Plak
top of page

Plak

Güncelleme tarihi: 23 Nis 2021




Küçükken kamyonumuzla Kop Dağı’nı aştıktan sonra Bayburt düzlüklerinde başıboş (yılkı) atlar dere boyu arabamızla yarışa girerdi. Dört yanımızdan rüzgar gibi uçuşan atlardan büyülenmiş bakınır, ama babama söyleyemezdim, birazcık dur da sahipsiz elma ağaçlarını talan edercesine toplayalım.


Atlarla ilgili küçük küçük, çok hikayem var ama yazamadım, elma ağaçlarının arkasında dört-beş adam bir atı iplerle sıkıca bağlayıp ve iki çubuk arasına aldıkları atın hayalarını burarak hadımlaştırıyordu, çocukluğumun en büyük travmasıdır, atın misket büyüklüğünde gözyaşları dayanılmazdı, insan yüz kez sünnet olsa bu kadar acı duymaz.. Güya büyüyünce romanını yazacağım.


Başka bir at hikayesini ne yapalım, birkaç satırla anlatayım.

Gençler bilmez şimdiki taksi durakları eskiden dolmuş duraklarıydı ve 60’lı yıllarda faytonlar da olurdu. Önde at, arkada kanepe gibi oturma yeri olan yaylı araba… Impalalar şavroleler çoğaldıkça faytonlar turistik oldu ve kayboldu.


İsmet amcanın at arabası vardı ve arabasını faytona çevirmişti. At çok yaşlıydı, öldü ölecek, sur’un dibine, bağlamasa da, ağzına yem torbasını koymasa da at hiç oynamadan kımıldamadan akşama kadar miskin miskin öyle durur. Çevik kaslı bir tay almaya parası da yok. Yaşlı yorgun at halsiz bıkkın, küçük yokuşlara vurduğunda salyaları köpük köpük yerlere kadar uzanır, çatlar tökezler çıkamaz.

Müşteriler, yazıktır yorma hayvanı, dedikçe İsmet amca kızgınlıkla kırbacı hayvanın sağrısına küfürlerle acımasızca indirir.


Her yıl önce panayırcılar sonra lunaparkçılar Trabzon’a gelip giderler. Bir lunaparkçı sonbaharda mevsim dönüp lunapark kaldırılırken bembeyaz tayı, ki, güzelliğini görseniz aklınız çıkar, İsmet amcaya, hadi senin olsun, diye bağışladı. İsmet amca bambaşka bir adam oldu, nasıl sevindi, tay’ı teslim aldığı gün sevincinden bayram giysileri gibi fiyakalı giyindi. Ve ekmek teknesi eski ihtiyar yorgun ata daha da haşin davranmaya başladı. Beyaz at’ı arabanın önüne sevinçle törenle bağladı, bağlarken dizginlerini, gemini, koltuğun yırtılmış meşin derisini de değiştireceğim sözü verdi.


Çok tuhaf bir şey oldu. Hayvan tek adım atmıyor, alnını sağrısını okşuyor, kulağına yalvarıyor, yok. Etraftakiler teskin eder gibi umutla: Alışmadı sahibine alışmadı, dediler. Bir daha dehledi olmadı, hüüü küüüü, hadi kızım hadiii, olmadı, etraftan arkadaşları bu hayvan hiç yük araba taşımamış bu ‘sirk’ atı, işin zor, dedi. Bir başkası, eğitilmesi lazım, dedi. İsmet amca tekrar ihtiyar atı sur dibinden çözüp arabasına bağladı. Boş zamanlarında elinde şeker, elma, beyaz atı okşuyor kokluyor öpüyor yularından tutup birlikte koşuyor eğitiyor, nafile… Beyaz at yeni düştüğü bu dünyaya küsmüş gibi ya da küçümsüyor, hiç hareket etmiyor.


Tam ümidini kesiyordu ki dünyada olmayacak bir tesadüf, fayton bir dolmuşun arkasına sıra olmuştu ve şavrole dolmuşun içinde müzik sesi yükseldi. Beyaz at müziği duyar duymaz ayaklarını bir kedi gibi yumuşacık ve estetik düzende atmaya başlayıp, müzikle akrobatik bir gösteriye başlamıştı.. Kahvede kağıt oynayanlar, dükkancılar, yoldan geçenler, herkes beyaz at’ın etrafına toplandı ve alkışlamaya başladı.. Etraftakiler: ‘İsmet amca bu hayvan sirk hayvanı, müziksiz yürümez , sen iyisi mi faytona bir radyo al,’ dedi.. İsmet amca kendi kendine, ulan nasıl düşünmedik bunu, deyip, sevinçle bir radyo aldı, yetmedi teyp aldı.

Ancak radyonun teybin sesini ne kadar açarca açsın, hayvan yine kımıldamadı. ‘Yahu ne oldu, bu hayvan müzikle oynamıştı, siz de hepiniz burada gördünüz, şimdi niye kımıldamıyor…’

İsmet amca gelene gidene dert yanıyor, bu eşsiz güzellikteki tay’ın hiçbir işe yaramaması onu kahrından öldürüyor.

Ve yanına her gelene yeniden ispat etmek için: ‘Herkes gördü, müziği duyunca yürüdü, oynadı, hatta şaha bile kalktı, herkes gördü yaa…’ diye söyleniyordu. Sonra sonra arkadaşları İsmet amcayı sakinleştirmek için ‘güzel bir atın oldu daha ne istiyorsun?’ dediler, İsmet amca: Güzel güzel de ne? Çalışmıyor yürümüyor, bu süslü böceği akşama kadar bedava mı doyuracağım…’ diye yakınmaya başladı..

Birkaç gün geçti, beyaz at’ın güzelliğini karşıdan seyreden yaşlı köylü teyze, ki, İsmet amcanın akrabasıydı, at’ı bir güzel süzdükten sonra: ‘Bu at buranın atı mı?’ dedi, İsmet amca: ‘yok, lunaparkçılar dışarıdan getirmişti.’ Yaşlı teyze köylü şivesiyle: ‘Hem buranın atı değildur dersun, hem de senin çaldığın ne, bizim türkü, kemence.’

İsmet amcanın karışmış kafası aydınlanıyordu, sorgular gibi: ‘Eeeee teyzecuğum..’ Yaşlı teyze: ‘Bu at bizim kemençeyle oynamaz….’ Teyzenin dediği doğruydu ama hangi müziğe oynar, işte onu bir türlü bulamadılar, İsmet amca, beyaz at’ı sur dibine ve yaşlı yorgun atını tekrar arabaya bağladı. Bu sefer dümen, vites yerine kırbaç değil, ıslıklarıyla yorgun atına daha müşfik davranıyordu. Yoldan geçenler sur dibindeki beyaz tayı hayran hayran seyrettikçe sahibini soruyor, İsmet amca, hiç oralı olmadan: ‘Güzel at güzel at, lafım yok, ancak plağını bulamadık…’ Plağını bulamadık, lafı söylene söylene nerdeyse bir atasözü olup çıkıverdi.


Aradan kırk yıl geçti, bu küçük hikayeyi unutmadım, İsmet amca plağını bulamadı ama, cemaatin efendisi, sonunda plağı buldu…


2010, Ankara

*

Yazar Nihat GENÇ, 13.09.2010 da GÜCÜM BURAYA KADAR BAĞIŞLAYIN, başlıklı yazısında, Cumhuriyetin ilanıyla yükselen modernizenin son dönemlerde tüm kalelerde uğradığı yenilgiden duyduğu umutsuzluğu ve yazıp söyledikleri nedeniyle yaşadıklarını dile getirip yazmayı bıraktığını duyurdu.

Yukarıdaki yazıyı da o tarihte bize duyuruyu koymamız koşuluyla vermişti.

23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page