Ece Ayhan
- Nurten B. AKSOY
- 13 Tem 2024
- 4 dakikada okunur

Nurten B. AKSOY
*
Mechul Öğrenci Anıtı
Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
– Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
– Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.
Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım
O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler
Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek

Zambaklı Padişah
Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam
Sana uzun heceli bir kent vereceğim
Girilince kapıları yitecek ve boş!
Azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler
Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
“Kendisi pek huysuz olduğu için seveni azmış” derler, ama şiirleri için aynı şey geçerli değil. O hiçbir zaman herhangi bir mülkiyet duygusu olmayan bir şairdi.
Metin Üstündağ’ın dediği gibi; “edebiyatın ters direklerinden biri” olan Ece Ayhan’ı analım istedik hüzünlü yaşam öyküsü ve şiirleriyle…
10 Eylül 1931’de babasının mal müdürlüğü göreviyle bulunduğu Datça’da, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelir. Babası Behzat Çağlar, Geliboluludur, annesi Ayşe hanım ise Eceabatlı. 12 Temmuz 2002’de hayata veda eder.
“Yersiz yurtsuzum; köyde ufacık, çatısı akan, camları kırık bir odası var annemin. Soğuktan ve halsizlikten hep yatakta yatıyor, 38-39 kilo kadın, halsizlikten oturduğu yerden kalkamıyor, kıpkızıl açız, Ankara’ya iki yüz lirayla indim, artık satacak hiçbir şeyim de kalmadı, benim oğlan da kurban bayramı öncesi Ankara’da birdenbire yersiz yurtsuz ve parasız kalmış vesaire gibi… Kesinlikle bizim toplumumuza kırgın filan değilim. Bu karda, soğukta oturuyoruz, ben yer yatağında, annem divandaki yatakta. Kötünün kötüsü varmış, kıpkızıl açız, yapacak edecek bir şey de yok. Kesinlikle yerinmiyorum, yerinmeyeceğim, moralim de bozuk doğallıkla.” diye çektiği sıkıntıları bir söyleşisinde anlatan Ece Ayhan, Metin Üstündağ’ın dediği gibi; “Edebiyatın ters direklerinden biriydi”.
Edebiyatımızda İkinci Yeni olarak adlandırılan şiir hareketinin önde gelen temsilcilerinden olan Ece Ayhan gerek şiirleriyle gerekse deneme, anı, günlük türündeki yazılarıyla yeni bir şiir anlayışının doğmasında ve giderek bir akıma dönüşmesinde öncü rol oynamıştı.
10 Eylül 1931’de babasının mal müdürlüğü göreviyle bulunduğu Datça’da, ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ece Ayhan1938’de Eceabat’ta başladığı öğrenimine, ailesinin Çanakkale’den ayrılarak İstanbul’a yerleşmesi üzerine burada devam eder.
1959 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olur. 1962’de Deniz Hafize Hanım’la evlenir ve kaymakam olarak atandığı Sivas’ın Gürün ilçesinde göreve başlar. 1963’te tek çocuğu olan Ege dünyaya gelir.
Kurallı bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de “hırçın ve huysuz şair” olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılışıyla bağdaşmadığı için 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak “soluk alıp verdiğimi gerçekten duyduğum tek kent” dediği İstanbul’a yerleşir. Kansere yakalanan eşi Deniz Hafize Hanım’ı 1968’de kaybeden Ece Ayhan, çocuğunun yaşının küçük olması ve ekonomik durumunun hiçbir zaman düzelmemesi gibi nedenlerle oğlunun bakımını eşinin ailesine bırakır.
Bundan sonraki yaşamını sürekli hastalıklar ve onların tedavisi için hastane ve huzur evlerinde, maddi sıkıntı içinde geçiren Ece Ayhan, eski şair Bülent Ecevit‘in başbakanlığı döneminde, onun yardımlarıyla daha iyi koşullarda tedavi görür ve bütün bu tedavilerin sonucunda felçten kurtulup ayağa kalkabilir.
Nisan 2001’de tekrar Çanakkale’ye yerleşir ve geçimini telif hakkını Yapı Kredi Yayınlarına verdiği eserlerinin gelirinden sağlar. Son yıllarında İzmir’de bir huzurevine yerleşen ve buradaki ihtiyaçları belediye tarafından karşılanan Ece Ayhan, 12 Temmuz 2002’de hayata veda eder.

Ne zaman elleri zambaklı padişah olursam Sana uzun heceli bir kent vereceğim Girilince kapıları yitecek ve boş!
Azizim, güzel atlar da güzel şiirler gibidirler Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselam!
Ece Ayhan, şiirin hele “İkinci Yeni” şiirinin her zaman ve her anlamda muhalefette olduğunu savunur. Ona göre şiir, “yalnızca dünyaya, kente, babaya, okula değil; aynı zamanda öğrencilere de oğullara da hemşerilere de insanlara da hatta şiire de bozuk çalmalıdır.”
Etik sözcüğünün dilimize “ahlâk” karşılığında yanlış çevrildiğini düşünen sanatçı, bir şairin temelde de ayrıntıda da etikçi olması gerektiğini savunur. Yeni şiir hareketinin “İkinci Yeni” yerine, “sivil şiir” olarak adlandırılmasının daha uygun olacağını düşünür.
Şiirinin gerçek kaynağının “döküntüler, dışta bırakılanlar, düşürülenler, hal ve gidişi sıfır olanlar, yasaklananlar” olduğunu söyleyen Ece Ayhan, şiirlerinde hayat kadınlarına ve insan yapısının ayrılmaz bir ögesi olarak gördüğü cinselliğe çok sık yer vermiştir.
“Köydeyken adına Güzel Ayşe adıyla bir türkü çıkarılan annem Ayşe Deniz, Tepebaşındaki Lala birahanesinde ya da az ileride Beşinci Dairedeki Novotni çalgılı gazinosunda Nezahat takma adıyla çalıştı…” diye anlatan şair alışılagelmiş bir aile ortamında büyümediğini ve bu durumu bireysel bir ahlaki sorun olarak görmediğini, tam tersine bunu bütünüyle karşısında yer aldığı sistemin yol açtığı tipik sonuçlardan biri, bir tür ‘zulme uğrama’ biçimi olarak kabul ettiğini anlatır. O yüzden de aile yapısına ilişkin böylesi bilgileri ‘mahremiyet sınırları’ içinde tutmayıp yeri geldikçe açıklamaktan kaçınmaz.
İkinci Yeni şairleri içinde en çok olumsuz eleştiriyle karşılaşan da o olur. Öyle ki İkinci Yeni’yle ilgili olumsuz değerlendirmelerin çoğunda -adı açıkça verilmemekle birlikte- onun şiirlerinin ve şiir anlayışının hedef alındığı, sadece sözcük oyunları, anlamsız şiir yazma, hiçbir karşılığı olmayan sözcükler türetme gibi yakıştırmalarla yer yer küçümsenmeye hatta karalanmaya çalışıldığı görülebilir. Bu durum, şairin kimi zaman çok keskin biçimde kendini dışa vuran hırçın kişiliğinin nedenlerinden biri olarak da düşünülebilir.

Yazı ve şiirlerinde soyadını kullanmamayı tercih eden Ece Ayhan, daha çok “kraliçe” anlamıyla bilinen ve kadın adı olarak kullanılan “ece” sözcüğünün kendi adında yer alışıyla ilgili yadırgamaları bertaraf etmek için açıklama yapma gereği de duyar ve örnekler verir: “Ece sözcüğü ‘ağabey’ anlamına gelir tarihte. Dobrucalı Ece Bey’den Eceabat yapılmıştır. Bektaşi menakıpnamelerinde Pir Sultan Abdal’ın kız kardeşi ‘Ecemi Sıvas’ta astılar’ der, ağabeyi için”
Sıkıntılarla geçen bu hayatın ondaki kederi besleyen kökleri çocukluğuna, aile ve yetişme çevresine kadar uzanır. Takunya bile giyemeyecek, yalınayak dolaşmak zorunda kalacak denli ağır koşullarda geçirdiği çocukluk yıllarını anımsamak onu sık sık hassaslaştıran bir durumdur: “Ben Ece Ovasında yalınayak çocukluğumda belki de son kez ağlamıştım; zeytin ağaçları arasında Fazıl Ahmet’in bayraklı türbesi önünde ayağıma dikenler batmıştı. Takunya ancak okul açıldığında giyiliyordu. Ve evet, elli şu kadar yıldan beri ben kendimi ağlamamak için tutarım!”
Üç Gencin Kalbi
Bir gemici tanırım Kalbini bir limanda bırakmış Ya kaybolursa? Ağlar çocukluğundaki gibi Kalbini almaya gidecek hâlâ
Bir oğlan tanırım Derin yeşil gözlü Gönlü güney denizlerinin dibi Kalbi ise yerinde Birine vermeye gidecek Bir gemi arar durur Bulutlardan.
Bir şair tanırım Onunki içler acısı Kalbini asla vermemiş Çalmışlar Kalbi eski bir efsanede saklı.
Arkadaşı, dostu Metin Üstündağ’ın: "Tüyap Kitap Fuarı’nda konuktu, on binlerce insan ayakta alkışladı, sadece toplantının olduğu yerde değil, diğer stantlardaki insanlar da alkışladı onu. Ve Ece çok şaşırdı, ‘ben bu kadar seviliyor muyum’ dedi, gözleri doldu. Ve seyircilere bakamadı. Bütün söyleşi boyunca bana bakarak konuştu.” diye anlattığı Ece Ayhan’ı biz de saygıyla anıyoruz…