Armasa Mustafa
- Mehmet ÖZŞAMLI
- 3 gün önce
- 3 dakikada okunur

Mehmet ŞAMİLOF
*
Balaban; Of’un sırtını dik yamaçlara yaslamış, dumanlı dağlarla hırçın denizin arasında sıkışmış, ama insanının gönlü dünyadan geniş bir beldesidir. O yıllarda Balaban demek; daracık virajlı yollar, her evinde tüten bir ocak ve bitmek bilmeyen dik yokuşlar demekti. Toprağı az ama sözü ağır bir yerdi Balaban. İnsanı da coğrafyasına benzerdi; rüzgârı sert, kararı kesin, inadı ise taştan daha katıydı.
İşte bu dik yokuşların arasında, 61 OFLU 61 plakalı, alev kırmızısı BMC 140 Austin’iyle rüzgâr estiren bir adam vardı: Armasa Mustafa. Kamyoncu milleti dertlidir ama Mustafa’nın derdi sadece yollarla değil, memleketin ahvalini bozanlarlaydı.
O yıllarda Balaban Belediyesi’nin kasasında evrakın namusunu koruyan, devletin kuruşunu hesapsız harcatmayan bir isim vardı: Babam Sabit Özşamlı. Sabit Özşamlı ile Armasa Mustafa’nın yolları belediyenin nakliye işlerinde sık sık kesişirdi. Biri belediyenin muhasibi, diğeri yolların fatihiydi ama yürekleri aynı telden çalardı. İkisi de Balaban’ın o eğilip bükülmeyen hamuruyla yoğrulmuştu; ikisi de rüşvete kılıf uydurandan haz etmezdi. Ve ikisinin de hiç mi hiç sevmediği bir ortak karın ağrısı vardı: Çankaya’nın Şişmanı.
O yıllarda televizyon kırsalın tek penceresiydi. Tv dediğin, aşağıdan saysan bir, yukarıdan saysan bir; TRT’den ibaretti. Armasa Mustafa bir akşam evinde, bir yandan sigarasını tüttürüp diğer yandan tavşan kanı çayını yudumlarken oğluna seslendi:
— Oğlum, aç şu televizyonu!
Çocuk ok gibi fırlayıp düğmeye bastı. Ekranda o meşhur tekerlemelerle memleketin işini (!) bilen zat belirdi. Mustafa daha çocuk yerine oturmadan kükredi:
— Kapat şunu … !
Beş dakika geçti, "Gitmiştir herhalde" diyerek yine işaret etti. Çocuk açtı; ama şişman siluet hâlâ orada... Mustafa bu kez daha sert bir küfür savurdu:
— Kapat dedim sana! Üçüncü, dördüncü deneme... Her seferinde aynı yüz ekrana dolunca Mustafa’nın bütün sigortaları attı. Yaslandığı minderin altındaki 14’lü tabancasını çekti, 61 ekran tüplü televizyonun tam ortasına şarjörü olduğu gibi boşalttı! Büyük bir patlama ve küçük çaplı bir yangın çıktı; nihayetinde derin bir sessizlik...
Mustafa o gece yatağa girdi ama ne mümkün uyumak... Patlattığı televizyon karanlık odada bir canavar gibi duruyordu. Dışarıda Karadeniz’in karakışı, içeride ise uykusuz bir sabah... Ertesi gün gün ağarırken, doğruca belediyeye, babam Sabit Özşamlı’nın yanına gitti. Mustafa’nın gözleri kan çanağıydı:
— Sabit abi, ben bu gece televizyonu vurdum! Ama kış uzun, televizyonsuz nasıl geçecek bu ömür? Bir akıl ver bana, dedi.
Babam Sabit Özşamlı, Mustafa’nın bu öfkesini gülümseyerek karşıladı.
— Mustafa, üzülme, dedi. — Ben Of’tan geçen ay yeni bir televizyon aldım; Schaub-Lorenz marka. Hem renkli, hem de içinde bir sihir var. Uzaktan kumanda. Oturduğun yerden bir basıyorsun açılıyor tekrar basıyorsun kapanıyor, sevmediğin adamı saniyede yok ediyorsun.
Mustafa heyecanlandı bir saniye bile beklemedi. Kırmızı Austin’ine atladığı gibi Of yoluna koyuldu. Akşam eve döndüğünde kucağında devrim gibi bir Schaub-Lorenz vardı. İşte ne olduysa o akşam oldu... Mustafa çayını yudumlarken, elindeki küçük siyah uzaktan kumandanın bir düğmesine "çıt" diye bastı. Televizyon bir anda canlandı! Ekranda yine o şişman siluet belirince, Mustafa istifini hiç bozmadan, koltuğuna gömülmüş halde parmağını kıpırdattı; televizyon şak diye kapandı.
Ev halkı donup kalmıştı. Çocuklar köşeye büzülmüş, hanımı elindeki çaydanlığı havada unutmuştu. Mustafa’ya sanki başka bir alemden gelmiş bir büyücü gibi bakıyorlardı. "Baba, dokunmadan nasıl yapıyorsun?" diye sordu en küçüğü. Mustafa’nın elindeki kumanda, evdekiler için bir mucize, bir "ermişlik" alametiydi. Mustafa oturduğu yerden elini bile uzatmadan dünyaya hükmediyor, sevmediği adamı tek parmak darbesiyle karanlığa gömüyordu. O günden sonra evde Mustafa’ya bakış değişti; artık o, sadece bir kamyoncu değil, televizyona hükmeden bir sihirbazdı.
Sabit Özşamlı belediyede hesabı kitabı, Armasa Mustafa da evde kanalları hizaya sokmuştu. Mustafa, o küçük kumandayı kutsal bir şeymiş gibi üç kere öpüp başına koyduktan sonra tarihe geçecek o veciz cümlesini kurdu.
"Allan gavurları başımızdan eksik etmesin!"
Bu vesileyle, hem direksiyon başında ömür tüketen Armasa Mustafa’yı hem de ona her daim akıl hocalığı yapan, Balaban’ın o vakur muhasibi, babam Sabit Özşamlı’yı rahmetle yad ediyorum. İkisinin de o eyvallahı olmayan duruşu, bugün bizim kalemimize fer oluyor.
Şamilof / 19 Aralık 2025





















































Yorumlar