Esma Öğretmen Delirmiş-3
top of page

Esma Öğretmen Delirmiş-3

Güncelleme tarihi: 25 Nis 2021


ESMA ÖĞRETMEN İZMİR’DE


“Bakın hocam, ben Esma Öğretmen’in bütün geçmişini biliyorum. Hastalığı ile ilgili hikâyesini öğrendim. Verdiğiniz bir haftalık izinde sabahlara kadar konuştuk, ona dair her şeyi anlattı, eşim Yasemin’le ortak noktaları var, biliyorsunuz…

“Yani Erdal Bey diyorsunuz ki, Esma Öğretmen’i taburcu edelim!”

“Öyle diyorum hocam, aynen öyle diyorum. Ben her şeye kefilim!”

“Erdal Bey, değerlendirmelerinizi yarın kurula anlatırsınız. Ben dediklerinize inanıyorum. Ama benim inanmam yetmez, Kurul’un da inanması gerekir.”

“Teşekkür ederim, hocam; gerçekten çok teşekkür ederim! Bu bana yeter!”

“…”

“Tekrar teşekkür ederim hocam, iyi günler!”

“İyi günler!”


Doktor Erdal, Yasemin ve Esma hafta sonu İzmir’e gitmeye karar verdiler…

İzmir’in Özdere beldesindeki Doktor arkadaşları Ercan’la birlikte, kâh sahilde, kâh çam ağaçlarının arasında dolaştılar.

“İzmir çok güzel,” dedi Yasemin

“İzmir gerçekten çok güzel,” dedi Esma.

“Özdere daha da güzel,” dedi Doktor Erdal.

“O zaman İzmir’e yerleşmek farz oldu,” dedi Doktor Ercan.

Üçünün de gözleri şavkıdı. Üçü de bu fikri hayata geçirmek için bakışlarıyla anlaştılar.

Kalemlik Orman Kampı’nın bitişiğindeki bin metre karelik arsanın satılık olması da güzel bir tesadüftü! Üçüne beşine bakmadan o arsayı alacaklardı. Arsanın satıcısı Gümüldür’de oturuyormuş.

“İnşallah bu arsayı alırız. Yeri, konumu çok güzel! Ondan öte metre kare olarak da tam istediğimiz gibi. Bir büyük bir küçük iki saray yavrusu kondururuz.”

“Evet Ercan! Bir büyük, bir küçük saray... Bundan sonra Esma Abla da hep bizimle kalacak. Biliyor musun Ercan, Esma Abla bize dünyaları bağışladı. Ben, Yasemin, Esma Abla bir de aramıza katılacak bir aslan parçası… Aman Allah’ım, başka ne isteyebilirim? Esma Abla sana çok teşekkür ederim. Seninle evim daha bir güzelleşti! Çok sağ ol!


Hafta sonu olması nedeniyle, satış işlemleri hafta içine kaldı. Satıcı da makul biri olduğu için kolay anlaştılar.

Doktor Erdal, Yasemin’i, Esma’yı Özdere’de bırakıp İstanbul’a döndü. İşleri yoğundu. Nakit durumu, kredi, atama…daha bir sürü şey… Doktor Erdal’ın aldığı bu karar hayatı için bir devrimdi. İstanbul’un çevre ilçelerini bile tasavvur edemezken…

İzmir bir başkaydı. İzmir âşıklar şehri. Burayı tanıyan başka yerleri sevemezdi. Hele İstanbul’u… İzmir’in güzel insanları da bir o kadar sıcaktı. Hani Mustafa Kemal’in:

“Ben, İzmir’i, İzmirlileri çok seviyorum,” sözünün doğruluğu bir kez daha kanıtlanıyordu… Kadınıyla, erkeği ile tam bir medeniyet şehriydi İzmir.


Yüz elli metre karelik bir tabana oturan binanın temeline ilk harcı Esma Öğretmen’le Yasemin koydu. İkincinin temeline de Ercan’la, Erdal.

Erdal’ın ataması istediklerinden âlâ olmuştu: Ege Üniversitesi psikiyatri bölümü. Ege’de ihtiyaç olduğu için mehil iznini bile kullanamamıştı. Bölüm başkanı, “hocam bir an önce başlarsanız bizi mutlu edersiniz,” demişti ya! O nedenle hemen başladı Erdal!


İnşaatın alınacaklarını Yasemin’le Esma hallediyordu. Erdal, işlerin yoğunluğu ile yorgun düşüyordu. Ama iki sevdiğini görünce her şeyi unutuyordu.

“Çok sağ olun, ikinize de teşekkür ederim. Rüyamda göremeyeceğim bir mutluluğu yaşatıyorsunuz bana. Daha ne isteyeyim, çok şükür sağlığımız da yerinde…”

Yasemin:

“Çok mutluyum Erdal, mutluluğumu anlatamam! Allah senden bin kere razı olsun! Öl, de öleyim!”

” Senin mutluluğun benim mutluluğum… Hem niye ölesin bir tanem, benim ömrüm senin olsun, Tanrı sana yedi kartal ömrü versin! Niye ölesin ki, bu kadar kötü varken, bize mi kalmış ölmek? ”


Yasemin’in hamileliği zor geçiyordu. Doktor Ercan, zor geçeceğini söylemişti. Hatta:

“Yasemin Hanım, yağ bardağı dökülse bile kaldırmayacaksın,” diyerek dikkatli olmasını söylemişti. Erdal:

“Esma Abla sen olmasaydın ne yapardık, Yasemin ne yapardı? Bizim ufkumuza doğan bir güneşsin. Sen bizim için bir arkadaş, bir dost, bir ablasın! İyi ki, bir aile olmayı kabul ettin! Sen bizim için kardeşten ötesin! Şimdilik üç canız. İnşallah dört can olacağız. Adı 'Deniz' olsun dediğimiz oğlumuz doğunca, dört güzel can olacağız!”

“İnşallah sağlıklı olarak dünyaya gelir. Ondan sonrası kolay, sen hiç merak etme! Ben elimden geleni yaparım. Yeter ki, Yasemin sağ salim kurtulsun, ötesi kolay!”

Yasemin:

“Abla, seninle ilk kez Mütareke binasının bahçesindeki İsmet Paşa heykelinin yanında tanışmıştık, hatırlar mısın? O günlere duacıyım. Ben bundan sonra sensizliğe bir dakika bile dayanamam! Oğlum Deniz doğsun onun kırk taşını da sana toplatacağım.Huyu suyu sana benzesin, senin gibi güzel bir insan olsun!”

“…”


Bu övgüler, Esma’yı tepeden tırnağa kızartmıştı. Aslında kızaracak bir şey yoktu. Söylenenler doğruydu. Onlar doğrunun sesi olmuşlardı. Doktor Erdal’ın söylemi ile insan doğruyu öteki dünyada mı söyleyecekti?

“Doğruya doğru abla; doğruya doğru,”

“Bence de Erdal doğru söylüyor. Sen Tanrının bize bir armağanısın!”

Deniz, iki güzel kadının elinde o kadar güzel yetişiyordu ki, tarifi imkânsız. Çocuk, oyun zamanını ders zamanını kendi ayarlıyordu. Esma, bir sefer der, ikinciyi söylemezdi. Çocuk, büyümüş de küçülmüş! Zeki olduğu kadar çalışkandı da. Verilen ödevleri bitirmeden, ne yemek yer, ne oyun oynardı. Bilgisayara öyle çok zaman ayırmazdı... Deniz, önce sınıfta, sonra okulda parmakla gösterilen biri oldu…


Deniz, Yabancı dille eğitim yapan okullar sınavında Anadolu Lisesi’ni kazanınca, Ercan’ın sevinci tarifsiz oldu. Ercan da bu okulu bitirmişti. Bu okulu bitiren bir öğrenci, ona âşıklık derecesinde bağlanırdı... Anadolu Lisesi, herkesi eğiten bir kurumdur: Öğretmeni, velisi, öğrencisi… Herkes ondan bir şeyler öğrenirdi. Esma:

“Ben Deniz’le İzmir’e giderim. Hafta sonları bir araya gelir, güzellikleri yaşamaya devam ederiz.”


Okula yakın bir yerde daire kiraladılar. Deniz, servisle gidip geliyordu. Her akşam Esma annesine servis maceralarını anlata anlata bitiremezdi. Hafta sonu bayram demekti: Keyiflerine diyecek yoktu: Masa bahçeye kurulur; Erdal mangalın başına geçer, bir taraftan pişirirken öte taraftan hafiften demlenirdi.

“Hayat bu, hayat bu,” derdi Erdal!

Evlilik de dostluk da bu olsa gerekti herhalde. Böyle bir mutluluğu kim istemez? Kaç kişinin böyle bir hayatı vardır? Senaristler filmlerde bile böyle sahici mutluluğu yaratamazlar!


Deniz birinci dönemi bitirmişti.

“Esma anne yarın karne alacağım. İstersen sen de gelebilirsin. Sen bilirsin, ama ben çok istiyorum, gelmeni!”

“Tabi oğlum gelmem mi? Ben de çok istiyorum. Deniz’imin okuluna gitmek, arkadaşları ile tanışmak benim için güzel bir ödüldür!”

Esma’nın o gece gözüne uyku girmedi. Yastığa başını koyar koymaz, içinde bir şeyler harekete geçiyordu. Yıllar var böyle bir heyecanı hiç yaşamamıştı. Nedenini bilmediği bir duygu bütün vücudunu çımkıştırıyordu. Uyumaya çalışıyor, fakat uyumak ne mümkün. Yüreği göğüs kafesini delip çıkacakmış gibi atıyordu.


O gece Esma, bir saat ya uyudu, ya uyumadı. Sabah erkenden kalktı. Ilık bir suyla duş yaparsa kendine gelebileceği düşüncesiyle, banyoya girdi. Yarım saat duşta kaldı; yarım saat aralıksız, suyun altında kaldı.

Bir mutlulukla çıktı suyun altından. Bütün rehavet akan suyla birlikte uçup gitmişti adeta! Kestane kızılı saçlarını özenle tarayıp maşa ile şekil verdi. En ucunu içe doğru kıvırmak için daha bir gayret etti. Okul yıllarında saçlarını parmakları ile tarayan dost yüzlüsü aklına düşünce heyecanlandı. Bisiklet yakalı mor kazağını giydi. Güzelliğine güzellik katacak doğum gününde Deniz’in aldığı mavi taşlı ince zincirli kolyesini taktı. Kolyenin ucu, kazağın yakasından iki üç santim aşağıya doğru sarkıyordu. Kolyeyi okşadı. Sonra aynanın karşısında mor kazağın eteğini çekiştirerek, gitti geldi…


İşini bitirince mutfağa girdi, kahvaltıyı hazırladı. Bu yaşın sahibi olmuş, bir güne bir gün kahvaltısız işe gitmemişti. Şimdi de Deniz’i kahvaltısız göndermiyordu. Bir bardak süt, bir tost muhakkak yediriyordu.

“Günaydın oğlum, haydi kahvaltın hazır!”

Deniz’in uykusu ağır değildi. Hiç uyku sersemi olmazdı.

“Günaydın Esma Anne!”

“Günaydın! Ben hazırım, bak giyindim bile!”

Deniz kıskanan bakışlarla süzdü Esma’yı:

“Çok güzel olmuşsun Esma Anne!”

“Deniz oğlum için, giyindim, süslendim!”

“Hepsi çok yakışmış! Çok güzel olmuşsun!”


Karne töreni için öğrenciler yerlerini almış, müdürün töreni başlatmasını bekliyorlardı. Müdürden sonra Tarihçi Hasan konuşacaktı. Deniz, Hasan Öğretmenini çok severdi. Onun yeri bir başkaydı.

Hasan Bey, davudi sesiyle konuşmaya başlayınca hiçbir konuşmayı dinlemeyen öğrenciler pür dikkat onu dinlerdi: O hem yüreğe, hem beyne seslenirdi. Hasan Öğretmen, konuşmalarında çağdaş uygarlığın erdemlerinden bahsederdi. Akılcılığa, değinmeden geçmezdi. Konuşmaları otuz yılın sevdasını çağrıştırırdı.

Esma birden dikkat kesildi…

“Bu o… bu o… bu …bu … bu o … “

“Olamaz, olamaz … bu kadar benzerlik olamaz! ” diyordu.

“Benzerlik değil! Bu o … bu o … bu … bu … bu o … o … o … o …”

Esma yığılıp kaldı. Hasan Bey, konuşmasına devam ediyordu:

“Dünyadan kopup arada hayallere dalmayı unutma! Sevgilini düşün, en iyi dostunu düşün!”

Esma’yı revire götürdüler. Töreni izleyen iki üç kişi de revire yöneldiler. İçlerinden biri:

“Ben Doktor Kaya! Lütfen bana müsaade edin!”

Doktor ilk müdahaleyi yaptı. On dakika geçti. Esma:

“Bana ne oldu, ben nereye geldim,” dedi.

Hemşire:

“Önemli bir şey yok, Heyecandan bayılmışsınız. Bakın oğlunuz da geldi, size bakıyor. Gel oğlum annene geçmiş olsun de!”

“Ben iyiyim, Deniz merak etme, ben iyiyim, hiçbir şeyim yok!””

“…”


“Hemşire hanım teşekkür ederim, zahmet verdim kusura bakma!”

“Önemli değil efendim görevimiz!”

“Deniz haydi oğlum gidelim!”

“Tamam Esma Anne!”

Esma:

“Deniz, konuşma yapan öğretmeninle tanıştırır mısın beni?”

Tören bitmiş, karneler dağıtılmıştı. Öğrenciler servislere yönelmişti çoktan. Az sonra bahçede kimsecikler kalmazdı. Öğretmenlerin bazıları öğretmen lokalinde kalabalığın dağılmasını beklerken, yorgunluk çaylarını içerlerdi.

“Öğretmenim, Esma annem sizinle tanışmak istiyor!”

“Annen nerede oğlum?”

“Şurada, binanın ön tarafında!”

Hasan Bey, meraklanmıştı. Bugüne kadar yüzlerce veli ile konuşmuş, biri ayağına çağırmamıştı. Fakat çağıran Deniz’di. Deniz başka, Deniz bambaşka bir öğrenciydi. Hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı, Deniz’i takip etti.

Hasan Bey, Esma’ya doğru yavaş yavaş yürüdü. Esma ne konuşuyor, ne bir tepki veriyordu. Put kesilmiş, Hasan nasıl davranacak diye merakla bekliyordu.

“Sen sen… Aman Allah’ım… Esma… Esma … Sen Esma’sın … Aman Allah’ım gözlerime inanamıyorum... Otuz yıldır imini timini kaybettiğim, her şeyden, varlığından umudumu kestiğim Esma’sın! Sen Esma’sın! Sen uğruna dizeler dizdiğim, geceleri gündüz ettiğimsin! Sen benim Esmamsın!”

“Ben Esma’yım, uğruna adamlığı gösteremediğin Esma!”

İkisi de sözü bırakıp sarıldılar birbirlerine. Öyle bir sarıldılar ki, bin yılların özlemiyle tekmil yaratıkları kıskandırdılar. Bin yılların özlemine bütün ağaçlar şahitlik ediyordu. Öyle bir sarıldılar ki, bahçenin büyüklü küçüklü kuşları, bir ağızdan, alkış tutuyordu. Deniz de bu tuhaf manzarayı izliyordu...


01.08.2010 Bornova

11 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page