Bin birinci gece şairi yarattı,
Bin üçüncü gece şiir okudu Tanrı,
Fırtınalı hayatıyla, aşklarıyla, dizeleriyle edebiyatımızın ve İkinci Yeni hareketinin unutulmaz şairi (Cemalettin Seber) Cemal Süreya, 1931’de, o yıllarda Erzincan’a bağlı olan Pülümür ilçesinde dünyaya gelir. Babası Hüseyin, annesi ise Gülbeyaz’dır. Çocukluğunun ilk yıllarını Erzincan şehrinde geçirir. 1938’de çıkan Dersim İsyanı sonrasında ailesi Bilecik’e sürgün edildiği için ilkokula orada başlar, İstanbul’da devam eder. Haydarpaşa Lisesinden mezun olup Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye ve iktisat Bölümü’nü bitirir. Çeşitli devlet kurumlarında çalışır.
Erzincan’dan sürgün edildiklerinde bindirildikleri sürgün treni, nereye götürüldüklerini bilmeyen insanlarla doludur… Yedi yaşında çıktığı bu yolculuk Cemal Süreya’nın bütün hayatını etkiler, şiirini besleyecek bir dönemin başlangıcı ve ‘bir doğum anı’ olur. Trenden Bilecik’te indirilirler. Bilecik halkı horlamak bir yana, bağırlarına basar sürgünleri; tepsi tepsi baklava börek taşırlar onlara. Bilecik’e yerleşir yerleşmez annesi Gülbeyaz’ı henüz 23 yaşındayken kaybeder Cemal. Küçücükken yoksun kaldığı bu anne sevgisi, şairi belki de ebedi bir sürgün kılar. Ve bu sürgün zamanla sevdiği her kadında annesinin arayışına dönüşen bir sürgün halini alır: “Annem çok küçükken öldü / beni öp sonra doğur beni”
Bizi bir kamyona doldurdular
Tüfekli iki erin nezaretinde.
Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular
Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar
Tarih öncesi köpekler havlıyordu
Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler
Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki
Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü
944 yılında, Süreya ilkokulun son sınıfındayken babası yeniden evlenir. Üvey anne, Cemal’e ve kız kardeşlerine hayatı zindan eder. Çocukluk yıllarında halk edebiyatı ve Alevi kültürü ile tanışmasına vesile olan annesinin, sürgünlüklerinin ilk yılında ölmesi ve ardından kendisinin ve kardeşlerinin yaşadığı üvey anne zulmünün, Süreya’nın hayatının en yıkıcı dönemi ve şair oluşunu en çok etkileyen faktörlerden biri olduğu söylenebilir.
Cemal Süreya, Kürt olduğunu yıllarca saklamaya çalışmış; bu sürgün sonrasında dili, konu buraya uzanınca hep tutulup kalmış, ancak çok uzun bir zaman sonra çözülebilmiştir. O çözülmeden sonra bir patlama halinde her yerde “Kürt ve sürgün” olduğunu anlatmış, oğlunun nüfus kağıdında adı ‘Memo’ olarak yazılan tek Kürt olmasıyla övünmüş ve ‘Kadıköy’ün Kürdü’ demişti oğluna.
sarışın çocukların başaklarında.
gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
taşarak evlerden taraçalardan
kan görüyorum taş görüyorum
– uykusuzluğun sütlü inciri –
beni öp, sonra doğur beni.
“Şimdi çok sevdiğim sürgün sözcüğü çocukken beni allak bullak ediyordu. Bir gün büyük anneme sormuştum: Neyiz biz, diye. Bir şey anlamadı. Sürgün ne demek, diye yineledim. Sürgün 'menfi' demekmiş, menfaya gönderilenlere 'menfi' denirmiş. Bir an aklıma Yavrutürk dergisindeki bir tefrika geldi: 'Bir Göçmen Çocuğun Anıları'. Göçmen miyiz yoksa biz, diye soruyu değiştirdim. Evet, işte buldun, göçmeniz biz, dedi. Rahatlamıştı. Ondan sonra kendimi bir süre göçmen olarak düşündüm… " diye anlatır şair sürgünlüğünü.
İkinci Yeni hareketinin önde gelen şair ve kuramcılarından sayılan Cemal Süreya geleneğe karşı olmasına rağmen, geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisidir. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimiyle; duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle İkinci Yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir.
SİZİN HİÇ BABANIZ ÖLDÜ MÜ
Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç hamama gittiniz mi?
Ben gittim lambanın biri söndü
Gözümün biri söndü kör oldum
Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
Şöylelemesine maviydi kör oldum
Taşlara gelince hamam taşlarına
Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
Taşlarda yüzümün yarısını gördüm
Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
Yüzümden ummazdım bunu kör oldum
Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?
Seniha Hanım, Cemal Süreya’nın ilk aşkıdır ve ortaokul yıllarında başlayan bu aşk evlilikle sonuçlanır. Hatta Süreya, Seniha Hanım’dan bahsederken, o yıllarda sınıfın tahtasına yazdığı kızıl mısralar adlı şiirinde "Seni sevdiğim anda her şeyim kızıl oldu, Masmavi defterime kızıl satırlar doldu" der. 1955 güzünde Eskişehir’den İstanbul’a yardımcı maliye müfettişi olarak atanır. İstanbul’a yerleşmesiyle edebiyat çevrelerinde ve etkinliklerinde daha sık görünmeye başlar; ancak bu durum ailesini ihmal etmesine yol açar.
Aşkın onu bir menevşe kurusuna çevirdiği günler de mülkiye yıllarına rastlar. Bu tutkulu âşığın yani şairin, karısına attığı tokadın pişmanlığı yüzünden, jiletle bileklerini kesecek kadar ileriye gitmesi, bu evliliğinin ömrü hakkında daha o günlerde ipuçları verir aslında. 1958 yılında ayrılan çift, yedi yıl sonra resmî olarak boşanır. İlk evliliğinden sonra ikinci evliliğini Zuhal Tekkanat’la, üçüncü evliliğini Güngör Demiray’la yapar, ondan ayrıldıktan kısa bir süre sonra tekrar Zuhal Tekkanat’la birlikte olur. Tabii bu evliliklerin arasında sayısız gönül macerası, evlilikten dönen nişanlılıklar da vardır ve bunlardan sonra Cemal Süreya Birsen Sağnak’la evlenir.
Tomris Uyar, Ülkü Tamer ile evliyken âşık olur Cemal Süreya’ya. İkisi de evlidir, ikisi de birbirleri için boşanırlar eşlerinden ve bugün bile, ‘Türk edebiyatının en verimli aşkı’ tanımını hak eden üç yılı birlikte geçirirler. Çünkü Cemal Süreya aşk dolu, cinsellik yüklü en güzel şiirlerini o yıllarda yazar.
Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu
Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Üvercinka, Cemal Süreya’nın eşi Seniha Hanım hamile iken tanıştığı ve adını bilmediğimiz genç bir kızdır. Süreya’nın hayatında her daim bir sır olarak kalan bu kızın adını bilen olmamıştır. Türk şiirinin en güzel örneklerinden biri olan ‘Üvercinka’ bu genç kızın güzelliği sayesinde Süreya’ya şöhreti getirmiştir. “Üvercinka, güvercin kanadından kısaltılarak elde edilmiş bir sözcük; barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram. Kitabımın adını Üvercinka koyarak, kelimeyi zorlayan şiirimden ufak ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba.” der şair…
Cemal Süreya Darphane’de müdürdür; paranın basıldığı yerde bir şair müdür. Bütün yolsuzlukları tespit edip rapor eder, Ankara’ya gönderir. Mükafat bekler, ama ses yok. Bir daha yazıp bir daha gönderir. Çok geçmeden zamanın bakanı Darphane’yi teftişe gelir. Gelir ama Cemal Süreya’nın elini bile sıkmaz. “Bu kapının arkasında ne var?” diyerek bütün odaları dolaşır. Cemal Süreya’yla hiç muhatap olmaz, yardımcılarına sorar; "Bu kapının arkasında ne var, burada ne var?" İki saat dolaşır ve gider. Bakan tam giderken Cemal Süreya der ki: “Bir kapı var ki, onu size hiç açmayacağız”. “Hangi kapı, ne kapısı” der bakan. “Gönlümüzün kapısı” diye cevaplar Cemal Süreya. Bakan gider, bir rapor hazırlar: Darphaneyi gezdim, çok pis buldum. Müdür Cemalettin Seber’i (Cemal Süreya) görevden alıyorum. Cemal Süreya bu yazıyı alınca bir basın toplantısı düzenler ve der ki: “Bakan haklı, gerçekten de o gün şanlı Darphane, tarihinde ilk defa kirliydi. O da Sayın Bakanın burada teftişte olduğu saatlerdi.”
Süreya’nın üvey kızı Gonca Uslu’nun aktardığına göre iddiaya girmeyi çok seven şair, arkadaşıyla bir telefon numarası üzerine iddiaya girer ve kaybederse soyadındaki “y” harfinden birini sildireceğini söyler. İddiayı kaybeder ve Süreyya olan soyadını Süreya olarak değiştirir. Bazı rivayetlere göre iddiaya girdiği kişi, kimliğini bir sır gibi sakladığı “Üvercinkasıdır”.
Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgililerini sebil ediyorsun sıcak
Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben böyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde, bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde, bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
İstanbul’da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci’nin tren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine
Adımın bir harfini atıyorum
“Elma” şiirinde, adındaki “Y” harflerinden birini attığını ilan eder, ve şöyle anlatır bu olayı: “O zaman çok güvenirdim belleğime. Telefon numaralarını falan kaydetmezdim. Belki de kaydetmediğim için kalırdı. Ona dedim ki, eğer bu böyleyse, ismimden bir harf atarım dedim. Kaybedince, ismimde harf aradım, iki tane olandan birini atmak daha uygun geldi.”
Gülün tam ortasında ağlıyorum
Her akşam sokak ortasında öldükçe
Azaldığını duyup duyup karanlıkta
Beni ayakta tutan gözlerinin
Ellerini alıyorum sabah kadar seviyorum
Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz
İstasyonda tren oluyor biraz
Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım
Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum
Her nasılsa sokağa düşmüş
Kolumu kanadımı kırıyorum