.
Arabalara ve kadınlara özenli ve narin davranmak lazım.
Tabi ya… ikisine uzun süre binmek için öyle davranmak lazım.
Vay arkadaş… bakış açısına bak.
Nasıl bir yaratıksın sen?
Vav… aynı konuşma biçimi.
Sen de onlar gibi düşünüyorsun.
Zırvalarını dinlemek istemiyorum.
Niye ki, burası herkese açık bir otopark?
Parti orada, git keyfine bak.
Ben senden önce buradaydım.
Beni rahatsız eden sensin.
Adın yürüyen prezervatife çıkmış.
Çekirge gibi atlayıp duruyorsun.
Haa… Bak işte böyle, ağlaman kesildi.
Bir de dinlemeyi bilirsen.
Hayatta kalma biçimim, bu da beni tehlikeli yapıyor.
Alkoliğin torunu, katilin oğlu demediler mi?..
Her ailenin bir trajedisi vardır.
Dedem hep votka içerdi. Odalarımızın duvarı bitişikti. Sifonu çekmediğinden odama sidik kokusu dolardı. Votkalı sidik kokusu. Nefret ederdim o kokudan. Bir gece uyuyunca votka şişesini alıp camdan dışarı fırlattım. Sabah deliye döndü. Beni kilere kilitledi. Karanlıkta akşama kadar aç ve susuz bekledim.
Şimdi o kokuyu özlüyorum…
Beni atlara benzetirdi. Sezgilerimin çok güçlü olduğunu söylerdi. Atlar, korkuyu anında sezer derdi.
Dedeme: “Herkes rakı içiyor, sen neden votka içiyorsun?” dediğimde, “O öğretti bana.” Şişeyi göstererek; “ondan geriye bu kaldı” derdi.
“O kim? ” diye sorduğumda, her zamanki suskunluğuyla eliyle havayı tokatlar, yürüyüp giderdi?
Beni, babamla dedem büyüttü.
Lanetli olduğumu söylüyorlar.
Dedim ya, bende trajedi çok.
Saçların ne kadar yumuşak.
Çocukluğumu hatırlıyorum.
Küçükken gölgemden korkardım.
Sürekli beni takip ederdi.
Korktuğumu kimseye söyleyemezdim.
Korkak olduğumu düşünmesinler diye.
Sonra uçarak ondan kurtulmaya karar verdim.
Parktaki meşeye tırmandım.
Kendimi rüzgarın kollarına bıraktım.
Rüzgarın kolları beni korumadı.
El bileğim iki yanından kırılınca, uçamayacağımı ve gölgemden kurtulamayacağımı öğrendim.
Sendeki koku çekiyor beni.
Açlık, sefalet,yoksulluk, inat ve isyan kokusu.
Ruhumu besleyen bir koku.
Senin kadar sezgilerim güçlü değil.
Ondan kaçarak, üstünden atlayarak, görmezden gelerek kurtulamazsın.
Korku değil de inançsızlık.
Gevşe biraz, bırak kendini.
Seninle bir sırrım olsun istedim.
Özgür olmak böyle bir şey mi acaba?..
Ölçüsü olmayan bir duygu.
Saçlarına terim bulaşmış.
Demek felsefe okuyacaksın.
Babamın görüşüne gittikten sonra.
Gitmeden önce güneşin batışını sabırla bekle, son anda büründüğü renge bak.
Şu an ve gelecek ayrı şeyler.
Şimdi sana evet desem de…
Geleceğin yolu bilinmezlik.
Sorunun yanıtını zaman verecek.
Bekaretim, arabanın kaportasında gülümserken…
Yoksulluğum, açlığım, sefaletim, inat ve isyanım benimle beraberdi.
Adımlarımdan taşan neşeyi ve özgürlüğü geceyi kuşatan rüzgara karşı savura savura yürüdüm.
Commenti